bugün

doğar doğmaz hastanelerde rehin kalan çocuklarımızı, kapağı olmadığı için rögara düşüp ölen çocuklarımızı, 46 kişilik otobüslere 60'ar 60'ar bindirildikleri ve uykusuz şoförlere emanet edildikleri için trafik kazalarında 33'er 33'er ölen çocuklarımızı gördükçe artık tamamen türk işi kıvamına geldiğini anladığım bayram. güzel sözler söyleyince güzel şeyler olduğunu zannetmekten ne zaman, nasıl kurtulacağız yarabbim?

(bkz: http://www.hurriyet.com.t...undem/6105368.asp?gid=112)
(bkz: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=99251)
(bkz: http://www.milliyet.com.t...07/04/15/guncel/agun.html)
(bkz: bugün 23 nisan hep neseyle doluyor insan)
bugün atamızdan bir armağan
yoksa tutsak olurdun sen inan
bugün 23 nisan
hep neşeyle doluyor insan

küçücük çocukların coşkuyla bu şarkıyı söyleyecekleri gündür 23 nisan.

doya doya kutlasınlar, yetişkin olduklarında, yaşadıkları ülkede olanın bitenin farkına vardıklarında, bazı çocukların 23 nisan düşünemeyecek kadar erken büyümek zorunda olduğunu farkettiklerinde 23 nisan tatil den başka bişey çağrıştırmayacak onlara da.

ama kimbilir, içlerinden biri bir değişiklik yaratır belki, neşeyle dolar içimiz.
(bkz: umut fakirin ekmeği)
kutlu olsun, unutulmasın, anlaşılsın, önem gösterilsin.. gerçek değeri bu değil bu bağımsızlığımızın bayramı..
atatürk'ün meclisin kurulma tarihini çocuklara armağan ettiği ulusal egemenlik çocuk bayramıdır.*
*
23 Nisan zengin çocuklarının bayramı mı?
Bu yıl 23 Nisan; manşetimiz, bir mektuptan çıktı. Bu mektup ve diğer haberlerimiz;23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının bir gösteriden ibaret olduğunu gösteriyor

Can, bu yıl ilkokula başladı. Babası sıhhi tesisatçı, iş bulursa çalışıyor. Annesi bir kafeteryada asgari ücretle çalışıyor. Lisede okuyan iki ablası var. Can ve ablaları okullarında çok başarılılar. Ablalar birinci dönemde takdirname aldılar. Can da okumayı yazmayı ilk bir ay içinde öğrendi, matematikle de arası çok iyi... Öğretmenini de seviyor sevmesine de ama galiba öğretmen onu pek sevmiyor! Çünkü geçenlerde bir gün öğretmen sınıftaki çocuklara küçük kitaplardan oluşan birer paket (set) dağıttı. Matematik ödevini de o paketteki matematik kitabından verdi. Sınıftaki üç çocuğa kitaplar verilmedi. Can, öğretmenin kendisini unuttuğunu zannedip kitap istediğinde aldığı yanıt sarsıcıydı: 'Sen para vermediğin için sana kitap yok... Kitaplar para verenlerin.' Akşam, evde ödev yapmadığını gören annesi önce oğlunu azarladı, işin aslını öğrenince ise yoksulluğuna lanet edip ağladı. Yakında oturan bir arkadaşından kitabı ödünç alıp ödevini yaptırmak istedi, ama o da kitap verilmeyenlerdendi. Gece vakti bir başka arkadaşın evine gidildi. Onun kitabı vardı ama, kendisi de ödev yapacağı için kitabını vermedi... Can, ertesi gün okula matematik ödevini yapmadan gitti. Oysaki, o güne kadar bütün ödevlerini yapmıştı... Anne, işyerinde karşılaştığı bir emekli öğretmen bayanla paylaştı üzüntüsünü. Bir de öğrendi ki, okutulması zorunlu olan ders kitabının dışında başka kaynakları (dergi, kitap vs.) satmak, zorunlu olarak aldırmak suçtur. Hele hele sınıfın tamamında olmayan bir kaynaktan ödev veren öğretmenin öğretmenliğini sorgulamak gerekir. Rastlantı bu ya öğretmen bayan, okulun müdür yardımcısını tanıyordu, kendisini telefonla arayarak annenin verdiği bilgiler çerçevesinde öğretmenin uyarılmasını istedi. Sonuç ne mi oldu? Ertesi gün öğretmen anneyi çağırarak müdür yardımcısı ile konuşmadan önce kendisiyle konuşması gerektiğini, konuşmadığı için kendisine gücendiğini, toplantılara gelmemesinin annenin kusuru olduğunu, gelseydi kitap alınacağını ve zorunlu olduğunu duyacağını vs. bildirdi ve kitap setinin tamamını değil (10 kitaplık bir set) sadece matematik kitabını ücretsiz verdi. Annenin içi rahat değildi, diğer iki çocuğa da verilebilir mi? diye sorduğunda, 'orası sizi ilgilendirmez' yanıtı bu öğretmene yakışan bir yanıt olmuştu. Annenin toplantılara gitmediği doğruydu. Çünkü her toplantıda bir sürü şey için para isteniyordu. Verecek parası olmayınca toplantılara gitmeye utanıyordu. Oysaki, temel eğitimin zorunlu ve parasız olduğunu, bunun anayasal bir hak olduğunu, vatandaş olarak ödediği vergilerin karşılığında çocuğunun eğitiminin devlet tarafından sağlanması gerektiğini ve en önemlisi de o toplantılarda istenen paraların hiçbir yasal dayanağı olmadığını ve isteyenlerin de toplayanların da suç işlemekte olduklarını bilmiyordu; bu olay sırasında öğrendi. Daha ne mi oldu? Milli Eğitim tarafından ücretsiz dağıtılan ders kitaplarını bir kenara bırakan öğretmen derslerin tümünde zorla satın aldırdığı ek kitapları kullanmaya devam edince, Can'ın mahzun ve mağdur olmasına dayanamayan anne borç para bularak kitapları almak zorunda kaldı. Oysaki, öğretmenin oğluna kötü davranacağına dair kaygı ve korkularını bir kenara atabilseydi -öğretmen zaten kötü davranıyordu ve görevini de kötüye kullanıyordu ya neyse- yapabileceği doğru şeyler vardı. Okul müdürüne, milli eğitim müdürlüğüne uyarı dilekçeleri yazmak ve öğretmen hakkında yargıya başvurmak gibi... Birilerinin artık 'dur' deme zamanı geldi de geçiyor bile... Yakında yoksul insanların çocukları parasızlık yüzünden okuyamaz olacaklar ama henüz farkında değiller...
Bugünlerde de 23 Nisan yaklaşıyor ya yine 'para tuzakları kuruldu'. Can'ın sınıfı 23 Nisan Çocuk Bayramı'nda gösteri yapacak. Kafkas ekibi oluşturulmuş. Can da oynuyor. Oyunda özel figürleri var. Yaşamında ilk kez bir gösteriye çıkacağı için çok sevinçli... Ama, 'kazın ayağı perdeli!' Geçen gün annenin işyerine okuldan telefon açılır; müdür yardımcısı, öğretmenin görüşmek istediğini söyleyince annenin yüreği ağzına gelir çocuğuna bir şey mi olmuştur, ya da bir yaramazlık mı yaptı' diye... Öğretmen, '23 Nisan gösterisi için öğretmen ve kıyafet parası olarak' 75 YTL. ödemesi gerektiğini, ödeyemeyecekse Can'ın çalışmalardan çıkarılacağını bildirir. Anne yine üzüntülerdedir. Fazladan 75 lirası olsa çocuklarına sevdikleri yiyecekler almak varken, birkaç dakikalık bir gösteriye bu kadar para ödeyeceğine mi yansın; yoksa Can’a gösteriye katılamayacağını söylediğinde nasıl üzüleceğine mi yansın bilemez. Bu kez de yine bir tanıdık aracılığı ile Okul Aile Birliği’ne ulaşılır. Durum anlatılır, kıyafetlerin ücretsiz temini konusunda yardımcı olmaları istenir. Okul Aile Birliği görevlisi Can'la aynı mahallede yaşayıp aileyi yakından tanımasına rağmen bin dereden su getirir. Ertesi gün görüşmek üzere anneyi okula çağırırlar. Okul Aile Birliği sınıf annesi ile görüşmüştür ve sınıf annesinin açıklamaları sonucunda annenin toplantılara katılmadığı bu nedenle de 23 Nisan gösterisinin isteğe bağlı olduğunu ve kıyafetlerin veliler tarafından alınacağını bilmediği ortaya çıkmıştır. Oysaki, Can'ı her gün okuldan ablaları almaktadır ve anne toplantıya gelmese bile öğretmen ya da sınıf annesi isterlerse aile ile kolayca görüşebilirler. Yine 'toplantılara katılmadın, öyleyse sonuçlarına katlanırsın' yaklaşımı ile karşılaşan anneye, 'hiç olmazsa paranın yarısını ödemesi' teklif edilir. Kalan yarısı bir şekilde okul tarafından karşılanacaktır. Can'ın annesi şimdi 37.5 YTL'yi nereden borç bulacağını düşünüyor. Annesinden başka hiç kimse, eğer gösteriye çıkamazsa Can'ın ne kadar üzüleceğini ve yaşam boyu bunun izlerini taşıyacağını düşünmüyor. Bence Can'ın öğretmeni öğrencilerini -özellikle yoksul olanları- sevmiyor... Zaten 23 Nisan da 'Parası Olan Çocukların Bayramı' olmuştur artık...
Can'ın annesi okulda olanları işyerinde kendisi gibi asgari ücretle çalışan ve eşinden ayrı olup çocuğunu tek başına büyüten iş arkadaşına anlatır. Arkadaşı, zaten sürekli para istendiği için okuldaki toplantılara hiç gitmediğini, paralı olan hiçbir etkinliğe de kızının katılmasına izin vermediğini anlatır. Kızı Gökçe 8. sınıftadır. 19 Mayıs gösterilerinde görev almak ister. Dans etmeyi hem çok sever, hem de dans etmek ona çok yakışır, yeteneklidir. Ama gösteri kıyafetleri, anne ve kızının alım gücünün üzerinde olduğu için anne tavrını baştan koymuştur: 'Sakın gösteriye filan yazılayım deme, kıyafet alacak paramız yok! Bayrama da gitmeyiverirsin...' Baştan böyle söylemekle kendince kızının üzülmesini önlemektedir. Ama, yetenekli bir öğrenci olarak her gün okulda çalışmalar yapılırken ve bayram günü, gösteri yapan arkadaşlarını izlerken Gökçe'nin ne hissedeceği okuldakilerin umurunda bile değildir. Zaten 19 Mayıs da 'Parası Olan Gençlerin Bayramı' olmuştur artık...
Bugün, eğitim sistemimiz tümüyle 'beyinlerin özelleştirildiği' bir süreci yaşamaktadır. Bu ortamda tek tek karşı duruşlarla ve çırpınışlarla uygulamalara karşı durmak ve değiştirmek olanaksızdır. Tüm çocukların ve gençlerin fırsat ve olanak eşitliği içinde yaşamaları ve eğitim haklarını sonuna kadar kullanabilmeleri ancak örgütlü mücadele ile olanaklıdır. Bunu başaramazsak yarın çocuklarımız için çok geç olacak...
Dilek Türtat ÖV-DER Yön. Kur. Üyesi (iZMiR)
çocuk bayramı havasının ısrarla vurgulanmaya ve milli egemenliğin üstü kapatılmaya çalışılan bayramımız. atamızın bu bayramı çocuklara armağan etmesi tarihte eşi görülmemiş güzel bir olay. lakin halkın oylarının %55'inin temsil edildiği bir meclis tarafından yönetilmek, hele de kayıtlı seçmenin %25'inin oylarını alarak 5 yıl tek başına iktidar olan bir partinin şimdi kalkıp bu oylarla 7 yıl da kendinden bir cumhurbaşkanı seçmek yoluyla bu süreyi 12 yıla çıkarmak istemesi, ulusal egemenlik açısından üzücü değil mi?

üzerine düşünülmesi gereken bir gün. kutlu olsun(!)
herkese kutlu olsun.
12 yaşındaki çocuğu 13 kurşunla öldürenlerin eylemlerinde "vicdana aykırı" bir husus bulunmayarak serbest bırakıldığı ugur kaymaz'ın;

kanalizasyon çukurları ve su birikintilerinde boğulan dilara dumrul, tayfun kuzu, ali dogan, ibrahim balin, yusuf balci ve isa gezen'in;

Kundaktayken ırzına geçilen 17 aylık bebenin;

3 lira gündelikle çalıştıkları devlet işletmesine kamyon kasalarında taşınan ve çırpı deresinde boğulan Ceylanpınarlı çocukların;

devletin esirgeme kurumlarında işkence gören ve vücutları pazarlanan çocukların;

bir tepsi baklavanın bedelini ömür boyu hapisle ödeyen aç çocukların;

işkence altında alınan ifadelerle hapsedilen manisalı gençlerin;

ülkesinde kutlanan "çocuk bayramı"dır. Kutlu Olsun!!!

(bkz: Ugur Kaymaz)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=219174

(bkz: meçhul öğrenci anıtı) ve (bkz: açık atlas)

(bkz: çocukları yiyelim)

(#1558908)

(bkz: cocukları yiyelim)
eskiden çocukların heyecanla hazırlandığı , herkesin bayram yerine coşkuyla gittiği
ama artık anlamını yavaş yavaş yitiren, çoğu kişinin haftaiçine denk gelsede tatil yapsak dediği gün.
23 Nisan'ı beklemedi. Mahkeme, tutuklu yargılanmaları talebini ısrarla reddediyordu. Sonunda, beklenen o 18 Nisan günü karar açıklandı. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babasını 21 Kasım 2004 günü evlerinin önünde kurşuna dizen dört polis memuru beraat etti.
23 Nisan Çocuk Bayramı için size hediyem, Uğur öldürüldüğünde yazmış olduğum yazıdır.
Yazının bağlandığı soru, artık daha hayati. Çocukları şerefli katil ya da terörist maktul olmaya zorlayan dünyamız can çekişiyor. O gün görmezden gelinmişti. Bugün görelim hiç değilse:
"Tam bir hafta geçti. Bu süre içinde Uğur'un, ayağında terliklerle kana bulanmış cesediyle yüzleşmeyi reddettik. 12 yaşındaki Uğur, Mardin Kızıltepe'de babasıyla birlikte güvenlik güçlerince öldürüldü çünkü. Çünkü bu memlekette yaşayan, asabiyet içinde kendine bir isim arayan, ister Türk ister Türkiyeli halkım, ORADA olan bitenler üstüne herhangi bir söz sahibi olma hakkından daha başından feragat etmiştir. insan olarak, aynı sınırlar içinde yaşamakta olduğu, Türk olmasa da Türkiyeli vatandaşlarının hayat güvenliği üstüne söylenecek bütün sözleri silahlı güçlere teslim etmiş, rahatlamıştır. işte Uğur'un çocuk bedeni kanlar içinde bir soru işareti gibi yatarken, bu ölümü de bambaşka bir dünyanın, aklımızın ermeyeceği çatışmalarının büyük ihtimalle hak edilmiş bir sonucu olarak görüyor, susuyoruz. Bunca zamandır az satan birkaç basın organı dışında başta Umur Talu olmak üzere ancak birkaç kişinin ilgisini çekebilmiş olan bu ölümler de hesabı sorulmamış binlerce ölümle birlikte dikilmiş, gözlerimizin içine bakıyor.
Şimdi ne yapacağız? Bir kez daha kalakaldık mı çok sıktığı için boynumuzdan çıkarıp attığımız vicdan yakasının karşısında?
12 yaşında bir çocuğun, 'dokuzunun yarasında yakın atış izlenimi uyandıran barut izleriyle sağ ve sol eline dört adet, vücudunun sırt bölgesine dokuz adet olmak üzere toplam 13 adet mermi' ile vurulmuş olması dünyanın savaştan uzak durmakla övünen her ülkesinde kıyamet koparır. Öğretmeni tarafından 'az önce sokakta arkadaşlarıyla oynuyordu; 5-C sınıfından öğrencim' diye teşhis ettiği Uğur ve babasının evlerinin önünde, ayaklarında terliklerle toplam 21 kurşunla öldürülmesinde bir haber değeri göremiyorsak Türk basını olarak kendimizi toptan lağvetmenin zamanı gelmiştir. Ancak ora insanının yoğun çabaları ve birkaç vicdan militanının gürültü çıkarmasıyla toparlanabiliyorsak...
Hayatından bu kadar kolay vazgeçebildiğimiz çocuk ve babasının hikâyesini bu gün Ahmet Şık'ın kaleminden okuyacaksınız.
Bu haberi okurken neler hissedecek, neler düşüneceksiniz bakalım? Bu konuda bir açıklama yapma zahmetinde bulunmayan içişleri Bakanlığı, idari soruşturma başlattığına göre kendisine zar zor bir meşruiyet edindi bu konu da. Gerçi bir mahkeme kararıyla dosya üzerinde 'gizlilik' kararı alınmış ya, bu haberi okuduğunuz, çevrenizdekilerle tartıştığınızda artık 'vatan haini' damgası yemezsiniz. Mardin Valisi'nin açıklamasıyla yetinseydik, Uğur ve babasının, terlikleriyle karakol basmaya kalktıkları sırada vurulduklarını okuyup geçecektik. Şimdi de 'Dur' ihbarına
uymayıp ateş açtıklarını iddia ediyor, güvenlik güçleri. Başucuna uzun
namlulu silahı yerleştirirken terliklerini çıkarmayı unutmuşlar. Uğur, hele o bölgede katlinden sual olunmayan çocukların ilki değildi elbet. Belki katlinin hesabı sorulan ilk çocuk olabilir. Ama bu da hayatımızda bir devrimin ateşleyicisi olacak değil maalesef. Aslolan, Uğur'un nasıl bir dünyadan kovulmuş olduğu gerçeğidir.
Nasıl bu hale geldik?

Aman incinmesinler
Bu memlekette, en hassas koruma altına alınmış olan; güvenlik güçleridir. Emniyet ve askeri güçlerin moralinin bozulmaması için kendilerine sonsuz bir özgürlük alanı tanınmıştır. Güvenlik güçlerinin incinmemesi her şeyin önünde gelir. Devlet diktesinin de gücüyle ÖZGÜR basın, bu konudaki dikkatiyle vatandaşına göz yaşartıcı fedakârlıkta bir rehberlik görevi üstlenmiştir. Elinde silahı olan ve güvenliğimizi sağlamakla yükümlü Emniyet güçlerinin isabetine yönelik en ufak bir kuşkuyu dile getirmek, sizi bir çırpıda 'marjinal' yapacaktır. Avrupalı olma yolunda atmakta olduğumuz hiçbir adım, bu gerçeği değiştirebilecek kudrette değildir. işkenceci polisler hâlâ ve mümkünse hiçbir zaman cezalandırılamaz. Gözaltında ölümüne sebebiyet verdikleri kurbanlarının hesabı da kendilerinden sorulamaz.
Zamanaşımı onların yanındadır.
işkence yuvaları kurmuş cuntacı generalleri bile rahmetle anmak zorundayız. 33 Kürt'ü kurşuna dizip idam cezası alan Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın adı, daha geçtiğimiz mayıs ayında bir Jandarma
Sınır Taburu'na verilmedi mi?
Meselenin adını koyuverelim. Bu topraklarda polisin ve askerin morali her zaman bir çocuğun canından önce gelir.
Onları eleştirmek, bu kurumların ıslahının gerektiğinden söz etmek son derece tehlikelidir. Güvenlik paranoyasının topyekûn ülke sathına yayılması, sık sık düşman listelerinin çıkarılıp kendi fikir tartımızla dünyaya bakabilmemizin engellenmesi şarttır. Hepimize tek yol olarak gösterilen, kimi sertlikleri, münferit zalimlikleri olmakla birlikte bu kurumların en ufak bir eleştiri esintisinden uzak tutulmaları gerektiğidir. Bu, güvenliğimizin bedelidir. Onların da burnundan kıl aldırmayan bu ruh hali içinde düşman bellediklerinin yaşama hakkına yönelik en büyük tehdit oluşturuyor olması doğal.

Çocuk deyince
Çocuk katili Amerika diye haykırırken korunaklı, dokunulmaz Emniyet güçlerimizin 'terörist' diye çocuk katletmesini hazmedebilmek de bu toplumun ruhundaki yarılmayı göstermektedir.
Oradan yeni haberler geliyor. Kızıltepe ilçesinde, ellerinde 'Vali halka hesap versin' dövizleriyle bu ölümleri protesto eden, hükümet konağının önünde oturma eylemi yapanlara coplarla saldıran polis olayı görüntüleyen DHA muhabirinin kamerasındaki kasete de el koymuş. Uğur'un okul önlükleriyle eyleme katılan sınıf arkadaşları da gözaltına alınmış.
Kim bilir onlar nasıl bir muameleyle karşılaşmıştır.
Uğur'un, ölüleri teşhis için çağırılan kapı komşusu öğretmeni, Uğur'un başucundaki uzun namlulu silahı gösterip, 'Bu küçücük çocuk bu silahı taşıyabilir mi?' diye sorduğunda polisler, 'Karanlıkta koca adam gibi duruyordu' demiş.
Çocuk ölüleri karşısında ne hissediyorsunuz? Karanlıkta koca adam gibi durduğu için, başını sokabileceği bir evi olmadığı için, aç kaldığı, tedavi görmediği için ve daha birçok nedenle katledilen çocukların ölüleri nasıl oluyor da infial yaratmıyor bu toplumun bağrında? Asılabilsin diye yaşı yükseltilen çocukların cellatları nasıl hâlâ saygın kimliklerine bürünmüş, sıcak evlerinde ecel bekliyor?
Bu toplum, bu koca nüfus, vatan sevmekten çocuk sevmeye vakit bulamamış savaşçılar ve kasaba tüccarlarından mı oluşuyor?
Çocuğa yönelik, çocuğun kıymetini işaret eden nasıl bir örgütlenme görüyorsunuz hayatınızda? Bir çocuğun paramparça bedeni karşısında suspus olup yetkililerin açıklamasını bekleyecek sabrı, soğukkanlılığı nereden edindiniz? Terörist çıkarsa boşa üzülmüş olmak istemiyor musunuz?
Nasıl bu hale geldik?
Çocuk dünyasına yakın durmayan, hayatında bir tek çocukla hazmedilmiş bir tevazu içinde birlikte vakit geçirmemiş, bir tek çocuğun dilini asal kabul edip onun karşısında saygıyla titrememiş bir yetişkin için çocuk, elbette kolay unutulacak bir insan küçüğüdür. Çocuk dilini, çocuk
gözünü hiç merak etmeyen; onları bir an evvel eğip büküp güruha katmaya çalışan bu toplum, daracık dünyasında nefes darlığı içinde yaşayıp gidecek.
Bir çocuğun saçının bir tek telinin bu toplumun emniyetine feda edilemeyeceğini, edildiği takdirde emniyet duygumuzu sonsuza dek yitireceğimizi haykırmak gerek.
Uğur'un, kayda gelmeye tahammül edemeyen polisin tehdidi altındaki bütün sınıf arkadaşları 'çocuk bayramlarında' ona 'zarfsız kuşlar gönderecek'. Ya biz? Hiç değilse onları koruyabilecek miyiz?"

yıldırım türker
radikal
cocuklara zehir zikkim bayramidir...
gariplerim 23 nisan tatil diyerek sevinirler, kendilerince planlar yaparlar; sonuc 23 nisan icin dersler iptaldir, oleydir, canlari cikarilasiya kadar bir kac saatlik gösteri icin calistirilirlar ve daha sonrada ividik zividik esyalar giyerek, ellere tutusturulmus anlamsiz rengarenk bayraklari sallayarak stadium icinde devlet büyüklerinin önünde dans etmek, onlari eglendirmektir...
madem cocuk bayrami, neden büyükler dans edip, cocuklar oturup onlari izlemez??? diye sordurtan bir gündür...
http://www.penguen.com/co...t/Kapak/_239_kapak239.jpg
slkilmadan aylardir kullandigim, kutupsal form ve hunlu urunu olan, sade ve renkleri guzel secilmis, goz yormayan, bence sozlugun en guzel temasi.

not: is bu entry benim 2000. entryim olup, guzel sozlugumle atami bulusturan en guzel basliga (temaya) denk gelmistir.

bilmeyene not: 23 nisan adli temada, arka planda ataturk silueti bulunur.
Diğer önemli Türk bayramları gibi bu bayram da apayrı güzel...
çocuk olmasam da gene eski çocukluğumdaki gibi eğlenirim, milli düşüncelerimi kabartırım yani Türklüğümü en içten yaşadığım günlerden biri. Atatürk iyi ki armağan etmiş bu bayramı diğer bayramları gibi. Saygıyla Atamızı ve Türk halkımızı kendi adıma anıyorum.

(bkz: Seni çok özledik)
(bkz: Türkiye Cumhuriyeti)
(bkz: Türk Çocuk bayramı)
cem yılmaz'ın doğum günüdür.
ecnebi çocuklarının bu bayrama özenmeleri için güzel yurduma davet edildikleri, adına yazılan 4 satırlık şarkı müsveddesinin istisnasız her yıl meydanlarda okunduğu gündür 23 nisan.

23 Nisan kutlu olsun,
Sevinin küçükler, övünün büyükler,
23 Nisan kutlu olsun...

Çok büyük bayram bu bayram
Herkese kutlu olsun

diye devam eder..
türkiye büyük millet meclisinin kuruldugu tarih'e atfen atatürk tarafından tüm dünya cocuklarına armagan edilen evrensel bayram günü.
... nasıl da mutlu oluyor insan. *
atatürk ün türkiye büyük müllet meclisinin açıldığı gün olması sebebiyle bayram ilan ettiği ve bu bayramı çocuklara armağan ettiği tarihtir.
kimileri için kapkara bir gündür. o kimileri şimdilerde komisyonlarda, meclislerde, bakanlıklarda boy gösterir...

benim içinse pek neşeli bir gün. ancak hemen yakınımda bando çalışması var bir okulun; şu anda bohem hayat tarzıma çomak sokuyor...

demek ki neymiş: ülkemizin bağımsızlığı, milletin iradesinin ülkeye hakim kılınması kimileri için gerçekten kötü etkiler yaratabiliyormuş. burdan size kendi bohem hayat tarzıma sokulan çomaktan bahsettim, siz tamına varın.

not: benim hayat tarzıma sadece çomak soktu - ki hiç de rahatsız değilim. ancak düşünün ki kimilerinin tüm hayallerine, tüm ırz düşmanlıklarına, tüm kokuşmuşluklarına çomak sokuyor bu meclis. kapkara gün onlar için; benim içinse adeta bir hayat öpücüğü...
çocukluktan uzaklaşıldığının daha fazla idrak edildiği gün. nostaljik bir dokunuş.
akdeniz bölgesinde çocuklar açısından oldukça eziyetli geçen bayramdır. sıcak hava ve güneşin altında saatlerce öğrenciler bekletilir. 3-4 saat ayakta bekler çocukcağızlar. oyunlar oynanır, şiirler okunur, konuşmalar yapılır ve ardından çocuklar dağılır. hakikaten çok eziyetlidir.
sadece çocuk bayramı değil ulusal egemenlik bayramıdır. hepimize kutlu ve mutlu olsundur. egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
her ne kadar egemelik ulusun olmasa da,
türkiye emperyalizmin güdümünde,
bir cemaatin ve birkaç çapulcunun elinde olsa da,
ulusal egemenlik ve çocuk bayramınız kutlu olsun türkiye...

uyuyan türkiye'ye iyi uykular!