bugün

ben bu yazıyı öylesine yazdım

veda hiç sevmediğim kelimedir. hiç sevmem vedaları, o gözlerden çıkmasını istemidiğin halde zoraki akan yaşlar, ayrılacağın insanın gözlerine bakamamak, sarılmamak için kaçmak...

bu gün öğrencilerimden ayrılırken aslında her şey çok yolundaydı. ama bir anda bu veda kelimesinin içi, acı bir şekilde doldu.
hiç bir öğretmen bana tüm öğrencilerini eşit oranda sevdiğini söylemesin, çünkü yok öyle bir şey. bazı öğrenciler farklı seviliyor. böyle evlat gibi. cidden sarıldığında öyle güzel bir koku geliyor ki onlardan, çok farklı bir şey bu. ama hepsinden gelmiyor aynı koku, o koku başka bir şey. koku hassasiyetim çok fazladır zaten.
karne alınıyor ve benim bir haftadır ağlayan 5. sınıflardaki kızlarım koşarak yanıma geliyor. yine gözler ıslak ıslak. nasıl bir sevgi ki bu, bu derece ağlıyorlar? sanırım çocukluğun verdiği saf sevgi bu. seneye başka bir öğretmenleri gelecek ve onu da çok sevecekler. bana yazdıkları tüm mektuplarının aynısını ona da yazacaklar. elbet ufak tefek farklılıklar olacak. çünkü paylaşımlar farklı. böyle düşünerek onlara sarılırken ve kokularını içime çekerken, gözlerim çok hafif doluyor sadece. aksini düşünsem zaten, kesinlikle ağlamalarına dayanamam.
cafer geliyor, yeşil gözlü yakışıklı oğlum. "öğretmenim, keşke hiç ayrılmasak" diyor bana. hayatın kanunu bu cafer, ben gitmesem bir gün bu okuldan sen gideceksin, diyorum. sıkı sıkı sarılıyor bana, cafer'den de çok güzel bir koku geliyor burnuma. zaten ilk efa cafer'e bakarak erkek evlat sahibi olmak istemiştim. "çok yakışıklı olacak benim oğlum büyüyünce" diyordur eminim annesi. hele onun uyumasını seyretmek ne güzeldir. kıvrımlı kıvrımlı kirpiklerinin arasından parıl parıl parlayan yeşil gözleri, dağınık saçları. içimden çok saygılı ve akıllı olacak benim oğlum, diyorum. aslında bu bir dilek, çünkü henüz on bir yaşında bir öğrenciden gördüğüm sonsuz saygının tarifi yok. canım cafer'im, hep böyle ol.
ondan sonra kaç kişiye daha sarıldım bilmiyorum ama bir anda aradan biri görünüyor.
caner... işte benim oğlum. zaten bana sarılmaya çalışan öğrencilere, o anda bir dakika benim oğlum gelmiş, dediğimi hatırlıyorum.
çünkü başta da dediğim gibi herkes bir yana, caner bir yana. bana "çok güzel kokuyorsunuz" diyen, saçlarımın arasına getirdiği gülü iliştiren, ufacık bir moral bozukluğumu fark eden, derslerde bana göz kırpan, teneffüslerde yanımdan geçerken öpücük atan, sarılan, öpen caner'im; oğlum.
cafer erkek evlat sahibi olma isteğimi ortaya çıkarmıştır evet ama caner o isteği fena halde körüklemiştir. bazen çok yakın arkadaşım gibi hissediyorum onu, bazen evladım gibi. asla beni kırmayan, benim için tüm sınıfı yöneten ve gözümdeki değerini çok iyi bilen ve bunu çok akıllıca kullanan caner'im.
"size veda etmeden gidemem" dedi, usulca. sonra başını göğsüme koydu ve sıkıca sarıldı. ne kadar da güzel kokuyorsun caner. kafasını göğsümden ayırdığında kıpkırmızı olmuş yüzünü, ıslak gözlerini ve hıçkırıklara boğuluşunu görmek veda kelimesinin acı bir yanıydı. o ana kadar ağlayan tüm öğrenciler için düşündüğüm avunma cümleleri her şey boşaymış. caner'de böyle bir şey yapamıyorum. tekrar sarıldım gözyaşlarımı gizleyerek. herkes ağlayabilir ama sen ağlayamazsın caner'im, dedim. hem biz görüşeceğiz. oğlumla tabi ki görüşeceğiz, o benim sağ kolum. sağ kolum olmayı da o teklif etmişti. "ne isterseniz yaparım" demişti. canım oğlum; bir gün de elimde kupam çayımı yudumlarken, "öğretmenim bu kupa benim olsun, ben de size benim kupamı getireyim, birbirimize hatıramız olsun" demişti. bunu düşünmesi bile ne kadar büyük bir şeydi benim için. arkasından el sallarken, ömrü boyunca iyi yerlerde olması için dualar ettim içimden. hep dualar edeceğim senin için.
sanırım uzun bir süre, gözümün önünden o ağlaması gitmeyecek.
vedalar kötü arkadaş. gönül istiyor ki hep bir arada olalım, hiç ayrılmayalım. ama ne mümkün.