bugün

Samimi ve hikayeli anlatımıyla beatnik kuşağının değerli bir yazarıdır.
çok sevdiğim bir şairdir.
(d. 30 Ocak 1935 - ö. 14 Eylül 1984), Amerikalı yazar.

Tacoma, Washington’da doğdu. Zor bir çocukluk geçiren Brautigan, bundan pek bahsetmezdi. Söylentiye göre, babasının kim olduğunu bilmiyordu. Babası ise, Brautigan’ın ölüm haberi duyulana kadar onun babası olduğunun farkında değildi. Başka bir söylentiye göre, Brautigan 20’li yaşlarında, bir polis karakolunun penceresine taş attığı için Oregon Eyalet Hastanesi’ne gönderildi. Burada kendisine paranoyak-şizofren teşhisi kondu ve şok terapisi uygulandı.

1955’te San Francisco'ya taşındı ve burada “beat” hareketinin bir parçası oldu. 8 Haziran 1957’de Reno, Nevada’da Virginia Dionne Adler ile evlendi. Bilinen ilk şiiri “The Second Kingdom” 1956’da yayımlandı. Bunu 1959’da, 24 şiirden oluşan ilk kitabı “Lay The Marble Tea” izledi. 1960’ların sonuna doğru Brautigan’ın işleri popülerlik kazanmaya başladı. En bilinen eserlerinden “Trout Fishing in America” (Amerika’da Alabalık Avı/6.45/Çev: Zekeriya S. Şen), “Willard and his Bowling Trophies” (Willard ve Onun Bowling Kupaları/6.45/Çev: Zekeriya S. Şen), “Sombrero Fallout” (Sombrero: Bir Japon Romanı/6.45/Çev: Zekeriya S. Şen)ve “In Watermelon Sugar” (Karpuz Şekerinde/YKY) bu dönemde yayımlandı. Brautigan, 1972’de Yellowstone National Park’ın kuzeyindeki Pine Creek (Montana)’e taşındı ve iddiaya göre 8 yıl boyunca dinleti ve röportaj isteklerini geri çevirdi. 1961 yılında karısı ve çocuğuyla birlikte ikinci elden satın aldığı bir Plymouth'ın arkasına taktığı karavanla, Idaho nehirlerinin kıyılarında kurduğu kamplarda yazmaya başladı. Doğaya duyduğu derin saygı ve doğanın bağrında münzevi hayatı seçişi, onu Amerikan pastoral geleneğine bağlayacaktı. 60'larda yazdığı ve dönemin ruh halini yansıtan romanlarıyla karşı kültürün en popüler yazarlarından biri oldu. Beat Kuşağı'nınKuzeybatılılar diye adlandırılan kolu içerisinde değerlendirilen Brautigan'ın romanlarını diğerlerinden ayrımlı kılan, çok duyarlı ve kolay kırılan kahramanlarının dünyaya hükmeden kaos karşısında yalnızlığa çekilmeleridir.

1979 Aralık’ında, The Modern Language Association’ın San Francisco’daki bir toplantısında; Gary Snyder, Philip Whalen, Robert Bly ve Lucien Stryk ile birlikte “Zen ve Çağdaş Şiir” konulu bir panele katıldı. Son kitabı “So the Wind Won’t Blow It All Away” (Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek/6.45)’i 1982’de yayımladı.

70'lerin sonlarında büyük ölçüde okur kaybına uğramış ve ruhsal bir bunalımla birlikte alkol dozunu artırmaya başlamıştı. O dönemde sadece Japonya'da popülerliğini koruyordu ve sözü geçen yılların büyük bölümünü Tokyo'da ve Montana'daki çiftliğinde geçirecekti. 1984 yılında küçük bir balıkçı köyü olan Bolinas'a yerleşti. Evine kapandı, uyuyamıyor ve sınırsızca içiyordu. Duyarlılığı bu hayatı kaldıramayacak kadar keskinleşmişti. Dostlarıyla "ava çıkıyorum" diye vedalaştıktan üç hafta sonra 25 Ekim 1985 günü Brautigan’ın Bolinas, Kaliforniya’daki evine giren arkadaşları, bedenini 1 şişe alkol ve 44 kalibrelik bir tabancanın yanında buldular. Brautigan’ın intihar ettiği varsayıldı.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Richard_Brautigan
"ne zaman başımı göğsüme doğru indirsem koku geliyordu. sonra fark ettim; koku, kalbimden geliyordu."
hayatımın geri kalanıyla ne yapacağım? - çimlerin intikamı-
Beat akımının unutulan kalemidir . 30 Ocak 1935’te Washington, Tacoma’da doğmuştur . Çocukluğundan beri tek amacı yazar olmakmış . Bu sebepten küçüklüğünden beri Roman , şiir , öykü yazmıştır . Durumunun olmamasından dolayı kitaplarını kendi bastırtmış ve bastırdığı kitapları kendi sokaklarda satmış bazen de ücretsiz şekilde herkese dağıtmıştır . Durumu bazen o kadar kötü olmuştur ki sırf açlığını dindirmek için hapishaneye bile düşmüştür . 1954 yılında yeni oluşan Beat Akımına bulaşmış ve bu süreçte büyük zorluklar çekmiştir . Ailesi Richard'a hiçbir zaman karışmamış , kararlarına ve yaşam stiline saygı duymuştur .

1959 yılında 24 şiirden oluşan ilk kitabı basılmış: “Lay The Marble Tea” . 1960'dan itibaren ise onun tanınmasına yol açan temel eserleri basmaya başlamıştır bunlar ;

Trout Fishing In America .

All Watched Over By The Machines of Loving Grac .

In Watermelon Sugar .

Sombrero Fallout .

eserlerini yaratmıştır . 1982 son eseri ' “So The Wind Won’t Blow It All Away (Yani Rüzgâr Her şeyi Alıp Götürmeyecek'' eserini yaratmıştır ve bu eserden sonra 1984 yılında intihar etmiştir . Son eserlerini okuduğunuz zaman kitap içindeki yoğunluk , pesimistlik , karamsarlık , çaresizlik o kadar seziliyor ki eserleri sizi ağır havasıyla adeta nefes almanızı zorluyor . Sakin, basit ve çok mutlu olmayan bir hayattan geriye kalan eserler , bir fikrin yok oluşa doğru gittiği yol . Kendi türünde tek olan bir yazardı o .

görsel
nihayet uzun bir av yolculuğuna çıkacağını söyleyerek dostlarıyla vedalaştı. onun yine alabalık avına çıkacağını düşündüler. brautigan’ ın cesedini ise ‘ava çıkıyorum’ diyerek dostlarıyla vedalaşmasının üzerinden üç hafta geçtikten sonra, bolinas’ daki evde özel dedektif david fechheimer buldu. başına kurşun sıkarak intihar etmişti. belki de gerçekten alabalık avına çıkmak istemiş, ama son anda vazgeçmişti. amerika’nın nehirlerinde artık alabalıkların yaşamadığını ve bütün akıntıların durduğunu anlamıştı belki de...
beatniklerin en kırılganı, en naifi. en içinde olup da dışarda duranı.

ve hiç şüphesiz, gelmiş geçmiş en iyisi. ricci.
bunun ne demek olduğunu bilmiyorum
ama bir kadından çok hoşlanmaya
başladığım zaman
kendime güvenim sarsılıyor.

bu beni gerginleştiriyor.
doğru şeyleri söyleyemiyorum
ya da muhtemelen
söylediklerimi
gözden geçirmeye
tartmaya
hesaplamaya başlıyorum.

"sence yağmur mu yağacak?" diyorsam
ve o "bilmiyorum" diyorsa
hemen "benden gerçekten hoşlanıyor mu?" diye
düşünmeye başlıyorum.

başka bir tabirle
biraz ürkütücü oluyorum.

bir keresinde bir arkadaşım
"biriyle arkadaş olmak
birine âşık olmaktan
yirmi kat daha iyidir" demişti.

sanırım bunda haklı
üstelik
bir yerlerde yağmur yağıyor ve
çiçekleri büyütüyor
ve salyangozları mutlu etmeye devam ediyor.
önemsenen tek şey bu

ama...

bir kadın benden çok hoşlanıyorsa
ve gerçekten gerilmeye başlıyorsa
ve bana aniden tuhaf sorular sormaya başlıyorsa
ve yanlış cevapları verdiğimde yüzü asılıyorsa
ve şu gibi şeyler söylüyorsa:
"sence yağmur mu yağacak?"
ve ben "en ufak bir fikrim yok!" diyorsam
ve o "ah," diyorsa
ve hafiften üzgün görünüyorsa
kaliforniya’nın açık mavi gökyüzünde,
şöyle düşünüyorum: "tanrıya şükür, sensin bebeğim,
bu sefer benim yerime sensin.
bugün doğumgünü olan sağlam yazar.
türkiye'de yeni yeni okunmaya başlanan yazar. üslubu çok kıvraktır, kısa ve şiirsel cümleler kurar.

şaşırılması gereken bilgi: türkiyede ilk brautigan'ı hürriyet yayınları basar, hawkline canavarını şatodaki canavar adıyla "gazetenizin yanında hediye" tarzı bir başlıkla çevirmiştir kendileri.

yayıncısı 6:45 yayınları olan pek sevgili riccimizin karpuz şekerinde , amerikada alabalık avı, kürtaj, japonya günlükleri ve talihsiz kadından sonra son olarak babil'i düşlemek kitabı geçen hafta itibariyle çıktı. az önce bitirdim kitabı, incelemesini daha sonra yaparım.

bu arada brautigan ile ilgili ülkemizde yapılmış en iyi çalışmalardan biri peyniraltı edebiyatı brautigan sayısıdır -ki o da 645dukkan.com üzerinden alınabilir. link: http://www.645dukkan.com/...yniralti-edebiyati-sayi-9
beat kuşağının cemal süreyası.
yalnızlığın makro firavunu. beatniklerle takılmış ancak onları fazla dışa dönük bulmuş olacak ki yalnız başına sürdürmüş sergüzeştini. cesedi intiharından ancak bir ay sonra bulunabilmiş. öyle muhteşem bir yalnızlığı varmış.
hicbir zaman tam olarak anlayamayacagimiz beat kusagi yazarlarindan sadece biri. bizler sadece onlari anladigimizi sanarak yasayanlariz.
Postmodernist paranoyak şizofren adam.

bir ben mi cem karaca'ya benzetiyorum tipini diye düşünmeden edemiyorum?
beat kusagi'nin gulu. buyumeyen cocuk. sikilmayan asik. susmayan sair. dinmeyen yagmur. bitmeyen seker.
“aşkta hava yağmurlu”

bunun ne demek olduğunu bilmiyorum
ama bir kadından çok hoşlanmaya
başladığım zaman,
kendime güvenim sarsılıyor.

bu beni gerginleştiriyor.
doğru şeyleri söyleyemiyorum
ya da muhtemelen
söylediklerimi
gözden geçirmeye
tartmaya
hesaplamaya başlıyorum.

“sence yağmur mu yağacak?” diyorsam
ve o “bilmiyorum” diyorsa
hemen “benden gerçekten hoşlanıyor mu?” diye
düşünmeye başlıyorum.

başka bir tabirle
biraz ürkütücü oluyorum.

bir keresinde bir arkadaşım
“biriyle arkadaş olmak
birine aşık olmaktan
yirmi kat daha iyidir” demişti.

sanırım bunda haklı
üstelik
bir yerlerde yağmur yağıyor ve
çiçekleri büyütüyor
ve salyangozları mutlu etmeye devam ediyor.
önemsenen tek şey bu.

ama…

bir kadın benden çok hoşlanıyorsa
ve gerçekten gerilmeye başlıyorsa
ve bana aniden tuhaf sorular sormaya başlıyorsa
ve yanlış cevapları verdiğimde yüzü asılıyorsa
ve şu gibi şeyler söylüyorsa:
“sence yağmur mu yağacak?”
ve ben “en ufak bir fikrim yok!” diyorsam
ve o “ah,” diyorsa
ve hafiften üzgün görünüyorsa
kaliforniya’nın açık mavi gökyüzünde,
şöyle düşünüyorum: “tanrıya şükür, sensin bebeğim,
bu sefer benim yerime sensin.”
(bkz: Kürtaj) isimli kitabını bitirdiğimde evimde dolaşıyorlar sanmıştım. etkisinden hala çıkamadım diyebilirim.

--spoiler--
kitapların nereye koyulduğu hiç fark etmez çünkü hiç kimse hiçbir zaman onları kontrol etmez ve hiç kimse onları okumaya gelmez. Burası o türden bir kütüphane değil. Başka tür bir kütüphane. (sf.20)
--spoiler--
kelimenin tam manasıyla harika bir yazar. ilk etapta bu ne lan diyebilir insan ama inatla anlamaya çalışılmalı, cümle aralarındaki detaylar kaçırılmamalı. şiirsel anlatım tarzı, kırılganlığı, hassaslığı ve inanılmaz derinliğiyle okuyan ve anlayan için bir şanstır brautigan. şiirleri de ayrı güzeldir. toz, amerikalı, toz.
kahve

Bazen hayat sadece bir kahve meselesi; ya da bir bardak
kahvenin ne kadar yakınlık getirebileceğinden ibaret. Bir
keresinde kahveyle ilgili bir şey okumuştum. Kahvenin sağlık için
iyi bir şey olduğundan bahsediyordu; içorganları düzenliyormuş.

Önce bunun hiç de hoş olmayan, garip bir yaklaşım
olduğunu düşündüm; ama zamanla kendi içinde bir şeyler
ifade ettiğini anladım. Ne demek istediğimi şimdi
açıklayacağım.

Dün sabah bir kızı görmeye gittim. Ondan çok hoşlanıyorum.
Aramızda olan herşey geçmişte kaldı. Artık beni
hiç umursamıyor. Onu terk ettim, keşke etmeseymişim.

Kapısını çaldım ve aşağıda beklemeye başladım. Üst katta
dolaştığını duyabiliyordum. Hareketlerinden yatağından
kalktığını çıkardım. Uyandırmıştım onu.

Merdivenlerden aşağıya indi. Yaklaştığını karnımda
hissedebiliyordum. Attığı her adım duygularım
karmakarışık ediyordu ve kaçınılmaz olarak ona
kapıyı açtırdı. Beni gördü ve buna sevinmedi.

Bir zamanlar bu onu çok sevindirirdi, geçen hafta. Bazen
tüm onlar nereye gitti diye safça soruyorum kendime,

"Kendimi iyi hissetmiyorum şu an," dedi. "Konuşmak istemiyorum. "

"Bi' bardak kahve koyar mısın?" diye sordum, çünkü bu
o anda dünyada en son isteyeceğim şeydi. Öyle bir söyledim ki
sanki ona acaip kahve içmek isteyen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen
başka birinden bir telgraf okuyormuşum gibi çıktı sesim.

"Peki," dedi.

Merdivenlerden yukarıya onu takip ettim. Çok saçmaydı.
Üstüne bir elbise geçirivermişti. Elbise daha tam olarak vücuduna
intibak sağlayamamıştı. Size sonra bir ara onun kıçından bahsederim.
Neyse, mutfağa girdik.

Raftan bir tane neskafe kavanozu çıkarıp masanın
üstüne koydu. Bir bardak ve çaykaşığı çıkardı. Ben de
bardağa ve çaykaşığına baktım. Ağzına kadar suyla dolu
çaydanlığı ocağa koyup altını yaktı.

Tüm bu sürede tek bir laf etmemişti. Bu sürede elbiseleri vücuduna
intibak sağladı. Ben artık sağlayamayacağım. Çıktı
mutfaktan.

Sonra merdivenlerden aşağıya inip hiç mektup falan
gelmiş mi diye baktı. Ben gelirken görmedim diye hatırlıyorum.
Tekrar yukarı çıkıp başka bir odaya girdi. Üstüne
kapıyı kapadı. Ocağın üstündeki suyla dolu
çaydanlığa baktım.

Suyun kaynamasına daha yaklaşık bir
sene vardı. Aylardan Ekim'di ve çaydanlıkta çok fazla
su vardı. işte o yüzden. Suyun yarısını
lavaboya boşalttım.

Şimdi daha çabuk kaynardı. Yaklaşık altı
ayda falan. Ev sessizdi.

Dışarıya verandaya baktım. Bir sürü çöp torbası
vardı. Çöplerdeki konserve kutularına, soyulmuş
kabuklara falan bakıp son zamanlarda neler
yediğini çıkarmaya çalıştım. Hiç bir şey anlaşılmıyordu.

Mart ayı geldi. Su kaynamaya başladı. Bu
çok hoşuma gitti.

Masaya baktım. Neskafe kavanozu, boş
bardak ve çay kaşığı önümde bir cenaze servisi
gibi duruyorlardı. Kahve yapmak için gereken
malzeme bunlardır.

On dakika sonra evden çıkarken, içimde bir
mezar gibi güvende bir bardak kahve,
"Kahve için sağol." dedim.

"Bişey değil," dedi sesi kapalı kapının
arkasından. Onun sesi de bir telgraf gibi
çıkmıştı. Gitme zamanım gerçekten gelmişti.

Günün geri kalanını kahve yapmayarak geçirdim. Büyük
keyifti. Sonra akşam oldu, bir restoranda yemek yiyip
bir bara gittim. Biriki içki yuvarlayıp biriki insanla
konuştum.

Bar adamlarıydık hepimiz ve bar şeyleri konuştuk.
Hatırlanmayacak şeyler, bar kapanana kadar. Saat
sabahın ikisiydi. Dışarı çıkmam gerekiyordu. San Fransisko
sisli ve soğuktu. Sisi düşündüm; kendimi çok
insani ve çaresiz hissettim.

Başka bir kıza daha uğramaya karar verdim. Nerdeyse
bir senedir hiç görüşmemiştik. Bir ara çok yakındık.
Şu anda ne düşündüğünü merak ettim.

Evine gittim. Kapı zili yoktu. Bu ufak da
olsa bir başarı sayılırdı. Bütün ufak başarılarının
kaydını tutmalı insan. Ben nasılsa yapıyorum.

Kapıyı açtı. Önünde uzun bir elbise tutuyordu.
Beni gördüğüne inanamadı. "Ne istiyorsun?"
dedi, beni gördüğüne artık inanmış bir şekilde.
Direk içeri daldım.

Dönüp kapıyı kapatınca vücudunu profilden
gördüm. Elbiseyi tamamen üstüne geçirmeye
uğraşmamıştı.
Sadece önünde tutuyordu.

Başından ayaklarına kadar uzanan kırılmamış
bir beden çizgisini görebiliyordum. Biraz
garipti. Belki çok geç bi' saat olduğundan.

"Ne istiyorsun?" dedi.

"Bi' bardak kahve," dedim. Ne komik
birşey, gerçekten istediğim yine kahve
değildi.

Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü.
Beni görmek hoşuna gitmemişti. SSK istediği kadar
zaman herşeyi iyileştirir desin. Bedeninin kırılmamış
çizgisine baktım.

"Neden benimle bi' bardak kahve içmek istemiyo'sun?" dedim.
"içimden seninle konuşmak geldi. Ne zamandır hiç
konuşmadık."

Bana bakıp hafifçe profilinin çevresinde döndü. Bedeninin
kırılmamış çizgisine baktım. Bu iyiye işaret
değildi.

"Çok geç oldu," dedi. "Yarın erken kalkmam gerekiyo'.
Kahve istiyorsan, mutfakta neskafe var.
Benim yatmam gerekiyo'."

Mutfak ışığı açıktı. Koridordan mutfağa
baktım. içimden hiç gidip kendi başıma
bir bardak daha kahve içmek gelmedi. Başka
birinin evine daha gidip de bir bardak kahve
istiyorum demek de gelmiyordu içimden.

Bütün günümü çok garip ziyaretlere adadığımı
farkettim, bu şekilde planlamamıştım halbuki.
Ama en azından neskafe kavanozu masanın üstünde
boş beyaz bir fincanla kaşığın yanında değildi.

Bahar gelince bir erkeğin bütün hayallerinin aşk
üzerine kurulduğunu söylerler. Eğer yeterli zamanı
kalırsa, içlerine bir bardak kahve de koyabilir.

ingilizce'den çeviren: Cem Duran .
Ölümü çalarsın çünkü
canın sıkılmıştır
iyi filmler gösterilmiyordur
san francisco’nun
sinemalarında
hız yaparak dolaşırsın bir süre
dinlersin
radyoyu ve sonra ölümü terk eder
uzaklaşırsın
uzaklaşırsın,bırakırsın polis
bulsun...

Richard Brautigan , Ölümü Çalarsın.
beat kuşağının en tatlı yazarı. yeni seksiliğin zeka olduğunu kanıtlayan adamlardan.
(bkz: karpuz şekerinde) okunduktan sonra hayal gücü nedir, nasıl kullanılır gibi bir çok soruya cevap bulabileceğiniz ilah.
he unutmadan (bkz: kürtaj)
yani rüzgar her şeyi alıp götürmeyecek kitabından enfes bir bölüm için tereddüt etmeksizin tıklayınız:

http://www.aksitesir.com/...r_seyi_alip_goturmeyecek/
Kahve teklifi herzaman için caziptir.
içelim mi? içelim...
Brüksel'de öğrencilerin oturduğu merdivenler var.
istanbul'un bu yakası daha mı iyidir?
Dayak yimişizdir bazen.
Parmaklar küçüktür ve piyano için müsait değildir.
Ama sigarayla uyumludur.
Kalkmazsan geç kalacaksın.
Kalkarsak geç kalacağız.
Evet, güneş batınca, soğuyor dışarısı, ceketini giy.
Telefonumu vereyim mi?
Ararsam kedin çıkmaz umarım telefona...

Richard Brautigan