bugün

sultan Süleyman'ın oğullarını öldürmesi gibidir.

bunların hepsi ölüm korkusu işte!
iyi yapmıştır. tebrik ederim fatihi, türkün asil lideri.
Devletin bekâsı için...

Devlet dediğin ingilize köpek olmuştu en son bildiğim kadarıyla. Ha gerci, bizim osmancılar kanuniden sonrasını ecdadtan saymıyordu de mi!

Olm manyak mısınız lan şu olayı savunacak kadar? Kendi kardeşinizi düşünün, herhangi bir şey uğruna kıyabilir misiniz ona?
vahşettir.

katli vaciptir, yeryüzünde fitne ve bozgunculuk engellenecekse öldürmeye izin vardır denmiş fakat daha beşikteki bebek ne gibi bir fitne çıkarmış ne yapmış da devletin dirliğini düzenini bozmuş?

buna vahşilik diyerek osmanlıyı kötülemeye çalışmıyor kimse, göte göt diyoruz.

allahın verdiği canı yalnız allah alır.
BAZILARI DA KURANA iNANIYORMUŞ GiBi KALKMIŞ KURANDAN ÖRNEK VERMiŞ. SiZ SULTAN FATiHiN ATININ GERiSiNiN BIRAKTIĞI ARPALARI YiYiNDE ZIKKIMIN KÖKÜ NiYETiNE.
Fatihin kanunname-i ali Osman'ında yer alan kardeş katli maddesi fatih sultan Mehmet öncesi yaşanan bir çok siyasi olayın bir neticesidir.

daha Osmangazi döneminde amca ve amcazadelere sübaşılık ve toprak tahsis edilme geleneği devam ederken ( Osmangaznin kardeşi gündüzalp in sübaşı olması, karacahisar'ı kontrol altında tutması gibi) murat Hüdavendigar döneminde yaşanan savcı olayı ve daha sonra yıldırım Beyazıt döneminde meydana gelen ve tarih literatürüne fetret devri olarak geçen şehzadeler kavgası, tüm bunların yanında 2.murat döneminde ki küçük Mustafa olayı Osmanlı hanedanını içinde bir takım tedbir ve teamüllerin gelişmesine sebep olmuştur. Bu yeni temayülle artık amca ve amcazadelerin saf dışı edilmesinden sonra kardeş ve torunlar da kontrol altında tutulmuştur. Bu merkeziyetçi devlet politikasının bit gereğidir.

herkesin malumu olan o madde allahın inayetiyle, ulemanın genel onayıyla kabul edilmiştir. Elbette ki beşikteki bebeğin hayatına son verilmesinin kabul edilebilir bir tarafı yoktur. insaniyet ve merhametten mahfuz bir harekettir. Ancak asıl önemli olan nokta şu ki asla keyfi bir uygulama değildir.

Hüdavendigar Kosova da şehit düştüğünde yakup ve Beyazıt arasında ki taht mücadelesinde beyazıtın yanında yer alan ulema ve ümera daha sonra yaşanan hanedan azası arasında ki taht mücadelelerinde aynı dirayeti gösterememiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde halen doğuda Akkoyunlu,Karakoyunlu,safevi mücadeleleri sürerken batıda Avrupa ülkeleri ve Osmanlının Avrupa ülkelerine sınır uç beyleri kesif bir kuvvet kazanmış, devleti kıskaca almıştır. Fatih tahta çıktığında 32 sene sürecek saltanatında merkeziyetçi politikasının ilk emaretini kardeşi Ahmet'i henüz 1 yaşında kardeş katli maddesine istinaden boğdurması olacaktır. Devşirme usulünü, istanbul'un fethini, Osmanlının yeniden ve yeniden ihya edilmesini tasarlayan bir Osmanlı sultanının bebek katili olarak anılması ise bilinçli bir karalama politikasından başka bir şey değildir.
kimisinin ilgili kuran ayetlerinde "tüm insanları öldürmüş gibidir" diye zemmedilen katilleri, birilerinin karaladığını iddia etmesine vesile olan cinayettir.

eğer allah'a inanıyorsanız, söz konusu katilleri "karalayan"(!) allah oluyor a zındıklar!..

bunlar öyle yalancılar ki 1. murad'ın oğulları yakup ve beyazıt arasında taht mücadelesi olduğunu iddia ediyorlar. oysa ki yakup isyan ettiği için öldürülmemiştir. kosova savaşı sonrasında kaçan düşmanları kovalama görevindeyken, 1. murat suikaste kurban gitmiş, yerine beyazıt tahta çıkarılmış, hiçbir şeyden haberi olmayan yakup ise dönüşünde "baban bekliyor" denilerek hünkar otağına alınmış ve boğdurulmuştur.

bakın ve görün... şunca safsatayı yumurtlayanların biri bile kuran'ı referans gösteremeyip, dillerini eğip bükerek saçtıkları yalanlarla, işlenen cinayetleri islam'a göre mübahmış gibi gösteriyorlar.
ulemanın ekseriyeti tarafından cevaz verilmiştir, lakin bu duruma göre ulemanın bir kısmı da cevaz vermemiştir.

"zarar ı amm ı def içün zarar ı hass ihtiyar olunur" teamülünden hareketle varılmış bir karardır. işe yaramış mıdır derseniz yaramadığını; oğulları şehzade bayezid ve şehzade cem arasındaki iç savaş, torunları olan selim, ahmet, korkut arasında yaşananlar ve alemşah ın oğullarının dahi öldürülmesi gibi durumları tetkik ederek görebilirsiniz. ancak sultan mehmet in çabaları sayesinde ilerleyen aşamada merkezileşme mümkün hale gelmiş ve bu saltanat kavgaları da bitmiştir.

saltanatın devrinin olaysız olması buna uygun teamüllerin yerleştirilmesiyle mümkündür. hükümdarın geri plana çekildiği, devletin kurumsallaştığı yerlerde taht kavgasına rastlanmaz. fatih in kanunnamesi ise ne yazık ki belirsizliklerle doludur. ancak şu da söylenmelidir ki bu yolun başlangıcı da odur.

evlatlarımdan her kime ki saltanat müyesser ola...
UTANMADAN OSMANLIYI KATiLLiKLE SUÇLAYANLAR DÜNYA TARiHiNE DE BiR GÖZ ATSINLAR.

Fransa'nın Yaptığı Katliamlar
Fransızlar geçmişte sömürgelerinde yaptıkları katliamları bilinirler. Cezayir'den 1.5 milyon insanı katlettiler. Ruanda'da 90'lı yıllarda Hutu ve Tutsi kabilelerinin birbirlerini katletmelerine yardımcı oldular. işte, Fransa'nın kanlı tarihi...

Fransa'nın tarihi soykırım ve katliamlarla dolu. 1830' da sömürge olarak işgal ettikleri Cezayir' de her türlü insanlık suçunu çekinmeden işleyen Fransızlar, 1962' de bağımsızlığını kazanana kadar ülkede çeşitli soykırımlar ve katliamlar gerçekleştirdi.

Bağımsızlık savaşı veren yüzbinlerce Cezayirliyi katleden Fransızların 2.5 milyon Cezayirliyi tehcire tabi tuttukları biliniyor. Cezayir' de 100 yılı aşkın süre her türlü insanlık suçunu işleyen Fransızların bağımsızlık savaşında 8 bin köyü yok ettiği de çeşitli kaynaklarda yer alıyor.

Fransız katliamları sadece Cezayir ile sınır değil. Ruanda' da 1994 yılında yaşanan soykırımda yüzbinlerce Tutsinin Hutular tarafından öldürülmesinin insanlık tarihinin en korkunç olaylarından birisi olarak belleklerde yer alıyor. Yakın tarihin en korkunç insanlık suçunda Fransızların parmağı dünya kamuoyu tarafından biliniyor. Ruanda' da görev yapmış emekli Fransız subayı, Fransa askerlerinin, 1994' te Ruanda' da soykırım yapmakla suçlanan Hutu milislerine silah eğitimi verdiğini itiraf etmesi tarihi birçok kanlı olayla dolu Fransızlar tarihinin en büyük lekelerinden biri olacak nitelikte.

Tarihin utanç sayfalarından birine ait bu görüntüler. Çadırın önünde ellerini kaldırmış, silahsız, savunmasız bir Cezayirli... Kendisiyle konuşulmasını bekliyor. Ancak Fransız askerlerinden gelen, acımasız bir kurşun. Genç kadın için hayatının en korkunç günü. Tecavüze uğradığı iki Fransız askerinin arasında ve çıplak. Askerler, soykırım gününün anısına, ırzlarına geçtikleri kadınla hatıra fotoğrafı çektiriyor. Ve sokaklar... Sorgusuz sualsiz öldürülen Cezayirliler... Tek suçları, Cezayirli doğmak...
Birileri 21 yaşında memleket bekasının o ağır yükünü sırtında hissetmeden, gelmiş burada konuşmuş. Devlet bekasında olduğu gibi, kardeş katlinin vicdani yükü de onun üstünde toplanmış idi. Kolay bir şey değil, padişah olmak. Kolay bir şey değil koca bir devletin geleceğini tayin etmek.
Ama isterseniz bunun yerine getirilmiş, yarı-deli padişahlar çıkaran kafes sistemi, ya da güçlü ve donanımlı, her an her şeye hazır olan, kardeş katli sistemini karşılaştırıp, hangisinin memlekete daha faydalı olduğunu görelim.
OSMANLI TARiHiNE OLAN KiNLERi DÜNYA TARiHiNi GÖRMEZDEN GELMELERiNE SEBEBTiR.

ABD Katliamları
250 yıllık tarihi yüzkarası olaylarla dolu olan (ABD'nin) Amerika’nın rezillikleri saymakla bitmez.
Kızılderilileri soykırımla yok ettiler.
Meksika’nın topraklarını gasp ettiler.
iç savaşta birbirlerini yediler.
1945 yılında Japonya’ya iki atom bombası atarak yüz binlerce masum sivili öldürüp dünya tarihinin en büyük vahşetini yaptılar.
Vietnam’ı kana buladılar.
Afrika’da birçok ülkeye baskınlar yapıp asker-sivil demeden herkesi katlettiler.
Şimdi, haksız yere işgal ettikleri Afganistan ve Irak’ta cellatlık yapmakla meşguller!

ABD dünya Polisi olarak kendini gösteriyor ve halen ABD'ye destek verenler var ....Sizce neden ABD'ye karsi ne Avrupa'dan ne de kendi ülkemizden dogru dürüst tepki gelmiyor. Irani Terörist ilan eden ABD'nin son 50 yıllık siciline bakalim isterseniz .....

ABD sicili için bazı gerçekler... Ve sonra, bazı "diğer" gerçekler.
ABD'nin 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima'ya attığı atom bombası 140 binden fazla kişinin hemen veya birkaç ay içinde ölümüne yol açmıştı.
ABD, Hiroşima'dan üç gün sonra 9 Ağustos 1945'te de Nagazaki'ye bomba atmış, burada da 80 bin kişiyi katletmişti.

1950... Milliyetçilik programı izleyen Arbenz, Guatemala Başkanı seçildi. Arbenz, o zamanki Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ve kardeşi CIA Başkanı Allen Dulles’ın büyük miktarda kişisel yatırım yapmış oldukları United Fruit Company’yi millileştirmişti. Bunun üzerine CIA, Nikaragua diktatörü Somoza’nın desteği ile Arbenz’i devirtti. Yerine Guatemala Silahlı Kuvvetler Başkanı Castillo Armas’ı geçirdi. 200 bin sivil Guatemalalı öldürüldü.
Amerikan şirketlerinin millileştirilmesine son verildi.
1953... ABD, Moskova yanlısı iran Başbakanı Musaddık’ı darbeyle devirdi.
Yerine Şah Rıza Pehlevi’yi getirdi. Böylece Şah, ABD’yi de arkasına alarak, iran’ın tek yetkilisi oldu. 1 yıl sonra iran topraklarındaki petroller için ingiliz, Fransız ve Amerikan şirketleriyle anlaşma yaparak ABD’ye borcunu ödedi.

1963... Güney Vietnam Başkanı Diem öldürüldü. ABD’nin, Vietnam Savaşı boyunca 4 milyon sivil hayatını kaybetti.
Hatırlanacağı gibi, Vietnam Savaşı sırasında vuku bulan My Lai katliamında, Mart 1968’de, Amerikan askerleri, My Lai Köyü’nde, çoğu kadın ve çocuk 400’den fazla silahsız Vietnamlı sivili, her türlü işkence ve tecavüzden sonra katletmişler, hatta cesetleri bile parçalamışlardı
1973... CIA’nın yer aldığı bir darbe ile, sol eğilimli Cumhurbaşkanı Salvador Allende öldürüldü. Yerine General Pinochet getirildi. Diktatör Pinochet döneminde 5 bin Şilili sivil hayatını kaybetti.
1977... ABD, El Salvador’daki askeri yönetime destek verdi. 70 bin Salvadorlu ve 4 Amerikalı rahibe öldürüldü.
1980... CIA, Afganistan’ı işgal eden Sovyet güçlerine karşı savaşmaları için Usame bin Ladin ve örgütünü eğitti. 3 milyar dolar yardım etti.
1981... Başkan Reagan yönetimi, Nikaragua "contra"larını eğitti... 30 bin sivil Nikaragualı öldürüldü.
1982... Amerika, iran - Irak Savaşı’nda Saddam Hüseyin’i destekledi. Ona, milyarlarca dolarlık destek verdi.
O yıllarda Reagan, şimdiki ABD Milli Savunma Başkanı ve savaş isteyen şahinlerin öncüsü olan Donald Rumsfeld’i özel temsilcisi olarak Irak’a gönderdi. Rumsfeld, Saddam ile görüştü. Reagan’ın mektubunu sundu.
Reagan yönetimi, resmi açıklamalarında Irak’ın zehirli gazlar kullanmasını kınıyordu.
Ancak, 1994 Senato raporuna göre, 1985 - 1989 arası ABD, lisanslı biyolojik ve kimyasal maddeleri Irak’a göndermişti. Bunlar, iran’a ve Kürtlere karşı kullanılmıştı.
1989... CIA ajanı ve Panama Başkanı Noriega, Amerika’nın emirlerine karşı çıkmaya kalkışınca, ülkesi ABD tarafından işgal edildi. Noriega tutuklandı. 3 bin Panamalı sivil öldürüldü.
1991... ABD, Kuveyt’in işgali üzerine Irak’a girdi. 6 haftada 85 bin ton bomba atıldı. Ürdün Kızılay’ına göre savaşta 113 bin sivil Iraklı öldü.
1991’den 1998’e kadar ise, kötü beslenme ve hastalık nedeniyle yarısından fazlası çocuk olmak üzere 1 milyonun üzerinden Iraklı hayatını kaybetti.
Bunu takiben ABD, Saddam paniği yaşayan Arap yarımadasına, 100 milyon dolarlık silah ve uçak sattı.
1998... ABD, Sudan’da bir silah fabrikasını bombaladığını açıkladı. Ancak sonra fabrikanın sadece aspirin ürettiği ortaya çıktı.
"o dönemin koşullarında gereklidir" mavalıyla aklanmaya çalışılan, kur'an'la taban tabana zıt eylem. böyle bir eylemi aklamaya çalışan 100 defa müslümanım diye yemin etse yine de kellesi vurulmalıdır.
O çocuk büyüse yanına adam toplasa isyan çıkarsa binlerce kişi ölse dahamı hayırlı? Unutmayın kardeş katlini kaldıran 1. Ahmed den itibaren osmanlının yükselmesi durdu.
Olmaz olamaz böyle bir şey kessssssinlikle olamazz !
"devletin iyiliği için" diyerek savunulan hadise.

Devletin iyiliği için bebek katliamı savunuluyor yani.

Devletin iyiliği.

çocuk cinayeti.

(bkz: Devletin amına koyayım)
(bkz: karaktersizlik)
"o çocuk büyüse yanına adam toplasa isyan çıkarsa" mavalıyla da aklanmaya çalışılan eylem. siz kur'an'a göre mi hüküm vereceksiniz yoksa geleceği biliyormuş gibi mi hüküm vereceksiniz önce bunu iyi anlamanız gerek. o çocuğun uysal biri olmaması kesinliği yada iktidar hırsından yanıp tutuşan bir birey olmasına dair allah'tan söz mü aldınız bre deyyuslar?
Şimdi bu kızıl vahşetin tarihini inceleyelim.

LENIN'iN KANLI DEVRiMi

Karl Marx, bir siyasi partinin veya hareketin lideri değildi. Sadece bir teorisyendi. insanlık tarihini diyalektik materyalizme göre kurallara oturtmaya uğraşmış, buna göre geçmişe yorumlar getirmiş ve gelecek hakkında kehanetlerde bulunmuştu. Marx'ın en büyük kehaneti ise devrimdi. Kapitalist düzenin ayaklanan işçiler tarafından yıkılacağını ve bu devrimle birlikte "sınıfsız toplum" doğacağını vaat etmişti.

Marx 1883 yılında öldü. Aradan yıllar, hatta on yıllar geçmesine rağmen, Marx'ın haber verdiği devrim bir türlü gerçekleşmedi. Avrupalı kapitalist ülkelerde, devrim gerçekleşmesi bir yana, işçilerin çalışma ve hayat koşullarında kısmen de olsa iyileşme yaşandı ve işçi-burjuvazi gerilimi azaldı. Devrim gerçekleşmiyordu ve gerçekleşeceği de yoktu.

Bu ortam içinde, Marx'ın ölümünden yaklaşık 20 yıl sonra, bir başka önemli isim Rusya'da ortaya çıktı. Marxistler'in kurduğu Rus Sosyal Demokrat Partisi içinde giderek yükselen Vladimir ilyiç Lenin, Marxizm'e yeni bir yorum getirdi. Lenin'e göre, devrimin kendi kendine olması mümkün değildi, çünkü Avrupalı işçiler burjuvazi tarafından kendilerine sağlanan imkanlar tarafından oluşturulmuştu, diğer ülkelerde ise zaten kayda değer bir işçi sınıfı yoktu. Lenin bu duruma militan bir çözüm önerdi: Devrim, Marx'ın öngördüğü gibi işçiler tarafından değil, işçiler (yani Marxist literatüre göre "proleterya") adına hareket eden, profesyonel devrimcilerden oluşan, askeri bir disipline sahip "Komünist Parti" tarafından gerçekleştirilecekti. Komünist Parti, silahlı mücadele ve propaganda yöntemlerini kullanarak devrim gerçekleştirecek, iktidarı ele geçirdiği andan itibaren Lenin'in "proleterya diktatörlüğü" adını verdiği otoriter bir rejim kurulacak, rejim muhaliflerini tasfiye edecek, özel mülkiyeti ortadan kaldıracak ve toplumun komünist düzene doğru ilerlemesini sağlayacaktı.

Lenin'in ortaya attığı bu teoriyle birlikte komünizm, eli silahlı terör gruplarının ideolojisi haline gelmiş oluyordu. Lenin'den sonra da dünyanın dört bir yanında kendilerini kan dökerek devrim yapmaya adamış yüzlerce "komünist parti" veya "işçi partisi" ortaya çıktı.

Peki komünist parti devrim için hangi yöntemleri izlemeliydi? Lenin bu soruyu hem yazılarıyla hem de eylemleriyle cevapladı: Komünist parti olabildiğince çok kan dökecekti...

Lenin, henüz 1906 yılında, yani Bolşevik Devrimi'nden 11 yıl önce, Proletari dergisinde şöyle yazıyordu:

Bizim ilgilenmekte olduğumuz olgu, silahlı mücadeledir; bu mücadele, bireyler ve küçük gruplar tarafından yürütülmektedir. Bir kesimi devrimci örgütlere ait iken, öteki kesimler (Rusya'nın belirli kesimlerinde çoğunluğu) herhangi bir devrimci örgüte bağlı değildirler. Silahlı mücadele, birbirlerinden kesinkes olarak ayrılması gereken, farklı iki amaca yöneliktir; önce, bu mücadele kişilere, liderlere ve ordu ve polisteki görevlilere suikast yapmayı amaçlar, ikinci olarak, hem hükümete ait, hem de özel kişilere ait para kaynaklarına elkoyar. El konulan paralar kısmen parti kasasına, kısmen özel silahlanma amacına ve ayaklanma hazırlığına, ve kısmen de tanımlamakta olduğumuz mücadeleye katılan kişilerin geçimine gider. Büyük el koymalar (Kafkasya'daki 200.000 rublelik, Moskova'daki 875.000 rublelik gibi olanlar) gerçekten de öncelikle devrimci partilere gitmiştir -küçük elkoymalar çoğunlukla, bazen de tümüyle "el koyucuların" geçimine gider.14

Lenin'in de yönetiminde bulunduğu Rus Sosyal Demokrat Partisi içinde, 1900'lü yılların başında önemli bir fikir ayrılığı yaşandı. Lenin'in önderliğindeki grup, şiddet yoluyla devrim yapmayı savunurken, diğer bir grup daha demokratik yöntemlerle Marxizm'i Rusya'ya getirmeyi savunuyordu. Leninistler, gerçekte sayıları az olmasına rağmen, çeşitli baskı yöntemleriyle "çoğunluk" haline geldiler ve Rusça "çoğunluk" anlamına gelen "Bolşevik" sözüyle anılmaya başladılar. Diğer grup ise "azınlık" anlamına gelen "Menşevik" sözüyle adlandırıldı.

Bolşevikler, Lenin'in üstteki alıntısında tarif edilen şekilde örgütlenmeye başladılar: suikastler, hükümete ait paralara el konması, resmi kurumların soyulması vs. Çoğu sürgünde geçen yıllar sonucunda, Bolşeviklerin planladıkları devrim 1917 yılında gerçekleşti. Bu yıl iki ayrı devrim yaşandı. Şubat ayında gerçekleşen ilk devrimde, Rus Çarı II. Nicholas tahtından indirildi, ailesiyle birlikte hapsedildi ve demokratik bir hükümet kuruldu. Ancak Bolşevikler demokrasi değil, "proleterya diktatörlüğü" kurmaya kararlıydılar. Ekim 1917'de bekledikleri devrim gerçekleşti ve Lenin ile en büyük yardımcısı Leon Trotsky'nin (Troçki) önderliğindeki komünist militanlar önce hükümet merkezinin bulunduğu Petrograd'ı, ardından Moskova'yı ele geçirdiler. Her iki şehirdeki çatışmaların sonucunda dünyanın ilk komünist rejimi kurulmuş oluyordu.

Ekim Devrimi'nin ardından Rusya büyük bir iç savaşa sahne oldu. Çar yanlısı generallerin topladığı "Beyaz Ordu" ile, Trotsky'nin önderliğindeki Kızılordu arasında geçen savaş tam 3 yıl sürdü. Temmuz 1918'de Bolşevik militanlar tarafından, Lenin'in emri üzerine, Çar II. Nicholas ve tüm ailesi (üç çocuğu ile birlikte) kurşuna dizilerek idam edildi. iç savaş boyunca Bolşevikler, rejim muhaliflerine karşı en kanlı cinayet, katliam ve işkenceleri uygulamaktan çekinmedi.

Gerek Kızılordu birlikleri, gerekse Lenin'in kurdurttuğu "Çeka" adlı gizli polis örgütü, devrime karşı gördükleri bütün toplum kesimlerine karşı büyük bir terör uyguladılar. Dünya çapındaki komünist terörü anlatan Komünizmin Kara Kitabı adlı eserde, Bolşevik terörü şöyle anlatılır:

Bolşevikler, mutlak iktidarlarına yönelen edilgen de olsa her türlü muhalefeti veya direnişi; sadece siyasi muhalif gruplardan kaynaklanmayıp, soylular, burjuvalar, aydınlar, din adamları gibi toplumsal ve subaylar, jandarmalar gibi mesleki gruplardan da gelse, gerek hukuki gerekse fiziki olarak ortadan kaldırmaya karar verdi ve bazen işi soykırım boyutlarına vardıracak kadar ileri götürdü. Daha 1920'de yürütülen "Kazaklardan arındırma" kampanyası önemli ölçüde soykırım tanımının kapsamına girmektedir: yeri yurdu tamamen belli bir topluluk olan Kazaklar, tüm erkeklerin kurşuna dizilmesi, kadın, çocuk ve yaşlıların sürgün edilmesi, köylerin yerle bir edilmesi ya da Kazak olmayanlara devredilmesi sonucu bir grup olarak varlığını sürdüremez duruma getirildi. Lenin, Kazakları Fransız Devrimi dönemindeki Vendee'yle bir tutuyor ve onlara modern komünizmin "mucidi" Gracchus Bubeuf'ün daha 1795'te populicide (soykırım) olarak tanımladığı yöntemi uygulamak istiyordu.15

Bolşevikler, girdikleri her şehirde kendi ideolojilerine ılımlı bakmayan kesimleri katliamdan geçiriyor, halka korku salmak amacıyla abartılı vahşetler gerçekleştiriyorlardı. Aynı kaynakta, Kırım'da gerçekleştirilen Bolşevik vahşetleri şöyle anlatılıyor:

Benzer şiddet uygulamaları Bolşevikler tarafından işgal edilen Sivastopol, Yalta, Aluşta, Simferopol gibi Kırım illerinde de gerçekleştirildi. Aynı uygulamalara Nisan-Mayıs 1918'den itibaren isyan komisyonunun hazırladığı dosyalarda "elleri kopmuş, omzu parçalanmış, kafası dağılmış, çenesi kırılmış, cinsel organları koparılmış cesetler" de yer almaktaydı... 16

http://www.dunyavegercekl...unizmin-kanli-tarihi.html
osmanlı'dan dem vurup, osmanlı'nın yazdığı mecelle'deki "su-i misal misal olmaz" kuralından bihaber olan cahillerin ve de inkarcıların (ilgili ayetleri inkar ediyorlar) haklı gördüğü cinayettir.

şu ahmaklara bir bakar mısınız? amerikalılar şunu yapmış, bilmem ne bunu yapmış!... iyi o zaman... madem "o kadar çok cinayet işlenmiş ki bir tane fazlasından zarar çıkmaz" diyorsun, git sen de bir bebek boğ a ahmak!...
ben ateistim ama şunu itiraf etmeliyim ki günümüzde ve muhammedin ölümü sonrasında yaşanan şey islam felan değil ! islam dini firavunların elinde oyuncak oldu malesef... biri kardeşini keser, biri babasını keser ve bunu utanmadan dini gösterirler...
Çetin altan ın öldürülen 44 vezir i azamla ilgili kitap ve yazınlarında açıkladığı olaylardandır.
Tarih Boyu Haçlı Katliamları

Birinci Haçlı Seferi döneminin Bizans imparatoru Aleksios Komnenos’un kızı ve tarih yazarı Anna Komnene’nin ifadesiyle, “Batı’nın bütün Barbar kavimlerinin”, Doğu’daki “din kardeşlerine yardım etmek” kisvesi altında harekete geçmeleriyle birlikte, hem Hıristiyan hem de Müslüman halka karşı, bölgede büyük bir yağma, talan ve katliam hareketi de başlar…

Gerçekten de, daha yola çıkmadan, ülkelerindeki Musevileri katlederek işe başlayan Haçlılar, Roma’nın imparatorluk sınırlarını aşar aşmaz, kendi mezheplerine ters gördükleri Ortodoks Hıristiyanlara saldırırlar. Çevrelerini yakıp yıkarak ilerleyen Haçlılar, hayvan sürülerini gasp ederler; kiliseleri bile kundaklarlar.

Haçlılar, istanbul surları dışında konakladıkları zaman içinde, başkentin varoşlarına saldırıp, istanbul’dan sonra Ağustos 1096’da izmit Körfezi’ni dolaşarak Yalova’ya gittikleri yol boyunca da, köyleri basarak savunmasız, halka pek çok kötülük ettiler.

Anna Komnene’ye göre, iznik civarını yağmalayan ve zalimliğin olabilecek en sivri örneklerini çevrede sergileyen Haçlılar, zulmü, kundak bebeklerine kadar yaydılar. Bu bebekleri ya sakat bıraktılar ya da mızraklara geçirip ateşte kızarttılar; büyüklere ise, farklı işkenceler uygulandı. Haçlı lideri Pierre Lermite ise, bu vahşi kalabalığı kontrol altına alamadı…

Anadolu’ya geçip Ekim 1097’de Antakya surları önünde karargâh kuran Birinci Haçlı Seferi ordularının, uzun süren kuşatmadan sonra, 3 Haziran 1098’de ihanet yoluyla Antakya’ya girişiyle beraber ortaya çıkan tablo ise korkunçtur. Haçlı askerleri elde kılıç, sokaklarda delicesine koşup rastgele etrafa saldırırlar. Şehrin dört bir yanından yükselen acı çığlıklar meydanlarda yankılanır ve etraf kıyamet gününe döner.

Antakya halkı dehşet içinde, canını kurtarmak için sağa sola kaçışırken gözlerini kan bürümüş ve ganimet hırsıyla çılgına dönmüş Haçlı askerleri Anadolu’yu evvelce kendileri için ulaşılmaz olan bu yörelerde şimdi istedikleri gibi cirit atıp, kaçabilenler dışında, kadın-erkek, çoluk-çocuk ayırımı yapmadan, yakaladıkları herkesi kılıçtan geçirdiler.

Sonra, şehir halkının evlerini basıp etrafı tahrip ederek ev ahalisini, hasta-yaşlı demeden katletmeyi de ihmal etmediler! Bu arada, şehrin önde gelen kişilerinin ve en zenginlerinin yaşadığı bölgeleri tespit edip, gruplar halinde buralara saldırdılar; katliamdan sonra bu evlerde buldukları altın, gümüş ve kıymetli eşyaları kendi aralarında paylaştılar.

Dönemin tarih yazarlarından Willermus eserinde, o gün Antakya’da on binden fazla kişinin öldürüldüğü rivayetini aktarır. Bu rakamın doğruluğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, görgü tanığı ve Haçlı seferleri tarihi yazarı Raimundus, o gün ele geçirilen ganimetin büyüklüğünün ve öldürülen insanların sayısının tahmin bile edilemeyeceğini yazar.

Gesta Francorum adlı eserin anonim yazarının ve dönemin diğer tarihçilerinin belirttiğine göre, şehrin bütün sokakları cesetlerle doludur; yaz sıcağında çabucak çürüyen bu cesetlerden etrafa yayılan kokuya dayanmak mümkün değildir!

Böylece o günün akşamında, şehirde tek bir canlı Müslüman kalmamış, bu arada yerli Hıristiyan halktan da pek çok kişi öldürülmüş, evleri ve malları yağmalanmıştır…

Daha sonra, Haçlılar Kudüs’e doğru ilerlerken yolları üzerinde bulunan ve halkı Müslüman olan Mâarratün Numan şehrine saldırıp Aralık ayında şehri ele geçirdiler ve Antakya’da olduğu gibi, burada da terör estirdiler.

Haçlı kumandanı Bohemund, surun ana kapısı yakınındaki binaya sığınanlara af tanıyacağını ilan etti. Ancak verdiği sözü tutmayan Bohemund, burada da kendisine yakıştırılan ‘kalleş’ sıfatını doğruladı:

Bohemund’un vaadine inanıp teslim olan herkes, ertesi gün onun emriyle, adamları tarafından öldürüldü. Arkadan şehre dalan Haçlılar da geride kalan halkın üzerine saldırıp hepsini katlettiler ve şehri yağmalayarak cayır cayır yaktılar.

ibnü’l Esir ve ibnü’l Adim gibi 12. ve 13. yüzyıl tarihçilerinin kayıtlarına göre bu katliam sırasında en az 20.000 kişi öldürülmüştü.
Ya makamı seçip cana kıyacaktı ya da hayırlısı deyip kellesi gidecekti. Zulmedilen ol zulmeden olma mazlum ol zalim olma deniliyor peygamberi düşünüp karar vereceksin böyle durumda; peygamberimiz olsaydı aynı durumda kardeşini öldürür müydü? Cevabını siz verin.
OSMANLININ TARiHiNi iNCELERKEN ACABA ŞU KANLI DÜNYA TARiHi HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORLAR BU MUHTEREM YAZAR TAiFESi ?

Haçlılar Müslümanları Şişe Geçirip Yiyor!
Öte yandan, Haçlı ordusu daha Antakya surları önündeyken başlayan yiyecek sıkıntısı bu noktada had safhaya ulaşınca, Raimundus tarafından belirtildiğine göre, Haçlılar yamyamlık yapmayı mubah gördüler! Tarihçi Radulfus Cadomensis de, “Askerlerimiz yetişkin Müslümanları yemek kazanlarında pişirdiler, çocukları şişe geçirip ızgara yaparak yediler” diye yazarak bu korkunç olayı dile getirir!

Haçlılar, 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü zapt ettikten sonra ise, asırlar boyunca unutulmayacak bir katliama imza attılar. Halbuki islam’ın ikinci halifesi Hz, Ömer, 638 yılında Kudüs’ü fethettiği zaman, buradaki Hıristiyanlara can ve mal güvenliğiyle inanç özgürlüğü konusunda garanti vermişti.

Üstelik Kudüs fatihi Hz. Ömer, Hıristiyanlığın kutsal mekanlarından Kutsal Mezar Kilisesi’ni gezdiği sırada namaz vakti geldiğinden, burada kendisine uzatılan seccadede namaz kılmayı reddetmişti. Çünkü kendisinin ibadet ettiği bir yeri Müslümanların hemen sahiplenebileceğinden çekinmişti…

işte bu olaydan 461 yıl sonra, Kudüs’ü ele geçiren Haçlıların Müslümanlara karşı tutumu ise korkunç oldu. Birinci Haçlı Seferi’ne katılmış olan tarihçi Fulcherius, bu vahşeti şöyle anlatır:

Bizim şövalyelerimiz ve yayalar, Arapların canlıyken iğrenç boğazlarından yuttukları altınları bağırsaklarından çıkarmak için bunları öldürür öldürmez karınlarını deştiler. Adamlarımız ellerinde kılıç şehirde dolaşıp kimseyi canlı bırakmadı. Merhamet dileyenleri bile öldürdü. Halkın evlerine girip ne buldularsa aldılar. Zengin veya fakir olsun, girdiği eve sahip olacak ve binanın içinde buldukları da kendisine ait olacaktı. Bu şekilde, birçok fakir zengin oldu.

Böylece Haçlılar, önlerine çıkan herkesi, Mescidi Aksa’ya sığınmış olanları bile, kılıçtan geçirdiler. Görgü tanığı tarihçi Raimundus, mabetlerin bulunduğu bölgeye giderken, yolların cesetlerle kaplanmış olduğunu ve dizlerine kadar yükselen kan birikintileri içinden geçmek zorunda kaldığını eserinde kaydeder.

Kudüs valisi iftiharüddevle ve adamları dışında, Kudüs’ten canlı çıkan olmamıştır. Bu sırada Kudüs’te bulunan Yahudiler de bu katliamdan kurtulamadılar. Haçlılar, Müslümanlara yardım etmekle suçladıkları Yahudilerin sığınmış oldukları sinagogu ateşe verip, içerde bulunan herkesi yakarak öldürdüler. Böylece şehirde bulunan bütün Müslüman ve Yahudiler yok edildi.

https://toplumsaltarih.wo...acli-katliamlari/#more-29
TARiH VE ONUN KANLI SAYFALARI ASIL KATiLLERiN KiMLER OLDUĞUNU PEKALA GÜN YÜZÜNE ÇIKARMAKTADIR.

Haçlılar ve Ermeniler Kıbrıs’ta Terör Estiriyor
1156 yılında ise Haçlıların Ermenilerle birlikte Kıbrıs’a yaptıkları korkunç saldırı, adanın tarihinde derin izler bırakacaktır. Gerçekten de, ikinci Haçlı Seferi ile Doğuya gelmiş olan ve 1153 yılında Antakya naibesi Constance ile evlenerek Haçlı devletinin başına geçen Renaud de Chatillon’un Kıbrıs’ta sergilediği vahşet örneği, unutulmayacak türdendir.

Renaud’nun 1156 ilkbaharında Kilikya Ermeni hakimi Thoros ile birlikte adaya saldırması, aslında Kıbrıslıların hiç beklemedikleri bir şeydi; çünkü Bizans imparatorluğu’na bağlı olan ve imparatorun yeğeni Isaakios Komneinos tarafından idare edilen Kıbrıs, Haçlı Seferleri’nin başından beri Haçlılara destek vermiş, dostça davranmıştı.

Haçlılar ise, şimdi Kıbrıs halkına böyle bir teşekkürü reva görüyorlardı!

Ellerinde haç taşıyan Haçlılar ve Ermeniler, beraberce üç hafta boyunca adada terör estirdiler; saldırıya uğramadık hiçbir yer kalmadı. Kıbrıs’ta ne kadar ev, kilise, manastır varsa, hepsini yağmalayıp etrafı ateşe verdiler; papazların burunlarını ve kulaklarını kestiler; büyük-küçük demeden, herkesi öldürdüler; kadınlara tecavüz ettiler.

Nihayet bir Bizans filosunun Kıbrıs’a gelmekte olduğunu duyan Renaud ve adamları ganimetlerle dolu gemilerine binip geri döndüler. Haçlıların ele geçirdiği ganimet muazzamdı…

Üçüncü Haçlı Seferi’ne katılan ingiltere Kralı Arslan Yürekli Richard’ın Akka’nın ele geçirilmesinden sonra Müslüman esirlere reva gördüğü insafsızca muamele de bir başka vahşet örneğidir: Sultan Selâhaddin’in Akkâ’yı savunan garnizonu, Ağustos 1189’dan beri Haçlıların kuşatması altındadır. Çaresizlik içinde kıvranan garnizon nihayet şehri, Temmuz 1191’de Haçlılara teslim etmeye mecbur kalır ve antlaşma mucibince karşılıklı olarak esirlerin serbest bırakılması kabul edilir.

Sultan bin 500 Hristiyan esiri serbest bırakmasına rağmen, ingiltere Kralı Richard sözünde durmaz ve bir an evvel Kudüs’e ilerlemek istediği için Akka garnizonuna mensup 3 bin Müslüman esiri hanımları ve çocuklarıyla birlikte tiyatrovari bir gösteriymiş gibi herkesin gözü önünde birer birer öldürtür.

Bu katliamdan sonra, bazı Haçlıların “Tanrı’ya şükür” duaları etmeleri de, kayıtlara geçmiş ve şaşırtıcı olduğu kadar, acınacak bir vahşet anlayışı sergilemektedir.

Haçlı Seferleri döneminde, yüz yüze geldikleri Türklere ve bütün islâm dünyasına karşı yaptıkları mezalimin yanı sıra Batılıların, kendi mezhep ve durumlarına uymayan Doğulu Hıristiyanlara karşı gösterdikleri insanlık dışı hareketler de çok dikkat çekicidir…

Kudüs’ü Müslümanların elinden almak üzere düzenlenen 4. Haçlı Seferi’nin doğrudan Bizans imparatorluğu’nu hedef alması ve tarihte görülmedik derecedeki kin ve nefret duygularıyla Haçlıların imparatorluk halkına saldırmaları, şehri yağmalamaları insanı dehşete düşürmektedir.

1203’ün 24 Haziran günü istanbul önüne ulaşan Haçlı donanması, 13 Nisan 1204’de şehri zapt ettikten sonra, tabir caizse, taş üstünde taş bırakmamıştır.

Sadece Bizanslı tarihçiler değil, görgü tanığı olan Batılı tarih yazarları da, kaleme aldıkları eserlerinde bu yağmanın ibret verici öyküsünü nakletmişlerdir:

Üç gün boyunca yağmalanan şehirdeki bütün kütüphaneler, kiliseler, manastırlar talan edilir. Venedikliler, istanbul’daki pek çok kültür ve sanat eserini toplayıp ülkelerine götürürken, Fransız ve Flamanlar taşıyıp götüremedikleri eşyaları tahrip etmeyi tercih ederler! Tarihçi Geoffroi de Villehardouin, “Dünya kurulduğundan beri hiçbir şehirden bu kadar çok ganimet elde edilmemiştir” diye yazar.

Üç günün sonunda, harabeye dönen istanbul’un eski ihtişamından geriye eser kalmaz. Haçlıların kasten çıkardıkları yangınlar yüzünden de ‘Şehirler Kraliçesi’ istanbul’un bütün güzelliği, zenginliği yok olup gider. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, merhamet dilenen savunmasız halka da acınmamıştır: Haçlılar, şehir halkından önlerine çıkanı zalimce öldürdüler, rahibeler dahil bütün kadınlar, Haçlı askerlerinin tecavüzüne uğradı.

https://toplumsaltarih.wo...acli-katliamlari/#more-29
ihtimaller üzerinden devlet yönetenlerin işlediği cinayetleri meşrulaştırmaya çalışanların habire savunduğu olay. Sen osmanlı şöyle köklüydü böyle köklüydü diye övünüyorsun ama yahu böyle köklü bir yapıda devleti kimin yöneteceğine dair neden sağlam bir gelenek yok diye sormuyorsun. Suç daha devletin sahipsiz kalıp kalmayacağini bile masum kanı dökerek belirlemeye çalışan osmanlı devlet anlayışında mı yoksa günahsız bebeklerde mi ? Kuranın apaçık emri olan "öldürmeyeceksin" hükmüne açıktan karşı cıkan insanları hangi vicdanla savunuyorsunuz ?