bugün

olum hepiniz sözlük yazarısınız la sonuçta! bu ne aristokratizm kokuttunuz burayı. Evrimi kabul edince maaş mı bağlıyorlar size amk!

Boşverin olum am göt meme lan!
Evrim bildiğim kadarıyla canlılığın nasıl hayatta kalıp devam ettiğini açıklama çalışan bir teori. Hayatın nasıl başladığını ise kuantum fiziği inceliyor. Evrimi hayatın başlangıcı olduğunu sananlar cahildir. Okumamıştır yada evrim holiganıdır. Bugünkü insanların hayatta kalmasını sağlayan boşaltım sistemi veya akciğer solunumu gibi bir sistemin evrim teorisine göre daha bugünkü haline ulaşmadan evvel o tam oluşmamış akciğer solunumu veya boşaltım sistemi ile canlının hayata nasıl tutunup canlı kaldığını sorsam.. yada neyse kapışmaya gerek yok efendim isteyen istediğine inansın..
yine geriliyor ve sinirleniyorum.

bakın geri zekalılar;

bir teori dünya tersine dönse de, üstüne milyarlarca deney yapılıp defalarca ispatlansa da kanun olmaz, olamaz.

kanunlar teorilere göre daha az komplike olan "matematiksel" prensiplerdir ve formülize edilebilirler.

ve kanunların var olmasındaki tek amaç "teoriler" tarafından kullanılabilmektir.

teori; bilimsel olarak kabul görmüş ve birçok argüman ve deneyle "ispatlanmış" hipotezler bütünüdür.

yani ben götümden bir hipotez uydurdum ve bu ispatlanana kadar teoridir ve ispatlanınca kanun olur diye bir şey yok.

yok amına koyim valla da yok billa da yok.

delirtirsiniz insanı yahu.

yer çekimi yasası diye bir şey de yok. kütle çekim yasasıdır o.
görsel
Yer çekimi kanunu gibi bir kanun mu? Ahahahah ulan.

Her taraf aynı yobaz kafa yemin ederim.

Ben de inanıyorum, maymun değil o ayrıca tarla sıçanı onu da biliyorum. Ama Bak canım kardeşim; iyi oku:

Evrim teorisi hala teoridir çünkü bilimde inanca yer yoktur, bilim bu bence doğru, bu büyük olasılıkla doğru, bu görünen o ki genel gidişata göre doğruya benziyor türevi uslupları reddeder.

evet evrim henüz kanıtlanmamış bir teoridir. ben de inanmayı tercih ediyorum ama bilim insanları dahi buna hala teori diyor,

neden mi?

çünkü bilim kesin kanıt ister.

size bir kaç örnekle durumu izah edeyim;
matematik örneğimiz olsun, matematiksel kanıt genelde var olan kanıtlar içinde en kesin kanıt kabul edilir, çünkü hesaplanabilir, sağlaması yapılabilir,

değil mi?

öklid ünlü geometri metni elementleri yazdığında bu tamamen doğru kabul edilmiş ve matematikçiler yüzyıllar boyu bu teoremlere inanıp öprencilerine aktarmıştı, ancak 19. yy sonlarında hillbert bunların çoğunu düzeltti ve yanlış oldukları ortaya çıktı.

yani düşünün 10 satırlık bir geometrik kanıt söz konusu olduğunda bile hangisi doğru emin olamıyoruz.

sene 2002, rus matematikçi perelman yüz yıllık meşhur bir tapolojik proplem olan pointcare varsayımının kanıtına dair bir
döküm yayınladı. bu döküm üç yıl incelendi matematik camiasınca, büyük olasılıkla doğru olduğunu düşünmelerine rağmen hala emin değiller...

thomas hales hala bakın hala keplerin 360 yıllık bir varsayımının kanıtı olarak 1998de öne sürdüğü fikrin ki bu eşit ebattaki küreleri istiflemenin en verimli yoluna dair çok basit bir varsayım ve kanıttı, 5 yıl incelendi;
dünyanın dört bir yanından gelen uzman matematikçilerin olduğu bir panelde
bunu dahi bakın bu çok basit
kanıtlanabilir bir hesap iken, bunu bile giderilemez herhangi bir hata olmadığı halde doğruluğundan hala emin olmadığını ilan ettiler.

kanıt kavramı matematikte bile böyle sallantıdayken. evrim teori olarak kalmaya mahkumdur arkadaşlar.

siz inanabilirsiniz, ben inanabilirim, hawking, dawkins inanabilir ama bilim sizin inancınız bizim muhatabımız değil demeye devam edecektir.

(alıntı değil)

(Konuyu kilitler, kaçarım)
sen meymundan geliyorsan bizi bağlamaz, bizim atamız adem aleyhisselatu vesselamdır.

diye damlarlar şimdi, sözde laf soktuklarını düşünerek.

az çok mürekkep yalamış ama yanlış yeriyle algılamış tiplemeler de;

ispatlanamamıştır, ispatlansa kanun olurdu der.

hep aynı kısır döngü. gerenk yok.
Şimdi paçalardan oluk oluk bilim akacak.
Buralar hep bilim dolacak birazdan.
arkadaşlar bir gelir misiniz, sayın dostlarım,

arkadaşlar "evrim teorisi" "yer çekimi kanunu" gibi bir kanundur!
yer çekimi kanununu kafanıza göre "ben inanmıyorum lan buna!" diye nasıl reddedemiyorsanız bunu da reddedemezsiniz, ha diyorsanız ki ben bir orta doğu bireyiyim o zaman buyrun, özgürsünüz!

dostlarım, evrim teorisi maymundan geliyoruuuzzz, oleeey maymundan geldik demiyor! burada bir anlaşalım.
en temelde diyor ki hepimiz bir yıldız tozuyuz,
"doğru" dizilenlerimiz "canlı" olmuştur, "yanlış" dizilenlerimiz "cansız" olmuştur,
bu doğru dizilenler ise milyonlarca yılda coğrafi ve benim aklımın ermediği (ifade edecek bilgiye vakıf değilim) bilumum sebepten ötürü evrimleşerek bugünlere gelmiştir.

maymunlara gelince maymunlar bizim kuzenlerimizdir,
genlerimiz arasında çılgınlarca benzerlik vardır zaten! bilim ulan bilkim diyor bunu!

arkadaşlar benim ananem 71 yaşında,
evrim teorisine inanıyor lan,
yemin ederim inanıyor! ve inanmamak için kör olmak lazım diyor kendisi.

bu konuyu herkesle, her türlü tartışırım da açın artık iki site karıştırın yeter lan,
maymundan gelmiyormuşlar bilmem ne...
e höh e oha artık!
ateistlerin kendi aralarında tartışması gereken durumdur. işin içine inananları almak çok saçma, kreşe giden çocuğu kppss'ye sokmak gibi bir şey.
iyice saçmalanmaya başlanmıştır.
konu sadece doğru dizilimle alakalı olsaydı evrim oldukça kolay kanıtlanırdı. zira bugün oldukça kompleks olan rna ve dna labratuvar ortamında oluşturulabiliyor. lakin çalışmıyor. canlılık işlevlerini yerine getirmiyor. çünkü canlılık 2 tane organik molekülün yanyana gelmesi değildir. öyle olsaydı ölüm olmazdı ve istediğimiz kadar frankenstein yaratabilirdik
başta evrim teorisinin ne dediğini bir kenara bırakırsak; yaratılışçılığın tanımında doğaüstü bir güç tarafından yaratılmış olmaktan bahseder. yani fizik kurallarına aykırı olmak. yani doğal olmayan bir şeyler...
denenmeyen, gözle görülmeyen ve sorgulanmayan.

evrim teorisi ise; olmuş olabileceklere daha yakındır. 4.6 milyar yıllık bir evrende (bunu dakikaya indirgersek 46 dakikalık bir evren ve biz 8 dakikadır bu evrende mevcuduz insan olarak) ilk başta koaservatlar oluşmuştur. yani ilkel hücre diyelim.

koaservatların oluşması o kadar kolay olmamıştır. milyarlarca belki daha fazla hatalı dizilim, deneme, yanılma vs.

koaservatlar cansız moleküllerin bizim tabirimizle "doğru" dizilimiyle canlıları ortaya çıkarmasıyla oluşmuştur.
yani yine bizim deyimimizle; koaservat "yanlış dizilince cansız; doğru dizilince canlı" ortaya çıkmıştır. bu tamamen koaservatların dizilimine ve olasılıklara bağlı bir durumdur.

yani vücudumuzdan tek bir hücre, molekül, atom, parça vs çıkarmadan sadece dizilimlerin yerini değiştirerek kendimizi cansız hale getirebilmemiz mümkündür.

koaservatlar bizim tabirimizle "doğru" dizilim sayesinde oluşmuştur ve "canlılık" bundan ibarettir. biz bundan ibaretiz.
her nedense raakipleri sahada göremediğimiz kapışmadır. ama buna şaşırıyor muyuz? hayır... evrimciler objektif bir tartışmaya hiçbir zaman giremezler zaten. çünkü teorilerinin saçmalıklarının ortaya çıkmasını istemezler. onlar, sadece karşı tarafı konuşturmayarak ve kendi köşelerine çekilip mizah yaparak -sözümona- haklı olurlar. mizah yoluyla veya karşıtını konuşturmayarak ispatlanan (!) bir bilimsel teoriyi de tarih ilk defa görüyor zaar.

şimdi burada bu kapışmayı isteyen baftan'ın kendisidir. sonra sahadan kaçıp teorisini savunamayan yine odur. o kaçınca, konuya şu veya bu yönünden girmek isteyenler de ortada görünmüyor kısmen haklı olarak... ben buradayım gelirlerse...

ancak bir konuda baftan haklıdır. bilim bazen haddinden fazla ciddi bir hal alıyor ve dine meydan okuyacak duruma geliyor. tarihte nadiren olur böyle şeyler. mesela dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü bilim adamları ortaya attılar ve bu görüş hristiyanlığa çok ağır bir darbe vurdu. hatta hristiyanlar, zulüm ve işkenceyle onları susturmaya çalıştılar. galile enkizisyon ateşinden son anda kurtuldu ve zindanda öldü, dünya dönüyor dediği için...

ama dikkat edilirse, hristiyanlık gerçek bir din değildir, nietzshce'nin deyimiyle tarihin gelmiş geçmiş en büyük hurafesidir. hurafeye karşı akıl ve bilim daima galip gelir. ama gerçek dine karşı savaşamaz. çünkü bize ölümden sonra ne olduğunu bilim söyleyemez. allah var mıdır, yok mudur, cennet cehennem var mıdır, yok mudur; bunlar aklın ve bilimin ötesinde kalan konulardır. bunun en büyük delili de hawking'dir. hawking fizikte, kainatın bir başı olduğunu ve bir sonu olduğunu ispat düzeyine çıkarır ve maddenin "yaratılmamış - ezeli" olduğunu savunan her türlü felsefeye en büyük darbeyi vurur. ama kişisel inanç olarak, allaha inanmaz. daha doğrusu, bazen inanıyorum der, bazen inanmıyorum der. bilimsel akıl budur.

şimdi bu bilimsel akıl, galile ve kopernik'in hristiyanlığa yaptığını, evrim teorisi yoluyla islamiyete yapmak isstiyor. fakat bu sefer olay farklı. iki yönden: birincisi, evrim teorisi bilimsel aklı doyurmuyor ve bir çok yönden bir çok tutarsızlık barındırıyor. ikincisi, islamiyet, evrim teorisinin yıkabileceği bir hurafe zemininde bulunmuyor. bergson'un farkettiği gibi, evrim teorisi, bir çok tutarsızlığından kurtulsa ve ispatlanacak olsa, amaçladığı şeyi değil, tam tersini doğrulamış olacak; yani "tesadüf"ü değil, "yaratılış"ı...

ve sıkıntı tam da burada: evrim teorisi, henüz kendi açmazlarından kurtulmuş değil. çünkü tartışmanın özü, canlılar dünyasında bir evrim hareketi olup olmadığı değildir. tartışmanın özü, canlılar dünyasında tesadüfün ve transformizmin olup olmadığıdır. yani:

- hayatın başlangıcı yaratılışla mı olmuştur, yoksa tesadüfen mi?
- canlılar dünyasında transformizm, yani türlerin birbirine dönüşümü var mıdır?

asıl konu bunlardır ve evrim teorisi bunlar hakkında bugüne kadar hiçbir ciddi delil ortaya koymuş değildir. tam aksine, fosiller ve diğer akli deliller, tam aksi yönde netice vermektedir. bir ara efsane evrimci olarak sunulan dawkins, "tesadüf demekten korkmamalıyız" diyerek bilim çevrelerindeki bütün karizmasını sıfırlamıştır - zaten bilim adamı olarak değeri yoktu, tipik bir şovmendi ya, neyse... bugünkü türlerin milyonlarca yıl önce de dünyada bulunduğu, hiçbir transformasyon geçirmediği bilimsel delillerle ortadadır.

evrim teorisi bu yönlerden sınıfta kaldığı için, birtakım gevezeliklere ihtiyaç duyuyor. işte mutasyondur, genetiktir, embriyonlardır, proteinlerdir vesaire... yukarıda da dediğimiz gibi, bunlar tüler arasında bir geçişim olduğunu göstermiyor ki, sadece türlerin birtakım özellikleri itibariyle birbirlerine benzediklerini gösteriyor...

hayatın, ilkelden mükemmele, basitten ideale doğru bir evrim şeması teşkil ettiğini kimse inkar etmiyor. çok eski çağlardan beri zaten canlıların sınıflandırılması böyle bir şemaya dayandırılır. islam tasavvufunda, bin yönden anlatılır bu... ama bir "yaratılış gerçeği" olarak; bir tesadüf ve rastgelelik olarak değil... türlerin birbirine dönüşümü olarak da değil; elan vitalin, yani ilahi fiilin eserleri olarak...
(bkz: baslık canlandırma yolları)
(bkz: #15458004) devam eden kapışmadır.

yalnız rakip sahaya çıkmayacak galiba... bekliyoruz.
şüphesiz ki, gittikçe derinleşecek kapışmadır.

ben burada hem konuyu duyurmak, hem de ısındırmak için bazı lalettayin ifadeler kullanıyorum, onlar da sanki konuyu bu seviyede algılıyorum gibi anlaşılmasın... burada önemli olan konuyu biyolojik ayrıntılara boğmak değildir. zaten ben biyoloji okumadım ve bu tip ayrıntıların anlamını çok bilmem. ama biyoloji felsefesi okudum ki, zaten hem asıl düğüm noktaları oradadır, hem de az çok herkesin anlayabileceği meseleler oradadır. ama yanlış anlaşılmasın, bu kapışmada en iyi şekilde görünebilmek için, biyolojik ayrıntı da çalışıyorum.

evrimcilerde gördüğüm, teoriyi temellendirmek adına yapılan, başlıca iki şey var:

1. bir türün geçirdiği zamani değişimleri (bir felsefeci inceliğiyle "tarihî" demiyorum) esas alarak, bundan, bütün türler arasında bir evrim hareketi varmış sonucu çıkarıyorlar.

2. belli türler arasındaki bazı benzerlikleri esas alarak, bu türlerin birbirinden geldiğini varsayıyorlar.

bu ikisi de "mihraksız tümevarımın zaafiyeti"dir; desteksiz genellemenin sarhoşluğu diyelim... şimdi mesela;

1. zaman içinde bütün hayvanlar belli başlı değişimler geçirmişlerdir. mesela 100.000 yıl önceki bir kedi bugünkü kedi değildir. (bu değişimin zamani yönüdür.) bunun gibi, bir türe bağlı canlılar, değişik coğrafya ve iklim şartları altında, bunlara uyum sağlamak amacıyla belli başlı değişimlere uğramışlardır. mesela bir van kedisi ile bir ankara kedisi birbirinin aynı değildir. (bu da değişimin çevreye bağlı yönüdür.)

bunun dışında, üçüncü bir yönde değişimin olduğunu da biyologlar söylüyorlar. birtakım kimyevi etkiler, genlerde değişikliğe yol açabiliyor ve bu şekilde de canlılar aldıkları etkiyi sonraki nesillere geçirebiliyor. (değişimin ırsiyete bağlı yönü.)

hatta bu tür değişimler bazen o kadar ileri seviyelerde olabiliyor ki, "tür"ün nerede başlayıp nerede bittiği konusu bile muallakta kalıyor. mesela bir kedigiller familyasını düşünelim. kaplan'ın ve bunun yanında evde beslediğimiz kedinin dahil olduğu bir çok tür, bu familyanın içine giriyor. ve çok uzak bir geçmişte, bunların ortak bir atadan geldiğini düşünmememiz için hiçbir sebep bulunmuyor. bir "atakedi", onun üç ayrı yönde uğradığı değişim ve bugün ortaya çıkan "kedigiller" familyasına ait bir çok tür...

ancak burada bir "evrim hareketi"ni, yani ileriye ve olgunlaşmaya doğru değişimi gösterecek hiçbir delil yok. yani kedilerin zamanla daha gelişmiş kediler olduğunu, mesela evimizdeki tekirin soyunun bundan 100.000 sene sonra kaplan olacağını ve bunun gibi ileri doğru bir hareketi belirten, hiçbir şey yok... kediler, çevre şartlarına, zamana ve ırsiyet özelliklerine bağlı olarak değişip duruyorlar ve bu arada çeşitleniyorlarsa da, onlar daha ilkelden daha gelişmişe mi gidiyor, yoksa daha gelişmiş bir halden daha az gelişmiş bir hale mi, büyüyorlar mı küçülüyorlar mı, uzuyorlar mı kısalıyorlar mı, bunu gösterecek tek bir delil bile yok. bu sadece evrimciler tarafından sallamasyon yöntemiyle ortaya atılan bir konu...

2. bunun yanında bir kediyi bir yılanla, bir yılanı bir tavşanla, bir tavşanı bir arıyla ortak bir ataya bağlayacak hiçbir şey de yok... hadi bazıları arasında çiftleşmelerle bazılarının ortaya çıkmış olabileceği varsayılsa bile, bu sadece bir varsayım düzeyinde kalıyor. bazılarıyla diğer bazıları arasında, kromozom sayıları veya protein molekülleri bazında bir benzerlik bulunsa bile, bu da sadece benzerlik düzeyinde kalıyor ve birinin diğerinden mi geldiğini, yoksa iki ayrı şeyin mi birbirne benzediğini göstermiyor.

mesela şu gökteki bulutla bu yerdeki taş birbirine benziyorsa, bu ikisinin birbirinden geldiğinin delili olmaz, sadece benzeştiklerinin göstergesi olur. bunun gibi, bazı hayvanların bazı şeyleri davranışları öğrenebilmesi ve taklit edebilmesi, ama diğer bazılarının öğrenememesi ve taklit edememesi, bunlardan ne birinin, ne de diğerinin, insanın daha ilkel hali olduğunu gösterir.

mesela köpeğe belli davranışları öğretebiliyoruz. bu, köpeğin "ilkel bir teorik akıl" taşıdığını değil, sadece köpeğin içgüdülerinin belli başlı (evet sadece o kadar) davranışları taklit edebilmeye müsait olduğunu gösterir. hani, köpeğin öğrendiği o davranışları, ondan doğan veya onun doğurttuğu diğer üyeler de (çocukları) biliyor olarak doğmazlar. onlara da yeniden öğretmek gerekir. ve bu böyle her seferinde devam eder.

3. üçüncü bir nokta daha var: o da, evrim hareketinin çok çok ağır, insan aklının alamayacağı kadar ağır, milyonlarca yılda gerçekleşiyor olduğu iddiası... zaten teorinin asıl sığınak yeri de burası... "kimse bilemiyor, kimse anlamıyor, ama böyle bir şey var!" böyle deyince, hemen labaratuvara girip veya karşı bir şey söyleyip yalanlamış olamıyorsun ya, o da buradan besleniyor.

yani "türlerin doğal değişimleri ve bazı yönlerden birbirlerine benzemeleri, onların ileri doğru bir hamle içinde olduklarını ve milyonlarca yıl sonra kendilerinden daha gelişmiş türlerin meydana geleceğini gösterir" diyor.

dediğim gibi, buna karşı hiçbir şey söylenemez. çünkü bu sadece bir fantezidir. bunun olup olmadığı hiçbir şekilde bilinemez. bilinebilen şeyler yardımıyla söylenebilecek her şey havada kalır. lehte de, aleyhte de... yani, "bundan 200.000 - 300.000 yıl önce bir insan ortaya çıkmış, bundan 1-2 milyar yıl sonra başka bir insan daha ortaya çıkacak" denilirse, bunun karşısında herkes dut yemiş bülbüle döner. veya "hayır çıkmayacak, o sadece bir kereye mahsustu" derse, afedersin ona da götümüzle güleriz.

nedir? göreceğiz... karşı taraf ne kadar derinleşirse, ben de o kadar derinleşeceğim. nereye inerlerse, ben de oraya ineceğim. hodri meydan!
marmara üniversitesinde çıkan olaylarla evrim çürütülecek gibi bir his var galiba. örneklem üzerinden gideceksek madımak otelinin önünde yak yak diye bağıran on binleri, haçlı seferlerini, emevi zulmünü tanrıyı yadsımak için yeterli görürdük. neyse ki böyle bir yola başvurulmayacak.

allaha inanan biri olarak ırkçılıktan rahatsızlık duyuluyormuş bir milleti lanetli olarak kabul eden(yahudiler) bir dine sahipken ırkçılık olmuyor ya da tüm kutsal kitapların sami ırkına ve dillerine sözde inmiş olması rahatsızlık etmiyormuş bunu öğrenmiş olduk.

gelelim ırkçılıkla ilgili açıklamaya ;
insan türü de diğer tüm türler gibi belirli bir bölgede ortaya çıkmıştır ve diğer tüm türler gibi yaşam alanını genişletip yayılma ihtiyacı hissetmiştir. sonrasında ten rengi gibi bazı fiziksel farklılıklar ortaya çıkmıştır ve bunların yanında da ortak bir kültür oluşturup ırksal özelliklerin temeli atılmış oldu. insanı farklı coğrafi bölgelerde yaşayan görünüşleri ve dilleri farklı ortak bir tür olarak kabul edebiliriz. dünyanın her yerinde insanlar aynı duyguları paylaştığı bilinen bir şey. ırkçıların dile getirdiği gibi aralarında zihinsel beceri farkları da yoktur. sadece kültürel farklılıklar beyaz insanı daha etkin bir hale getirmiştir. insan türü kaynaştıkça örneğin aşağı ırk olarak görülen zencilerin gerekli imkanlar dahilinde sanatçı, bilim adamı , profesyonel sporcu olabildikleri görülmektedir. ırkçılık bu açıdan artık değerini yitirmiştir. bilim toplumsal çatışmalarının bireysel düzeyde ilerlediğini bize göstermiştir. basit deyişle ırkçılık evrime ayak uyduramadı ve yenildi. yükselmeleri olsa da hiçbir zaman bilimsel ve toplumsal bir gerçeklik kazanamayacak. evrimsel bir sonuç olarak nitelendirdik, bu yüzden ırkçılık evrimsel bir neden olmuştur daha öncesinde. kimse ırkçılığı biyolojik temellerinden dolayı yapmadı maddi çıkar sağlama, sömürü ve savaşlar nedeniyle dayanak kabul edildi. yani herşey de olduğu gibi maddi nedenlerin insan zihnine yansımasına şahit olduk.
her şeyin yeri ve sırasıyla ele alınacağı kapışmadır.

ama burada diyalektik hakkında nutuk atmiyim müsadenizle... şu kadar söyleyeyim: diyalektik, kimsenin tekelinde olmayan, düşüncenin evrensel yapısıyla ilgili bir bir formdur, normdur. üç büyük kanunu vardır:

- nicelikten niteliğe geçiş
- zıtların birliği ve mücadelesi
- olumsuzluğun olumsuzlanması

bunun idealizme uygulanmış şekli yanında, materyalizme uygulanmış şekli de vardır. hegel'den beri, tarihe, marx'tan beri de tabiata uygulanmış şekilleri vardır.

aslında diyalektik, çok eski bir bilimdir. mantıkla beraber doğmuştur. islam'da mezheplerin temellendirilmesinde olsun, kelam (logos) ilminde olsun önemli bir yer bulmuş ve tartışılmıştır. ama bir tek tanımı ve anlamı yoktur, belki onlarca tanımı, anlamı vardır. ama aslolan, marksizme de uygulanmış olan hegel diyalektiğidir ki, yukarıdaki fikri kanunları o getirmiştir.

bu kadar yeter sanırım, diyalektiğin kimsenin tekelinde olmadığını anlatmak için... onu evrensel bir yerde ele alabilmek için... tez, antitez ve sentezin olduğu her yerde diyalektik olacaktır. zaten bu olmasaydı, kapışma değil, diyalog derdik, söyleşi derdik...
yalnız buraya gelen arkadaşların -en azından bir kısmının- pek özgürlükçü takıldığı kapışmadır.

önümüzdeki hafta marmara üniveristesindeki sempozyumda bakın, nasıl taşlar sopalar havada uçuşacak... "hayır konuşmayın, konuşturmayız, gericileeer!"

evet, bunu öngörüyorum, hatta şimdiden görüyorum. taşların, sopaların, yumurtaların nasıl hazırlandığını... aslında hak vermiyor da değilim: bu teori ancak bu şekilde savunulabilir. çünkü "ben o masala inanmam" dediğiniz anda, film kopar, söyleyecek söz kalmaz.

nitekim görmeye başladık da...

pekala, ben bilimi de tarif ederim, evrimi de... yalnız bir sıkıntım var, benim ingilizcem biraz zayıf. bana ya fransızca metinler getirin veya tercihim türkçe olsun, herkes anlasın...

bilim nedir? bin türlü tarif edilir. bir tanesi de şu: gerçeklikten zihnin çıkardığı form...
evrim nedir? bir tür değişim; ama basitten gelişmişe, ilkelden -sözümona- ideale doğru bir gelişme, olgunlaşma filan...

basitçe bunlar.

ama şu ırkçılıktan duyulan rahatsızlığı anlamıyorum. hadi ben, allaha inanan biri olarak ırkçılıktan çok rahatsızım. çünkü adem ile havva'dan geldiğimizi düşünüyorum. ama evrimciler niye rahatsız, anlamam biraz güç olacak... şimdi öncelikle, bir ırktan mı evrildik, bir çok ırktan mı sorusuna açıklık getirmeleri gerekecek... sanırım, bir "ilk çift" kabul etmeyeceklerdir. nitekim darwin de herhalde öyle düşünmüş olacak ki, ırkçının kıralıdır.

neyse, girerim oralara da... türlerin kökeni'nden başka kitaplar da kalmış abimizden nasılsa...
evrim gibi bir konuyu bilim insanlarından çok dincilerin, dini hassasiyeti yüksek bireylerin konuşması hadisesidir.

tek dertleri bilimsel olguların yaradılış gerçeğini yok etmemesi.
ders çalışmayı gerektirmeyecek sığlıkta idame eden tartışmadır, evrim veya gelişme yok sadece değişme var demek istemem yan cebime koy demekle aynı kapıya çıkmakta efendim, "hımm bu mamut küçülmüş fil olmuş ama ben evrimi ideolojik olarak benimseyemem üstelik bilimsel olarak bu reddedilemesede ben ederim" tarzı yaklaşımlara kanıt öne sürsenizde zaten boş.

ayrıca tartışma ille de ideolojik ve dini boyutta ele alınacak ise yaratılışçılar erkekte neden meme ucu var sorusunun cevabını aramaya başlamalıdırlar, örneğin önce hz. adem' yaratıldıysa kendisinde neden meme vardı? bunun cevabını arasınlar lütfen, aynı meme işlevsiz olsada diğer memeli hayvanlarda görülmekte. ekbette siz bunu açıklamaya çalışırken hep reddettiğiniz kanıtları gözünüzün önüne seren biyolojiden faydalanacaksınız ama öyle yapmayın daha ruhani cevaplar bulun mesela.

ek olarak sayın okur her ırkçının doğal olarak evrimci olması söz konusu değildir, kanmayın böyle şeylere.
biz evrimi teori olarak bilirdik. yanlışlığı batılı bilim adamlarının bilimsel delilleriyle kanıtlandığı için kapışmaya dönüştü demek ki, dedirten ifade.
kuru sıkı atışların başladığı kapışmadır.

"olumsuzlamanın olumsuzlaması" diyalektik materyalizmin bir anlayış yöntemidir... miş.

ohoo, böyle gidersek çok işimiz var. diyalektik ne zaman materyalizmin malı oldu yahu? materyalizm açısından diyalektiğin kullanılması başka bir şeydir, diyalektiğin materyalizme ait olması başka bir şeydir.

diyalelektik, materyalizmin hegel'den aparıp tersyüz ederek kullandığını söylediği bir düşünce yöntemidir. olumsuzluğun olumsuzlanması da onun ilkelerinden biri... (diğerlerini say desem sayamazlar ya, neyse, konumuz bu değil.)

bu seviyede konuşacaksak, diğerlerine hiç bakmiyim.
(bkz: he amk)

mastürbasyon konularından çıkıp evrimi tartışın siz. ekşi'de adamlar resmen ambargo koydular evrim konusuna, kahvehane muhabbeti yapacaklar siktirsin gitsin yer işgal etmesin, kendi argümanlarını yaratacak, tartışmayı bilimsel platforma yerleştirecekler yazsın diye. burada da bunu yapabilecekler varsa oturup okuyalım. bir eli dolu ergenler girip ideolojik terör yaşatacaksa çekirdeğimi alayım yanıma, gülmeye hazırlanayım.
engels'in maymundan insana geçişte emeğin rolü adlı mizah malzemesi makalesinin yerden yere vurulacağı bir kapışma olacaktır.

onu da haber vereyim. sadece dawkins'e barikat kurmayın, oradan da vuracağım!