bugün

" içimizdeki karmaşıklığın sebebi hep içimizde sakladığımız derin duygular ve o karakterler. bilseniz bunun için ne kadar da pişmanım.
aslında hepimiz pişmanız. yaşayamadıklarımız için...."
''Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.''
Neden bilmiyorum fakat Dostoyevski'nin bütün kitaplarına derin bir aşk besliyorum. Yeraltından notlar da bu kitapların başında geliyor. insanın hayata olan bakışında ciddi etkiler bırakabilecek bir kitap .
Tek kelimeyle muhteşem.
dostoyevski abinin sadece bir yazar değil ayrıca bir dahi olduğunu gösteren kitap. bu kitaptaki karakter kendisi değilse ben bir şey bilmiyorum. bunları bu kadar net başka türlü anlatması zor. evet.
Okuduğum en etkileyici kitaplardan bir tanesi.
Baş karakter Tam bir ucube, lağım faresi, yazarın kendini yansıttığı roman, bir Türk düşmanı da zaten boyle nevrotik bir ucube olabilirdi.
--spoiler--
izin vermiyorlar, bırakmıyorlar, iyi olayım...
--spoiler--
Dosto'nun efsane kitabı. Bir solukta okunan ama defalarca kafanızı patlatan kitap.
--spoiler--

baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. insana, gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan petersburg'da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi."

--spoiler--

Dostoyevski abinin en sevdiğim kitabı.

Bu sefer doğru yere yazdım galiba.
yeni okumaya başladığım güzelim dostoyevski kitabı. dostoyevski'nin kötü bir kitabı yok ki zaten. her cümlesi, yansıttığı her düşüncesi çok kıymetli, samimi bir kitap.

benim nasıl bir adam olduğum da belli değil: ne ters bir adamım, ne uysal; ne alçağım, ne onurlu, ne kahramanım, ne de korkak... kendi köşeme çekilmişim; zeki insanların önemli bir iş tutamayacakları, tutanlarınsa aptal oldukları gibi kin dolu, hoş bir avuntuyla günlerimi doldurup gidiyorum.
Bir ay önce okumayı deneyip beceremedigim (evet beceremedigim) kitaptır. şimdi tekrar başlıyoruz şans dileyin.
Rus edebiyatının en güzel kitaplarından biri. yeri gelmişken, önemli bir yönetmenimiz filmini yapmaya çalıştı, yapmaya çalışmakla kaldı.
"yemin olsun ki anlamak ağır bir hastalıktır, üstelik tam anlamak gerçek bir hastalık"
dostoyevski'nin hepimizin içten içe sezdiği ama tanımlayamadığı ya da bastırdığı gizli düşüncelerimizi ve kişinin kendi kendini nasıl kandırdığını, saçma sapan acıları nasıl yücelttiğini, nankörlüğünü, kibrini, sinsiliğini ifşa eden bir kitap. kitabın en önemli iddiası, insanın aslında acı çekmekten haz duyuyor oluşudur. dostoyevski kitap boyunca bu iddiasını ispatlamaya çalışır. kitabın ilk bölümünde deneme şeklinde, ikinci bölümünde bir hikaye üzerinden yapar bunu...
ergenlik yıllarımın ortalarında tanıştığım bu kitap, realist akıma yakın olmamın da etkisiyle edebiyata bakış açımı kökten değiştirmiş; ağlak edebiyatını ve şiirin neredeyse tümünü samimiyetsiz bulmama bir temel sağlamıştır.
Dostoyevski'nin en sevdiğim eseri. Yine rus edebiyatı...
Kitapta yer yarilip içine düşen bir kadının ve erkeğin maceraları anlatıliyor.
bunalımınızı 2ye katlayacak kitap.
bir dostoyevski kitabı.
Bir kaç kitapla beraber ablamdan almıştım kitabı, ama aldığım o güne lanet ediyorum.

12 yaşında -adam gibi- kitap okumaya başladım. Jules verne,Sofie'nin şeyi derken, en son birkaç tane günümüz amerikan korku gerilim kitabı okudum(ucuz olduklarından dolayı).
Ve ben elime bu kitabı aldıktan sonra daha da kitap okumadım.

bu durum birkaç yıl boyunca sürdü. belki 7 kez kitaba baştan başladım, zorlaya zorlaya %15'ini bitirdim, gene bıraktım.
olmuyor arkadaş bir türlü kitabın içine giremiyorum.
Yıllar sonra tekrar başlasam mı diyorum bu sefer de olmazsa dostoyevski'ye ana bacı yeraltından notlar yazmaktan korkuyorum.

Not:kitaba kötü demiyorum, haddim değil sadece bende iyi bir etki bırakmadı.
varoluşçuluk un ilk romanıdır.

ayrıca kitap ile ilgili ilginç notlar şunlardır:

1. kitabın ilk cümlesi: “ben hasta bir adamım…”

2. fyodor mihayloviç dostoyevski tarafından kaleme alınmıştır.

3. ilk olarak 1864 yılında petesburg’da basılmıştır.

4. dostoyevski, bir mektubunda, bu yapıtında yepyeni bir anlatım denediğini, “müzikteki geçişleri bilirsin. bu da tıpkı öyle olacak. birinci bölümdeki gevezelikler, ikinci bölümde yerlerini ani bir katastrofa bırakacak” şeklinde ifade etmiştir.

5. edebiyat dünyasında varoluşçuluğun ilk yansıması olarak kabul edilen eser, camus ve sartre’ı etkileyen önemli bir yapıttır.

6. dostoyevski’nin sonraki yıllarda yazdığı romanlarda işlediği birçok felsefi ve ahlâki problemin tohumları bu romanda atılmıştır.

7. kitap,“yeraltı” ve “sulu sepken üzerine” olarak iki ana kısımdan oluşuyor. yeraltı bölümünde, artık kırklı yaşlarına gelmiş ve geçirdiği ömrün sonuna yaklaştığını düşünen ve geriye dönüp bakınca yaşadığı koca kırk senenin nasıl geçtiğini, bu süreçte neler gördüğünü tekrar tekrar zihninde canlandıran, içine kapanık, hassas ve utangaç bir adamın karakteri, fikirleri ve hayata bakış açısı anlatılır. “sulu sepken üzerine” adlı ikinci kısımda ise biraz arızalı, çokça utangaç adamın sözü edilen bu talihsiz karakter özellikleri ile nasıl bir hayata mahkûm olduğuna ilişkin notlar yer alıyor.

8. kitap, oldukça bunalımlı ve kaotik bir eser olmasına rağmen, nüktedan bir dil ile yazılmıştır.

9. dostoyevski’nin bu eserini çernişevski’nin “nasıl yapmalı” adlı ütopik sosyalist eserine bir nevi cevap olarak yazdığı kabul edilir. çernişevski’nin yine petersburg’da geçen romanındaki iyimserliğin karşısında yeraltı’nın karanlık homurtusunu seslendirir.

10. zeki demirbukuz, 2012’de yeraltından notlar’dan uyarlayarak başrolünde engin günaydın’ın oynadığı “yeraltı” filmini çekmiştir.

11. dostoyevski, romanının tanıtım yazısında her ne kadar, “bu notlar da, bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür” dese de, onun yaşam öyküsünü bilenler, yazarın anlatıcıya yakıştırdığı düş ürünü anıların içine kendi anılarını da serpiştirdiğini anlayıveriyor.

12. romanın ana karakteri yeraltındaki adam, dostoyevski’nin daha önce yazdığı öteki (1846) isimli romanının kahramanı goladkin’le benzerlik gösterir. kahramanı aynı zamanda bir anti kahramana dönüştürerek onun kişiliğinin öteki yönünü açığa çıkaran çifte-kişilik teması yeraltındaki adam’da tekrar okurun karşısına çıkıyor.

13. yazar bu eserinde yeraltıdaki adam’a; 19. yüzyıl aydınını, aşkı, ‘sistemlerin vaat ettiği iyileşme ve kötülüğün ortadan kalkacağı’ gibi söylemleri, uygarlık nedir’i, akıl-istek ayrımını, insanlık tarihini, irade nedir’i, insanın yapmak-yıkmak eğilimini, insanın arayışını, öz yaşam öyküsünün yazılıp yazılamayacağını, yazma isteğini, kendine olan nefretini, duygularındaki tutarsızlıkları, rus-alman ve fransız romantiklerinin ayrımını, okuduğu kitapların kişiliğine etkisini, hiyerarşinin bireyde yol açtığı ezik egoyu, hayallerini ve hayallerindeki olmak istediği kahraman karakterini, çocukluk ve gençlik anılarının içindeki sevgisizliği ve nefreti körüklediğini, evlilik hakkındaki görüşlerini, kadın, aile, kadın bedeninin aşkla yükseleceğini ve satılık kadın bedeninin kadını nasıl aşağıladığını ve bu kadınların insanlar tarafından nasıl kullanıldığını, insan nedir’i sorgulatır.

14. nietzsche bu eser için, “yeraltından notlar, hakikati kanla haykırır” demiştir.

15. kitabın son cümleleri: “eh, yeter bu kadar; bir daha da ‘yeraltı’ndan yazmak istemiyorum. bununla birlikte bu çelişki hastasının notları burada bitmiyor. dayanamadığı için, o yazmayı sürdürdü. ama biz burada dursak daha iyi olur, sanıyorum.”

kaynak: edebifikir.com
Dostoyevski'nin en baba romanı. Benim de gelmiş geçmiş en sevdiğim kitaptır.
Yalnızlığın ve bir tutam ne oldum delisi ahmaklığın bir adamın nasıl bir mobbinge rağmen çevresinden kopamadığını çok iyi anlatıyor. Yine bir bakış açısına göre o ortamda bulunmasının sebebi yanındakiler üzerinden egosunu tatmin etmek isterken, bir diğer sebebi de aslında pısırığın önde gideni olmasıdır. Ama tüm bu tartışmaları soyutlayarak bakarsak; bence tamamen bir insanın yalnızlığın dip noktasında tüm EGOlarını götüne sokmak zorunda kalıp her türlü mobinge ve dışlanmaya rağmen malum çevre içerisinde tutunmaya, kabul görmeye çalışmasının anlatımıdır.

Zeki Demirkubuz'un bu kitaptan esinlenilmiş, başrolünü Engin günaydın'ın oynadığı yeraltı Filmini de öneririz.
Okurken ara ara güldüğümden başka birşey hatırlamadığım ince kitap.
Ağır bir dili olan en sevdiğim kitaptır. Bunu okuyana kadar karamazov kardeşler favorimdi. Dostoyevski reyis başka bir dünya.
ilk kısmı ağır ve kapalı bir anlatıma sahip okurken duraklayıp o ruh haline bürünmek anlamak gerekiyor tespitleri beni şaşırtmıştır (diş ağrırken sızlanmak vb.)
ikinci kısım daha akıcı olaylar bütününü içeriyor bazen kendime yakın hissettiğim bir karakter ama insan gerçekten böyle birine dönüşebilir mi gerçekten sorguluyor keşke biraz daha uzun ve iten sebeplerin açık yazıldığı bir kitap olsaydı ama bu haliyle de bir başyapıt.
Kolay elde edilmiş bir mutluluk mu, Yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi?

insanın yaşadığı en alçak durumu anlatan bir kitaptır ve sonunda bizim hiçbir arayışta olmadığımızı korkak olduğumuzu dile getirmiştir.
Ona göre canlı olan kendisidir.
iki kere iki çekilmez bir şey. iki kere iki dört, bana sorarsanız bir küstahlıktır. iki kere iki dört ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. iki kere iki dördün yetkinliğine inanırım ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.