bugün

filmin senaristlerinden ayça damgacı'nın aynı zamanda başrolü oynadığı ingiltere - türkiye ortak yapımı film. bir film setinde başlayan bir aşkın batıdan doğuya yolculuğu şeklinde devam eden hikaye.
"Uzun metrajlı filmin= uzun süreli film" olarak algılanma hatasına net bir örnek olan film.

Ayrıca, politik olmayı amaçlamış ancak kesinlikle başaramamıştır.

hikaye çıkışı çok güzel olmakla beraber, bunun anlatımını kesinlikle başararmıştır. Başrol oyuncularının sinemanın kabul ettiği güzellik sınırları dışında olması ile bir karşı çıkış denemesi yapmaya çalışılmış, ama hikayenin sunuşundaki eksikliklerinin altında kalmıştır.

film eğer kısa film biçiminde yapılmış olsaydı, kesinlikle daha başarılı olurdu.

Çoğu sahne hem öğrenci filmi gibi olmuş hem de kısa sahneler olması gerekirken zorla uzatılan sahneler biçiminde yer almıştır.

Not: Öğrenci filmleri kötü değildir. ancak öğrenci filmi yapmak, sınırı bilmeyi de zorunlu kılar.
kültür bakanlığı tarafından yediği sansürden kurtulup vizyona düşen dokunaklı film. türk kızı ile kürt erkeğinin birbirlerine olan aşkı anlatılır ki bu da bakanlıktan yediği sansürün sebebidir. aldığı olumlu tepkiler ve ödüllere bakılırsa kaçırılmaması gerekir derim. bende henüz izliyemedim. vizelerden sonra ilk işim..
(bkz: http://www.asifilm.com)
http://www.radikal.com.tr...2008&ArticleID=906720
Jerusalem, Sarajevo ve Tribeca Film festivallerinde çeşitli ödüller kazanmış filmdir.
filmden anlaşıldığı kadarıyla Türkiye'den kuzey ırak'a gitmek yasak ama kuzaey ırak'tan türkiye'ye gelişler serbest. bunu ayça ile taksi şoförü arasında geçen diyalogtan anlıyoruz.

bunula beraber ayça sevdiği uğruna o kadar sıkıntıyı -ayrıca kadınlığın getirdiği sıkıntılar- göze alıp iran üzrinden kuzey ırak'a gitmeye çalışmakta ancak hama ali ayça'ya sadece videolar göndermekle yetinmektedir. filmin burasında bir kurgu eksikliği varmış gibi görünmesine rağmen son dönem politik filmler açısından izlenmeyi hak eden bir film. zira bir türk kızının bir kürt erkeğine aşık olabilme durumu üzerine bir sürü yazının yazılmasına vesile oldu.
filmde ayça'nın otobusde okuduğu şiir:

sen benim diego riveramsın
yıldızlarsın sen
ay ve bulutlar
haberlerdeki f16'lar
kırmızı yatağımdaki o koca bedensin.
çekmecemdeki son sigara
beni sarmalayan o koca kadife yeşil ceketsin.
bir kuş misali uçarak gitmek istediğim adamsın.
iransın suriyesin.
ha burda nöbet tutan askercik.
mezepotamyadaki en vahşi kıpkırmızı gelincik.
üzerine yattığım uçsuz bucaksız boz bir vadisin.
marlon ve brandomsun.
küvetimde yatan şişman bir melek.
sevincim acılarım tüm arzularım.
tiyatrodaki, istiklal caddesindeki eşim.
gabriel garcia marquezin son mektubusun.
ve ben de o zorbadaki her tarafından şehvet fışkıran o şişman kadınım.
kim uçurdu acaba kafamı
ben kafam olmadanda yaşarım.
çünkü elim kolum bacaklarım var sana ulaşmak için
ve birde bir el bombası gibi fırlatıp tüm kahrolası sınırları havaya uçuracak bi kalbim..
bir ajitasyon filmi. *
"yaşasın halkların sevgililiği" teması üzerine kurulu enfes bir film.
Film setinde tanışan ve birbirine aşık olan istanbullu Ayça Damgacı ve ıraklı Hama Ali Kahn arasındaki kavuşamama hikayesidir. Konu güzeldir fakat rejisi berbattır.
''en iyi kadın oyuncu'' dalında, yurtdışı festivallerden bi çok ödül almış bu film. sanırım ben yanlış filmi izledim.
iyi olduğunu sanan bir film daha. kaba sol zihniyetin nefes'i bile diyebilirim. belli ideolojilere dayanıp film yapmak ve bu filmlerin duruma göre festivallerde veya gişelerde prim yapıyor olması beni çok rahatsız ediyor.
bu konuda bir kaç şeyi önce açıklığa kavuşturmak isterim. siyaset bilimlerinde her şey ideolojidir denir. ideolojiye hayır demek bile bir ideoloji, ben politikadan uzağım demek bile politiktir. aşık olma biçiminde sıçma biçiminde ideolojiktir. benim eleştirdiğim şey filmlerde ideolojilere yaslanmaktır. buradan prim yapmaya çalışmaktır. sadece pahalı görsel efekte yaslanmak gibi bir şey değil midir bu? film estetiğinin, soru sorma, böylelikle yeni bir şey söyleme potansiyelinin bu uğurda harcanması değil midir?
zaten bizim amacımız savaş karşıtlığı yapmak deyip geri kalan her şeyi savsaklamış bir film gitmek. öyle ki kaç kere yakaladım hatırlamıyorum genel çekimlerde sokakta yürüyen insanlar kameraya bakıyorlardı -ki bu çamur gibi filme en küçük örnek. bütçen sınırlı anladık ta bunu neyle açıklarsın? savaş karşıtlığı da yap savaştan acı çekiyorsan özellikle yap. bunu satmaya kalkma ama yemem. asfalt izlettirdi bol bol. para verdim sinemada izledim ben bu filmi, bana da kendine de yaptığı saygısızlık değil mi? bana yaptığını affederim, kendine yaptığını ne yapacağım? sanat falan değil bu. propaganda yapma bana, slogan atma. sokakta yapacağın şeyi sinemada yapma. hep o yerin dibine soktuğun hollywood'dan daha çirkinini yapıyorsun. beyazperde o gördüğün, pankart değil.
politik açıdan, filmi "ajitasyon" olarak görenlere sorulabilecek tek soru bırakan filmdir: "bu filmi altyazısız izleyebiliyor musunuz?"

bu memlekette çekilmiş, türkçe, kürtçe, azerice, ingilizce ve farsça konuşulan bir film hakkında konuşma hakkını fikrimce bu soru belirler. yanıtı sizin "beyaz" olup olmadığınızı belirler.

diğer taraftan... oyunculuk adına o kadar özel bir örnek görmek hakikaten zor. üstelik senaryo da filmin ününe yakışacak denli iyi değil.
ben ayça'yı çok sevdim. sırf otobüste okuduğu o şiir için de tüm olmamış yanlarını görmezden gelip filmi sevmeye devam edebilirim. ıraklı ressamın yakalandığı sahne için ağlayabilirim. ibrahim tatlıses geyiği için gülebilirim. tiyatrodaki kız ve komşular haricinde dışarıdan apartılmış gibi durup da harika oyunculuklar çıkaran insanlara hayran olabilirim. belki hangi beklentiyle izlediğimle alakalıdır. benim izlediğim aşk filmi idi, başkasını bilemem.