bugün

ben bu yazıyı eski sevgilime yazdım

değişen dünya ile artık yerini e-postalara bırakmış mektuptur.

göndermeye cesaret edilemeyecek bir mektup-mail daha.

yazıldığı tarih: 02.10.2006
gönderildiği tarih: 06.03.2007
yanıtlandığı tarih: 17.04.2007

sana ne kızabiliyorum, ne küsebiliyorum... arada bir sinirleniyorum; o da kısa sürüyor tüm sinirlerimden... sana çok şey söylemek istiyorum.
içimde birikiyor sözcüklerim, kuruyorum cümlelerimi; içinde "seni seviyorum" geçiyor, devriliyor bütün cümleler.
cümlelerim böyle devrikken dudaklarımdan dökemiyorum. hepsi birbirine karışıp dağılacak diye... ama daha ziyade korkuyorum, sevgimden korkup kaçmandan. çünkü ben korkuyorum bu aşktan. beni yok etti çünkü. aslında bu ben değilim. gurursuz, sırf hala aşık olduğumu anlayıp kendini bana karşı suçlu hissetmenden, bana acıyıp beni mutlu etmek için minik yalanlar söylemenden ve sonra her zamanki gibi kaçmandan korktuğum için aşık değilmiş gibi, hiç umursamaz gibi rahat davranan ben değilim.
senle konuşamadığım zaman sinirleniyorum, kızıyorum ama sana değil asla. sadece konuşamadığıma... sesini duyamadığıma... arayıp sesini duymaya bile cesaret edemememe, sesini duymak için çıldırırken... evet çıldırmış olmalıyım. bu kadar aşkı 500 gr.lık kalp denen organa sığdırıp üzerine kilit vurmaya çalışıyorum çünkü.seni unutmayı düşünmek çılgınlık, seni sevmeyi sürdürmekte öyle...
hoş... sevmeye yetkim yetersiz, unutmaya yeteneğim...
böyle kısıtlanmışken hayat çok zor. seni görememek ayrı bir işkence. görüp dokunamamak ayrı...
sanırım ölümüm ne kadar kötü olursa olsun son nefesimi verirken seni ancak seçebilecek kadar yakından görmek ruhumu şad eder...
evet ölmeyi diliyorum bazen, sessizce bir kuytuda... ve yakında... Allahımdan bunu diliyorum her duamda. seni biriyle görmeden gözlerimi sonsuza kapamayı diliyorum. senin dışında biriyle birlikte olmak zorunda kalmadan, en azından tüm bu beklenen kabuslardan hemen önce son nefesimi vermek istiyorum.
kimsenin arkamdan ağlamasını istemiyorum. aksine belki buruk ama bi tebessüm olmalı yüzlerinde.
ve artık şuan dayanamıyorum ve sonsuza kapamayı dilediğim gözlerimden yaşlar boşaldı. son nefesimi vermeyi dilerken ben, boğazıma hıçkırıklar dolandı.
kafamı taşlara vurmak istiyorum, kesinlikle pişmanlıktan değil. bu ruhani acıya dayanamıyorum ve artık fiziksel bi acı diliyorum; seni bana unutturacak.
biliyorum bu bana yakışmayacak acizce bir dilek. ama dayanamıyorum Allah'ım.. Allah affetsin beni.
seni herşeyden çok istiyorum. her konuda... düşündükçe etim sızlasa da sana dokunma isteği bütün düşüncelerden alıkoyuyor beni. ama senin bana dokunduğunda aklından başkasının geçmesi ihtimali... kahrediyor. -ki "mecburum" diyorsun, çünkü sen onu seviyorsun.
neden tüm aşklar başka bi aşkla kesişiyor. neden seni özgürce sevemiyorum? neden... ben seni, sen başkasını, başkası beni... bir çengel bulmaca... her bir kelime bir başka aşk... birbirine bağlı kıyısından... her bir kelime önündekine ip ucu verirken, öndeki kelime de vermekte... arkasından aldıklarının farkında olmadan...

sweatine sarıldım, uyudum iki gün... iki koca gün boyunca hiç bırakmadım elimden, kokladım defalarca. "kalabilir" demiştin ama sırf seni görebilmek için geri vermek istedim.

o elimi tuttuğunda aklıma ilk gelen ilk elimi tutuşundu ortaköy'e yürürken...
-üşüyor musun yok sadece ellerim biraz...
-bakayım.. hım. buz olmuş...
elim elinde... elin cebinde... yürümüştük öylece...
sonra masada otururken parmaklarımla oynayışın...
zincir küpemi parmağıma dolayışın... alıp cüzdanına koyuşun... aldığın yüzüklerle geri vermiştin. meğer parmağımın ölçüsünü almaya çalışmışsın zincir küpeyle.
son olarak bir de benim senin son elini tutuşum gelmişti aklıma. sigaramı yakarken çakmağı çekiyordun geriye, ani bir refleksle bileğinden tutup çakmağı yakalamıştım. bırakmak zor olmuştu. o 3 saniyede tüm vücudum ürpermişti.
sendeki iftarın ertesi onunla buluştum, öpmek istedi, suratımı çevirdim. tokat atmak istedim. senden başkası yaklaşmamalıydı bana, izin vermemeliydim kimseye. ama unutmama vesile olur dedim böyle oyaladım kendimi. çaresizdim, kendi yalanlarıma kendim inandım. ama çare deği,l işkenceymiş.
ve sen geldin şimdi msn'e... "napıyorsun" dedin, boş bulundum yine; "yazı yazıyorum" dedim. "ne yazısı yazıyosun" dedin. "öylesine birşeyler işte.." dedim.
öylesine birşeyler...
içim cız ediyor senle konuşurken... ek kontenjanla yerleştin. gidiyorsun... "okumayacağım, kayıt yaptırıp döneceğim" diyorsun ama bir de kalırsan... seni görememekten korkuyorum. hemde çok...

fotoğrafını aradım bugün, bulamadım, kaybetmişim, yüzüğünü kaybettiğim gibi hiç hatırlamıyorum yerini.
belki de bu ufak bir başlangıç... yavaş yavaş seni kaybedişimin sembolik belirtileri... ben de bilgisayardaki fotoğrafları tab ettirdim. sakarya'ya götüreceğim, baş ucuma, duvara asacağım. her uyandığımda görebileceğim yerlere...

"okuyacaksın" demiş annen. haklı tabi. ama... nasıl göreceğim ben bi daha seni... askere gitmenden daha iyi sanırım. en azından yazları burada olursun bir kez de olsa görürüm belki ama okumazsın, kalmazsın orada dimi? askere gitsen izinlerine belki de ben denk gelemeyeceğim sakarya'da olacağım belki de. ama birgün askere de gideceksin. ve birgün bir başkasıyla da evleneceksin.
o yüzden alışmalıyım. seni görmemeye. ama nasıl... sakarya'dan uzun tatiller harici gelmemeliyim belki de. başkasını sevmeyi denemeliyim. senle kıyaslamadan tabi. yoksa biliyorum yine olmayacak. ama sen aklımda oldukça da kıyaslıyorum herkesin sen olmasını istiyorum.

ve çıktın işte... gittin...
kenedy demişki ''kim ki düşmeyi göze alır, o yükselir.'' senin iletinde yazan bu şuan. güzel demiş de..
herşeyi göze aldım, düştüm, bir düştüm, pir düştüm; ne zaman yükseleceğimi neden söylememiş kenedy amca?

sen offline oldun ama ben hala sayfayı kapatamıyorum.
kapattım. içim cız etti bir kez daha. daha ne kadar yazacağım bilmiyorum ama bırakamıyorum.
neden yazıyorum onu da bilmiyorum çünkü bu maillerde diğerleri gibi biraz taslaklarda bekleyip silinecek. arada bir cesaretlenip atmak için açacağım, okuyunca cesaretim kırılacak, vazgeçeceğim. tekrar cesaretlenip atarım diye korkup sileceğim. ama silmeden önce bir kaç kez cesaretlenip cesaretim kırılacak. cesaret kırıntılarım ancak silmeye yetecek.
mesajların... silemiyorum, kırıntılar yetmiyor. her gece yatmadan önce, uykudan önce, gece masalı niyetine, şifa niyetine okuyorum. önemsiz olanları bile silemiyorum. sadece ok yazan mesajların var mesela. onlara bile kıyamıyorum.
o iyice ağır gelmeye başladı. sevdiğini hissediyorum ama sevemiyorum. istemiyorum. ama empati yaptığımda üzülüyorum, vazgeçiyorum. ama bu daha fena sanırım, hiç dürüstce değil. of, zor... sevmek, sevilmek, aşk, unutmak, hatırlamak, hatırlanmak hepsi de çok zor...
senin tek bir dokunuşunun hayali... alıp götürüyor beni. desen ki sabaha kadar kal yanımda hiç düşünmeden evet, evet, evet...
günlerce sana nilüfer'in "dokun bana" şarkısını yollamak istedim. yine kırık cesaretim el vermedi. sözlerini yollamak istedim bunu da beceremedim.
sonra birgün yolladım ama anlatamadım ki bendeki yerini..

"uyu" dedin, sırf sen dedin diye uyumak istiyorum ama şuan kendimi senle konuşur gibi hissediyorum ve bırakıp gidemiyorum yatağa. ama haklısın uyumalıyım dinlenmeliyim. seni daha dinçken sevmeliyim, dinçken özlemeliyim.

dostluğun bana yetmiyor.
konuşurken düşlüyorum ellerini.
özlüyorum.
dokun, dokun bana ne olur dokun bana...
sevmek dokunmak demiştin...
biliyorum.. sürmese de,
eskiye benzemese de...
hala benim tek ezberim...
dokun bana, ne olur dokun...
dinlemek beni kesmiyor...
hasreti hafifletmiyor...
dokun bana, gizli olsun...
dokun ne olursun dokun...
alıştığım ellerindi...
özlediğim sevgilimdi...
oyalama dostluğunla...
katlanamam buna...
dokun bana nolur dokun bana...