bugün

madonna gidince albırt elini göğe kaldırdı ve bağıra bağıra o meşhur cümlesini kurdu.
allah evlerine ateşler salsın önlerini kessin bir şey olma imkanı vermesin dedi. evet.
Tanrım sen yahudileri üstün ırk kıldığın için sana minnettarım... Dedi.
albırt artık hayattan sıkılmış parayı bulması onu mutlu etmemişti. evet.
Tüm parayı sayaret matkala bağışlamak istedi. Böylelikle mossad, ortadoğu'nin anasını ağlatacaktı.
tüm parasını hitlere bağışlayacağını açıklamıştı artık o da bir naziydi. Yahudi silkmek için gün sayıyordu. evet.
Filistinli denen halkın silkendigi bir dünyada artık hitler esprisi baydiğinı bildiği için parayı sayaret matkal'a bağışladı.
fakat albırt bir türk'ün dünyaya bedel olduğundan bihaber olduğundan az sonra götü kaybedeceğinin bilincinde değildi.
Dünyaya bedel olan bir türk, o an kendi bedenine bile mukayyet olamıyordu.

Üstün ırklı olan albert, türk'ün derhal kıbleye karşı domalmasini istedi.
albırt arkasını döndü ve "o laflar boy boy seni siken albırt cowboy"dedi.
silahını seri bir hareketle türkün anlının ortasına dayadı "sus ve yalamaya devam et" dedi.
türk çaresiz kalmıştı. ya götü kaybedecekti ya canından olacaktı.
götü yemedi ve...
Ve kendini yahudiye teslim etti..

Olması gereken de buydu zaten. Yahudi olmayanlar, yahudilere hizmet etmek zorundalar.
sonra çalarannenin sesiyle birden irkildi ve kahvaltı için çağıran annesi odanın kapısını kapattıktan sonra ayağa kalkıp bütün Yahudi yandaşlarını sikmek için and içti ve tuvalete girdi.
halbuki yahudilerle arasında ne gibi bir sorun olduğunu kendisi de hatırlamıyordu. toplumun öğrettiği bir şeydi sanki.
tuvalette aynada kendini gördüğünde bir hayli şaşırdı. ne olmuştu yüzüne? sanki gece bütün tırnaklarıyla yüzünü çizmiş, her yerini sıyrık içinde bırakmıştı. kendi kendine "hassiktir lan" dedi.

elini yüzünü iyice yıkadı. annesinin fondoteniyle yüzündeki izleri kapamaya çalıştı. işte tam o sırada babası olacak ayyaş herif tuvaletin kapısını açtı ve elinde yüzünde fondotenle gördü oğlunu.
gördüklerinin bir rüyâ olup olmadığına dair şüphelerini gidermesi, birkaç dakikasını almıştı.
gerçi bunun bir rüyâ olduğuna inandığı zaman sevinmeli miydi, bilemiyordu. en iyisi tekrar uyumaktı.
yansımalar nasıl ki kaynağını (güneşi) aratıyor ve keşfettiriyorsa, rüyâlar da gerçek yaşamı anımsatıyor ve çözdürüyordu; zirâ rüyalar da gerçek yaşamın yansımalarıydı ve rüyâlar bizde konuştukça ipuçları hiç susmayacaktı. albırt gerçekleri görme isteğinden artık bir kat daha emindi.
ardından bir kapı sesi duyuldu. albırt neyin rüya neyin gerçek olduğunu bir türlü anlayamıyordu, kapıya yöneldi ve delikten baktı yüzü bembeyaz kesilmişti.
kapının ardında rıza baba ve ekibi vardı.
sonra aşçı uşağa, uşak bahçivana, bahçivan da romandaki karakterlerin hepisine ...................
adam eğildi, bir de ne görsün? yerde bir çanta dolusu para duruyordu. miyop olduğu için eğilmeden görememişti.
bu kadar paranın başına bela olacağını kendisi de bilmekteydi.
ama bunu bile bile para dolu çantayı alıp oradan uzaklaştı.
o yüzden hepsini kemal sunal gibi üst geçite çıkıp etrafa saçtı. donuk gözleriyle yürüyen canlı zombilerin dünyası renk cümbüşüne kendini teslim ederken, herkes ilk gördüğü paraya yere düşecek bir el bombasını durdurmak istercesine sıçradı.
O denli bir sicramaydi ki napacagini bilemediler.

omzunu silkti soğumuş kahvesinden yudum aldı.

Havada erotik bir havaydi.

Kimse yasamiyordu ama kimse de olmemisti.
albırt hayran hayran avizeye bakıyordu ve düşünüyordu 'nasıl da yakışmış bu şey tuvalete. Keşke daha önce yaptırsaydım bunu'. Ve albırt bir parça tuvalet kağıdı aldı, götünü sildi tuvaleden çıktı. Sonra telaş içinde pencereye doğru koşdu camı açtı ve.
usulca kafasını dışarı çıkardı. ayaz vurmuştu, ağaçlardan dökülen sarı yapraklar süslemişti etrafı. sokakta kimseler yoktu.

albırt aniden telefonuna sarıldı ve nora'yı aradı. nora'nın telefonu kapalıydı. kendisini hemen araması için bir mesaj bırakmalıydı.
"bir terslik var nora. işler yolunda gitmiyor."

daha sonra ışıkları, perdeleri kapadı ve beklemeye koyuldu.