bugün

kusursuz bir film dersek pek de abartmış olmayız kanımca. gerçekten güzel bir filmdi. şahsen ben büyük bir ders çıkardım film esnasında. zaten çıkarmamak ve kendi hayatınızı ve o süreci sorgulamamak elde değil. korkmayın, hayallerinizin peşinden gidin mesajı veriyordu sanki inceden. ayrıca filmin son sahnesinde ağlamamak için kendimi zor tuttum diyebilirim. hatta hafif gözlerim doldu. tek başıma izleseydim ağlardım aslında ya, zırlardım hatta..

not: mona lisa smile filmi ile dead poets society ciddi anlamda dikkat çekecek şekilde örtüşmektedir.
Ben gerçeğim , gerçeğin ta kendisiyim!

Sorular , sorular sorular , bıkmadan usanmadan sorulan sorular.

Beynimin kıvrımlarında ilerleyen zihnimi perişan eden sorular.

Hiç bir ilaç , hiç bir insan , hiç bir varlık kafandaki soruları susturamaz diye konuşuyor beynimdeki adamın sesi.

Susturamıyorum, susturmak istemiyorum.

Paranoyanın, anormalinin sınırındamıyım bilmiyorum.

Bir kağıt kaleme ihtiyacım olmalı,

Yazdıkça rahatlıyorum çünkü.

"Ah ben , ah yaşam"

" Hayata tekrar tekrar sorulan sorular"

Bir mısra kulaklarımın içinde çınlanıyor, artık çınlamasını istemiyorum.

Keşke bu kitabı hiç okumasaydım diye kendi kendime konuşuyorum.

Evet tam on sene geçmiş, ölü ozanlarla tanışmamdan.

Tam on sene önce hayatın anlamını sorgulamaya başlamışım.

On dört yaşındaymışım,

Gözlerim ışıldıyormuş,

Aşkı arıyormuşum,

Varoluşumu sorguluyormuşum,

Ben kendimi kandırmayağım diyormuşum,

Aptal numarası yapmayacağım,

Maskeler takmayacağım,

Beni peşinden sürekleyen tüm maceralara atılacağım,

Anı yaşayacağım...

Küçükmüşüm o zamanlar...

Nerden çıktı bu kitap başımıza, hangi kitapçıdan aldım, nasıl girdi hayatıma.

Hayatın anlamıyla nasıl tanıştırdı beni , nasılda sıkıcı ve basit bir hayatım vardı oysa.

Nerden çıktın be kitap!

Hayatıma rüyalar , hayaller girdi.

Hayatıma inanç girdi,

Yarını yaratabilirim dedim,

Ben yeni bir yarın düşleyebilirim.

Tam on sene geçmiş, büyüdüm...

Avuçlarımı kestim,

Kanımın damla damla akışını izledim,

Avuçlarım kanadı

Ruhum kanadı,

Ama içimdeki gülümsemeyi yok edemedim.

Ben aşka hala inanıyorum,

Evet itiraf ediyorum aşka inanıyorum,

Var olmadığını söyleyen ,

Var olmasını istememen için ellerimi kesen tüm acımasızlara inat,

Aşka inanıyorum...

Bir kitap mı bir kahraman yarattı, yoksa hepimiz bir kahraman mıydık aslında?

Evet biz maskelerimizin altında gerçek kahramanlardık.

Belki bir ozan olamayacağım,

Belki çok güzel şiirler yazamayacağım,

Ama beni yaratana minnet borçluyum,

O ufacık kalbi böyle hızlı çarptırdığı ve mucizeler yaratabildiği için ...

Tüm ölü ozanlara hitafen bu yazı yazılmıştır
"özgürlük, kişisel arzular, idealler ve duyguların önemi"ne göndermelerle dolu olsa da, dikkatle izlendiğinde filmin ana mesajının şu olduğu açıktır:

"kurallara uy, aile büyüklerine itaat et, ormanda karşına çıkan patikalardan sık kullanılanı tercih et, önündekini takip et, yoksa mahvolur akşam rüzgarında savrulursun!"

filmin sonunda özgür ve idealist karakterlerin yaşadığı hayal kırıklığı ve başarısızlık da bu tezimi doğrular niteliktedir. "bu yalan dünyanın gülüşünü görmek için insan duygusunun bir yana bırakılması gerçeği", ne yazık ki içinde soluklandığımız sistemin ironik bir sevgisizliğidir.
izleyen herkesin kendini sorgulamasına neden olabilecek derecede etkileyici bir film.
(bkz: carpe diem)
(bkz: bünyeyi sarsan filmler)
bir robin williams klasiği ayrıca hem kitabı hemde filmi harika olmustur. Carpe Diem felsefesinin çok güzel anlatıldıgı harika eser. Anı yasamazsak hayatın anlamı yoktur.
peter weir'in yönetmenliğini yaptığı, 1989 yapımı film.
(bkz: dead poets society)
vodafone reklamlarının ilham kaynağı filmdir. zira 'anı yaşa' sloganı bu filmden gelir. filmin orijinal adı dead poets society olup ölmeden önce izlenmesi gereken 10 film arasında yer alır. şiddetle tavsiye edilir.
afyon'da acmayi planladigim bir dernek. nicin malatya diye sormayin, soylemem, sir.
çoğu insanı ethan hawke'la tanıştıran filmdir. o sınıfın çok konuşanı tüysüz velet var ya, o işte.
senaryosu kitaba dayanan çoğu film gibi,önce kitabı okumaktan dolayı beni hayal kırıklığına uğratan film. ne felsefe yapmıştım oysa o sübyan halimle,hepsini sildi süpürdü film. kendi hayal gücümde oluşturduğum tablolar bir bir silindi izlerken, tabi bu filmin kötü olmasından kaynaklanmıyor ki kötü de değil zaten.
(bkz: carpe diem)
(bkz: seize the day)
(bkz: günü yakala)

**carpe diem even if it kills you..
(bkz: merhum edipler cemiyeti)
uyku problemi çekenlere ilaç olabilecek film.
ünlü laf carpe diem'i akıllara kazıyan, mutlaka izlenilmesi gereken bir film.

--spoiler--

hani knox okşadı ya sevdiği kızın başını usulca. işte odur carpe diem.

o neil de babası denen ibnetorun yüzünden öldü zaten. yoksa gayet mutlu sonla biterdi.

sonu yok mu sonu... todd'un cesaretiyle sıranın üstüne çıkıp "oh captain my captain" diye seslenişi. bir süre sonra tüm sınıfın sıraların üstüne çıkmış olması.

--spoiler--
--spoiler--
bir aykırı film. bir öğretmenin kitabın tüm sayfalarını öğrencilere yırttırdığı film. aynı öğretmenin okul panosundaki gülen eğlenen, kupa kazanmış veya balodaki öğrenci resimlerini gösterdikten sonra "bakın şimdi bunların üstünde otlar bitiyor" deyip hayatın çok kısa ama bi o kadar da öz tarifini yaptığı film (tabi bunu yapmaktaki amacı ölümün mutlaklığı değil, hayatlarını mümkün olduğunca güzel bir şekilde yaşamaları içindi). filmin sonunda öğrencilerin masalara çıkarak; "oh captain my captain" sisteme isyan ettikleri film.
--spoiler--

kısaca izlemeyen bünyenin bu kaybını en kısa sürede telafi etmesi geerken film.
mutlaka izlenmesi gereken bir film. evet mutlaka! her film için bu cümleyi kullanmam çünkü sanat ve sanatın değeri kişiden kişiye göre değişir. kimi bir sinema filmini beğenir kimi beğenmez. ama ben bu filmi herkesin beğeneceğini düşünüyorum. filmdeki esprilerin çoğu aptalca buna bir sözüm yokç zaten olamaz da çünkü amerikalıların ne kadar bayat bir espri anlayışına sahip olduklarını biliyoruz. neyse sapmayım konudan. filmi yalnızca ailesinin uslu çocuğu olmaya meraklı , tiyatroyu seven ancak bu uğurda hiçbir şey yapmayan daha doğrusu ailesine ses bile çıkaramayan gencin hikayesi için bile izlemelisiniz diyorum. neyse her şeyi anlatmayayım burada. oyunculuk, kurgu, diyaloglar. 10 üzerinden 10!
Orjinal adı Dead Poets Society olan en sevdiğim 5 filmden biri. Aynı adlı kitaptan uyarlanmış. Bu kadar az yorum yapılmasına üzüldüm. insanın beğendiği film kim olduğunu ya da kim olmak istediğini gösterir derim (genellikle) Robin Williams ( bay Keating) sıradışı bir öğretmendir. Kurallarla çevrelenmiş çok disiplinli bir okulda, gençlere geniş pencereden bakmayı, farkında olmayı, kendilerini ve hayatı tanıyıp anlamayı öğretmektedir edebiyat aracılığıyla. En beğendiğim sahnesi Keating'in masaya çıkıp "neden buraya çıktım" dediği sahnedir. "herşeye farklı bir açıdan bakmayı anımsamak istiyorum, dünya burdan daha farklı görülüyor" diyip öğrencilerine başka açıdan bakmayı kendi düşüncelerini, kendi seslerini bulmayı öğretmek istemektedir. Onlara edebiyat ve şiir yardımıyla kalıpları kırdırıp sürü olmaktan çıkmayı öğretmektedir.
çok küçükken izlediğim ve o yaşta bile beni müthiş etkileyen, hala en sevdiğin film? diye sorulduğunda, cevap olarak ismini söylediğim film.
tek kelimeyle mükemmel bir film.
insanı lise yıllarına götüren şahane bir film. orada ki dostluk ve gençlik heyecanlarını tekrar tatmak ister insan.

(bkz: o captain my captain)
kitabını okumuştum ben ve gerçekten çok etkileyici bi kitaptı. Özellikle de mağaraya gidip şiir okumaları ne hoştu değil mi?
formasyon derslerinde seyrettirilip yorum yaptırılan bir film.
her öğretmene izletilmesi gereken film/okutulması gereken kitap.
(bkz: ölü ozanlar derneği)