bugün

modern insanın hayatın akışında nerede olduğunu gözümüzün içine acıtırcasına ve parçalarcasına sokan muhteşem eser. birey olmanın modern zamanın en önemli karakterteristiği olmaya başladığı dönemde bunun sonuçlarını ve sebeplerini bir bir açıklyan camus sarsıcı bir sonla hayat denilen rüyadan uyananları bekleyen kötümser sonu anlatmaya çalışmıştır. okunması ve okutulması gereken modern insan betimlemesi.
insanın hayata bakışını bir gecede değiştirebilecek bir roman. Çok kısa olduğu için soluksuz okunabiliyor ve insanın değer verdiği şeylerin aslında ne kadar da önemsiz olduğunu gösteriyor.
the cure'un killing an arab şarkısı camus'nün yabancı adlı kitabının konusunu işler. camus her ne kadar kendisinin Jean-Paul Sartre ile birlikte varoluşçu felsefenin temsilcilerinden sayılmasına karşı çıksa da yabancı adlı romanı bu akıma güzel bir örnek teşkil eder. romanda sadece gözüne güneş geldiği için kendisiyle hiçbir sorunu olmayan bir fellahı öldüren baş kahraman, daha sonra yargılanma sürecinde aşağıdaki cümleyi sarfedebilecek kadar duygusallıktan arınmıştır.

--spoiler--
aynı zamanda bunun gülünç olduğunu da biliyordum. Çünkü alt tarafı adam öldüren bendim.
--spoiler--

alt tarafı adam öldürmek...
camus'nün baş yapıtlarından bir tanesi.

--spoiler--
Aujourd'hui, maman est morte. Ou peut-être hier, je ne sais pas. J'ai reçu un télégramme de l'asile : "Mère décédée. Enterrement demain. Sentiments distingués." Cela ne veut rien dire. C'était peut-être hier...
--spoiler--

bugün, annem öldü. belki de dün, bilmiyorum. huzurevinden bir telgraf aldım : "anneniz öldü. yarın toprağa verilecek. en içten dileklerimle" hiç bir şey demekti. belki de dündü...
"insan her zaman az buçuk suçludur."

(bkz: albert camus)
(bkz: c est pas ma faute)
albert camus'ün ünlü romanının adıdır. ancak bu kitap okunduktan sonra muhakkak zeki demirkubuz'un yazgı filmi izlenmeli ya da yazgı filmi izlendikten sonra kesinlikle bu kitap okunmalı. zaten demirkubuz da bu kitaptan esinlenerek filmi yaptığını söylüyor. roman kahramanını canlandıran oyuncuyu bir an için kitaptan çıkan kahraman zannedebiliyorsunuz.
camus'un çok eşsiz bir anlatım sanatıyla karşımıza çıktığı eserdir. kış günü yakar , aç adamı doyurur o derece. son iki sayfasıyla boğaz düğümleyip , son cümlesiyle insanı olduğu yere mıhlar.
(bkz: albert camus)'un ilk romanıdır.. ısrarla saçma duygusu ve saçma algısı üzerinde durduğu söylense de benim açımdan dikkati çeken daha önemli nokta romanın; aslında duygudan kendini soyutlamış, hayata karşı koymayı, direnmeyi, değiştirmeyi, dönüştürmeyi seçmemiş, böyle olunca da tesadüflerin götürdüğü yere gitmeyi ağır bulmamıştır. (bkz: Sabahattin Ali)'nin (bkz: içimizdeki düşman)'ın da; bizim isteğimiz dışında hayatın bize dayattığı şeyleri sonrasında kendimize asıl isteğimiz şeyin aslında o dayatılan şey olduğunu kendine kabul ettiren insan vardır, ancak yabancı'da durum biraz daha sert ve yalın bir şekilde, acılığıyla karşımızda durur. mersault karakteri tercih yapmıyordur ve öleceğini bile bile yaşıyordur, eğer ölecekse er-geç olmasının pek önemi yok gibidir ağırlıklı olarak. yorgun olmasının, uykusu geliyor olmasının bile savunmasını yapmaktan kendini alıkoyuyor olması vurucu derecede ağırdır aslında..
Albert Camus'un şahane ötesi kitabıdır. insanın hayatta kendisine bile yabancı olabileceğini anlatır. "Anam ölmüş bugün" diye başlar, "herşey bir" temasında devam eder.
insanı türlü türlü düşüncelere sevk eden kitap. hakketen çoğu zaman "napıyrum yahu ben, amacım ne?" diye sorduğum oluyor. garip bi boşluk yaratıyor.
"aslına bakarsanız, insan ha otuzunda ölmüş, ha yetmişinde. pek önemli değil. çünkü her iki halde de, pek doğal ki, başka erkekler de, başka kadınlar da, yaşayacaklar. hem de binlerce yıl..." der camus yabancısında.

topluma, sevdiği kadına, annesinin ölümüne, hatta kendisine bile yabancı olmuş bir adamın romanıdır. meursault kadar kayıtsızdır ve meursault kadar kayıtsız bırakır. bir çırpıda okunur. ve okunduktan sonra artık hayata dair hiç birşeyin önemi yoktur.

sevip sevmemek, evlenip evlenmemek, tanrı'ya inanıp inanmamak, her hangi bir sebepten ötürü adam öldürüp elini kana bulamak gibi sorunları kendine dert etmeyen, saçmalıklar içinde saçma bir yaşam düzeyine kendini kaptırmış bir insancığın romanıdır.
şarkısı da şöyledir.

adamımızdan geliyor.
*
http://www.dailymotion.co...ranger-live-once-mo_music
albert camus' un ilk ve en çok ses getiren romanı. roman kahramanı meursault'u tanıdıkça aslında bende meursault'muşum da haberim yokmuş hissine kaptırır insanı.
--spoiler--
Giyindiğimiz zaman, beni siyah boyunbağıyla görünce, çok şaşırdı. ' Yaslı mısınız? ' diye sordu. ' Anam öldü ' diye karşılık verdim. Ne zaman olduğunu sorunca ' Dün ' dedim. Hafifce irkildi, ama hiçbirşey söylemedi. içimden, bunda benim bir suçum olmadığını söylemek geldi, ama kendimi tuttum. Bunu daha önce patrona söylediğimi anımsadım. Hiçbir anlamı yoktu bunun. insan her zaman az buçuk suçludur.
--spoiler--

--spoiler--
Tutukluğumun başlarında, bana en ağır gelen şey, özgür bir insan gibi düşünmemdi. Örneğin, içimden kumsalda olmak, denize doğru yürüme geliveriyordu. ilk dalgaların sesini tabanlarımın altında duymayı, bedenimin suya girişini ve bundaki ferahlığı hayal edince, hücre duvarlarının birbirine çok yakın olduğunu hissediyorum. Ama bu, ancak bir kaç ay sürdü. Sonraları, sadece hükümlüler gibi düşünür oldum. Artık avluda yaptığım günlük gezintiyi, ya da avukatımın gelmesini beklemeye başladım. Vaktimin geri kalan kısmını oldukça iyi idare ediyordum. O zaman sık sık düşünüyor ve içmden : beni bir kuru ağaç kovuğunda yaşamaya zorlasalar da gökyüzüne bakmaktan başka bir işim olmasaydı, yavaş yavaş buna da alışır giderdim, diyordum.
--spoiler--
sayfaca bu kadar az olmasına ve bu kadar sade bir anlatımla yazılmasına rağmen devleşebilmiş bir eserdir kendisi. sanatın yüceliğini biraz da burada aramak lazım diye düşünüyorum. sayfalarca betimle betimle nereye kadar dimi raşya?

kahramanımız Meursault saçmanın felsefesi içinde anlamsızlaşmış, duyarsızlaşmış ve cehenneme bile çoktan razı olmuş bir adamdır. Ona göre hayat yaşamaya değmez ve bir şey öyle de olur böyle de olur, farketmez.
Albert Camus ise bunu bir başlangıç olarak görmektedir. Yani ona göre insan hayatın yaşamaya değmez bir şey olduğunu, düpedüz bir saçmalık olduğunu eğer en başından kabullenirse, bundan daha kötüsü olamayacağından, olan bitenlere daha fazla şaşıramayacağından, onun için daha yaşanılır bir hayat söz konusu olacaktır. yaşama ölümle başlamak gibi bir şey.

okuma işinin sonrasında zeki demirkubuz'un yazgı filmi de mutlaka izlenmelidir. Önce filmi izlemek gibi bir yanlışa katiyen düşülmemelidir.

"...yok olmaktansa yanmanın daha iyi olduğunu söyledim."
nickime ilham kaynağı olmuş efsane bir karakterin hayata yabancılaşmasını anlatan camus romanı. albert camus' un okuduğum ilk ve tek kitabıdır. bir kez orta sonda bir kez de lise sonda okudum bu eseri. işin edebi yönünden bahsetmeye gerek bile yok. camus inanılmaz bir üslupla, inanılmaz cümleler üretmiş. bunları anlatmak mümkün değil zaten, okumak gerek.
beni asıl vuran o karakterin vurdumduymazlığı oldu. bizim arasıra yaptığımız gibi cool görünmek amacıyla umursamaz bir tavır takınmıyor meursault; düşünmediği hissetmediği için de bu kadar vurdumduymaz olmuyor. aksine fazlasıyla düşünüyor karakterimiz ve her şeyin boş olduğu, ölümün olduğu yerde her şeyin anlamsız olduğu fikrine düşünerek varıyor ve baştan kabulleniyor her şeyi. kaybedenler kulübünde geçen ''ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir'' sözünün haklılığını kabul edip hiçbir şeyi önemsemiyor, dahası kaçınılmaz son olduğundan dolayı ölümü de önemsemiyor meursault.
giriş cümlesi şu şekilde de lanse ediliyor, ki benim okuduğum çeviride şöyleydi;

''bugün, annem ölmüş. belki de dün. bilmiyorum.''
*
Zeki Demirkubuz'un Yazgı filminde bi kısmını kullandığı Albert Camus'un kitabı.
acaba o mu kendisine yabancı, hayat mı ona yabancı diye düşündüren bir ana karaktere sahip albert camus romanı. duygularından kendi isteğiyle vazgeçmiş, fakat ara ara onları özleyen bir adam başrolde.
albert camus nun 'kayıtsızlık' ve 'saçma' kavramlarını birbirinden ustaca ayırdığı enfes bir eser. mümkünse yazgı yı izlemeden evvel yabancı okunmalı (zira daha iyi anlaşılacaktır.). her ne kadar zeki demirkubuz daha sert yorumlamış olsa da kitapta filmden çok ama çok daha fazlası mevcut.
bunların yanı sıra yaşam ve ölüme dair; filmde bulunmayanları da işleyen camus, öleceğini bilerek yaşamanın oluşturduğu anlamsız durumu, biraz da umutla pekiştirmiş diyebilirim.

--fazla söze gerek yok spoylırı--

topluma olan bir borçtan söz ediliyordu. onlara göre bunu ödemek gerekti. ama bu insana bir şey düşündürmüyor. asıl önemli olan şey, bir kaçma olanağı, amansız törenin dışına sıçrayış, alabildiğine umut olanakları veren çılgınca bir koşuştu. tabi umut bir yolun dönemecinde, var hızla koşarken birden yetişen kurşunla serilivermekti. ama işin aslına bakılırsa, her şey bana bu türlü bir lüksü yasak ediyordu. makina beni kıskıvrak içine alıyordu.

--fazla söze gerek yok spoylırı--

--fazla söze gerek yok spoylırı--

değil mi ki insan ölecekti, öyleyse bunun ne zaman ve nasıl olacağı pek önemli değildi.

--fazla söze gerek yok spoylırı--
şahsi düşüncem günümüzde mösyö meursault tipindeki bir karakterle karşılaşamayacak olmamızın nedeni hayatta kalma ve hayatımızı sürdürme içgüdümüzdür. meursault bir yabancıdır; bir yabancıdır çünkü en temel içgüdüsü olan hayatta kalma çabasını kaybetmiştir. artık onun için yaşamak da ölmek kadar üzerinde düşünülmeye değmeyecek birşeydir.

belki de bizi bireyselliğimizi kaybedip toplumun yarattığı , toplumun istediği görünüşe iten şey korkularımızdır.
türkçesi Yabancı ve yazarı albert camus olan eserin temel izleği toplumun getirdiği toplumsal düzene ve belli başlı toplumun belirlediği görünmez kurallara uymaktan kaçan farklı bireyin, topluma ve yaşadığı hayata yabancılaşmasıdır.

yazar albert camus'nün eserini oluştururken etkilendiği felsefi akımlardan biri de absürdizm'dir. Camus'ye göre dünya, boş ve manasız, insan ve hayat ise saçmadır. Bundan dolayı Meursault'nun kendisine yöneltilen çoğu soruya "fark etmez" cevabını vermesi absürdizm'in etkilerine örnektir. " Kendisiyle dost olmak isteyip istemediğimi tekrardan sordu. Bence bir, diye karşılık verdim." (yabancı, syf 35)

Eserin yan izleklerinin yalnızlık, umursamazlık gibi izlekler kullanıldığı söylenebilir.
Sevip sevmemek, evlenip evlenmemek, aldatılıp aldatılmamak, Tanrı'ya inanıp inanmamak ya da birini nedensiz yere öldürmek gibi yaşadığı toplumun önemsediği durumlar kendisi için hiçbir mana ifade etmemektedir. " Başkalarının ölümü, bir ananın sevgisi ne umurumdaydı benim? Başkasının Tanrısından bana neydi?" (Yabancı, syf 109) Meursault'ya göre "absürt" bir biçimde durumların getirdiği her iki seçenek (olmak ya da olmamak) kendisi için bir fark yaratmaz. Patronunun Meursault'ya Paris'te çalışarak kendini geliştirip daha rahat koşullarda yaşaması için yaptığı teklife "Ama doğrusunu isterseniz bence bir," diye ekledim." (Yabancı, syf 46) cevabını vermesi Meursault'nun yaşamının ne denli gayesiz olduğunu gözler önüne seren bir örnektir.

Yabancı'daki absürdizm ve nihilizm'i meursault ve marie'nin aralarındaki evlilikle ilgili şu diyalogdan anlayabiliriz: "Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. "Bence bir, ama istersen evleniriz," dedim. O zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Bir başka zaman da söylediğim gibi, "Bunun bir anlamı yok, ama herhalde sevmiyorumdur," diye karşılık verdim. "Öyleyse niçin benimle evleneceksin?" diye sordu. Bunun hiçbir önemi olmadığını, isterse evlenebileceğimizi söyledim. Zaten isteyen kendisiydi, ben sadece evet demekle yetiniyordum. O zaman, Marie, "Evlilik ciddi bir şeydir," dedi. Ben de, "Değildir," diye karşılık verdim."(Yabancı, 46).

Meursault'nun Marie ile olan bu diyalogu eserde ki nihilizm etkisinin varlığını inkâr edilemez hale getirir. Meursault'ya göre patronun yaptığı teklifle Marie'nin ona sunduğu teklif arasında hiçbir fark yoktur. Her ne kadar teklifler birbirinden farklı olsa da teklifi kabul etmek ya da etmemek onun için farklı eylemler değildir. Camus nihilizm'i hayatının büyük bir parçası haline getiren Friedrich Nietzsche'den fazlasıyla etkilenmiştir.* Bu etkinin Camus üzerinde Meursault'yu yaratırken izleri görülür. Bir başka deyişle Meursault Camus'nün übermensch'idir. Tüm sosyal ve ahlaki kurumları yok sayması ve Meursault için hepsinin absürt olması nihilizm'in doruklarında gezen Camus'nün bunu eserinde dışavurumudur. Yazar ve yönetmen Alain Robbe Grillet Camus'nün absürdizm'i ve nihilizm'i hakkında şunları söyler: "Albert Camus, insan ile dünya, insan ruhunun beklentileri ile dünyanın bunları karşılamaktaki yetersizliği arasında bulunan aşılmaz uçuruma (absürt), 'saçmalık' adını verdi. Saçma ne insanda ne de şeylerdedir. Onlar arasında yabancılıktan başka bir ilişki kurma olanaksızlığındadır. " insanın yüz yüze kaldığı bu lakayt ve "saçma" evrende, ölümlü olduğumuz gerçeği karşısında "anlam" değerini yitirir. Ancak dengesiz bir şekilde ve geçici olarak kendi kararlarımız ve yorumlarımızla yeniden yaratılabilir. "

Yabancı'da kahraman anlatıcı vardır. Meursault yaşadığı olayları kendi ağzından okuyucuya aktarır.
hiçbir şeyi umursamayan bir mersault karakterini anlatan albert camus eseri. bu kadar kısa olmasına rağmen bu kadar çok duyguyu okuyucuya aktarabilen ender kitaplardan. bir diğeri için (bkz: satranç).
"Bu kez canım sigara içmek istedi. Ama duraksamadım. Çünkü anamın önünde içilip içilemeyeceğini bilmiyordum. Düşündüm taşındım, bu bana hiç de önemli helmeg. Bir sigara verdim kapıcıya, karşılıklı içtik.."
sf7
albert camus'nün nobel ödüllü eseridir.