bugün

tut ellerimden hadi gidelim

bir bankın kenarında oturuyordu.

O kadar ait değildi ki bu hayata, hani hep kalkıp gidecekmiş, hiç kalmayacakmış, Hani bu şehri terk edecek de, sonra dönmeyecekmiş gibi....

“Madem gideceksin, bir kerecik dinle.”

Karşısına dikilmiş duruyordu adam. Gidişini izliyordu. Gideceği güne biriktirdiklerini, onsuz ama onlu anılarını, onsuz ama onla geçen zamanını anımsıyordu giderken. Sustu kadın. Tek kelime edemedi.

Rüzgar vardı, yağmur vardı, gitmeler vardı. Ama durdu, dinledi. Çıtını çıkarmadı, adam konuşurken saygı duruşunda bekledi ağaçlar...

“Uzaktan bakıyorum sana.”

Sesi titriyordu sanki.

“Seni bana çeken neydi bilmiyorum diye devam etti adam. Narin kalbin miydi, masumiyetin miydi bilmiyorum. Tek bildiğim yanlışlar yaptım, saçmaladım. Olmaz desen de, engel olamadım geldim peşinden. Vazgeçmek gelmedi aklıma. Yüreğime gelmedi. Kaç kere döndüm yollarından, kaç kere kızdım kendime, kaç kere sana kızdım, yok yok sana kızamam ben, kıyamam. ikimizin yerine kendime kızdım ben.”

Unutursun dedi kadın. Gidiyorum ben. Kendimin peşinden gidiyorum. Kaybettiğim hayallerin peşinden. Çocukluğumun peşinden...

“Ama nasıl unuturum, dinlendiğim tüm şarkılar sana yazılırken...”

“Gideceksin” dedi adam. “Gideceksin ve ben yokluğuna alışacağım. Biliyorum, zor olacak, canım yanacak, seni canım acıya acıya unutacağım, tıpkı ölüm gibi...”

Beni tanımıyorsun bile dedi kadın. Hayallerimi bilmiyorsun, hiç ağlarken görmedin bile, gülerken de.

“Hangi ara bu kadar teslim ettim kendimi onu da bilmiyorum” dedi adam.

“üzülmene dayanamıyorum...”
“o insan olmadığımı kabullenemiyorum...”
“hayallerindeki adam olmadığını bilmek...”

Adam konuşuyor, kadın dinliyordu. Cümleler kalıyor birkaç aklında kadının. Ama tamamını hiçbir zaman yakalayamıyor. Her paragraftan bir kelime seçiyor sanki. Onun üzerine düşünüyor, sonra diğer paragrafı yakalıyor. Sonra diğerini... tıpkı bir türlü tamamını yakalayamadığı hayatı gibi.

“sen sığınacak güvenli bir limandın, şimdi git diyorsun, açık denizlerde yapamam ben sen de biliyorsun. Yine de istiyorsun, kıramam bilirsin. Sonu ne olursa olsun, kıyamam...”

Kadın derin bir nefes alıyor. Diyecek bir şey bulamıyor. Sadece dinliyor. Onun istediği gibi, sadece susuyor ve dinliyor.

“Oradan nasıl göründüğümü biliyorum inan. Senden gelecek bir tebessümü aylarca beklemek ne demek bilir misin. Ya bir umuda sarılıp uyumak... sana karşı hep açık oldum oysa ben. Kızdım, sevdim, sitem ettim. Böyle yaşadım işte, ulu orta.”

Doğruydu anlattıkları. Ulu orta her şeyi söylemişti, sevdiğini mesela. Özlediğini. Beklediğini, bekleyeceğini. Oysa bilmediği bir şey vardı adamın, gönül yorgunluklarıyla baş edemezdi. O açık denizlerdeki fırtınalar gibi, alabora ederdi, üzerdi.

Yaşamayı öğreniyordu adam. Kalp taşıdığının farkına varıyordu. Aşık oluyordu. Karşılıksız bir aşkın karşısında dik durmaya çalışıyordu. Tutunmaya çalışıyordu. Karşılıksız, çıkarsız, yalansız dolansız seviyordu. Aşkın en acı olanını yaşıyordu.

“Neyse daha fazla sıkmayım canını. Sen bana kalbinde yer açmasan da, ne çok yüreğimdeymişsin meğer. Off ne zormuş...”

Özür dilerim dedi kadın. Yaşattıklarım için, yaşadıkların için. Biliyorsun dedi, bir şey yapmadım oysa. Gitmeliyim...

tut ellerimden hadi gidelim, birlikte gidelim dedi adam.

“acemiliğine, beni üzmelerine razıyım, bırak ben de geleyim”

Ayağa kalktı kadın. Yürüdü... adamsız. Kendinin peşine düştü. Arkalardan son kez sesini duydu.

“Güzel yüreğin gün gelecek sevgiyle dolacak.”

“ve ben onun için dua edeceğim...”