bugün

köşe yazılarında aşkla ilgili yazılar yazıp karısını aldatan adamdır kendileri.
üste para verilse gerçekleşmesine ihtimal verilmeyen malum olay hakkında
cem şancı'nın (nam-ı diğer author işte) yazdığı "iyi ki Varsın Can Dündar" yazısı şuradan okunabilir;

http://www.fanzinci.com/i.../-mutant/cem/834-candundr
''hiç bir, insandan vazgeçmek,
bir insani hayatindan sonsuza kadar çikartmak zorunda
kaldin mi?
Sevsende gitmeni istediği için gittin mi hayatından?
sana sen yokmuşsun gibi davranıldı mı hiç?
susan bir insanın ne anlatmak istediğini anladığın oldu mu ?
hayatında hep aynı olaylar tekerrür etti mi hiç?''
dizelerine sahip, insanı düşünmeye sevk eden kişiliği için yorum yapılamayan... biri işte..
bukadar çok aşkı içiren yazılarını yazarken sevgilisinden mi yoksa aldattığı karısından mı, hangisinden esinlenerek yazdığını merak ettiğim yazar. ve bukadar iyi bir aile babasıyken, mesela oğlunun banyo saatini kaçırdığı için program teklifini rededen, ailesinden vazgeçmiş olmasını göstererek beni şaşırtan yazar.
ııııh çekme konusunda mehmet ali birand ın tek rakibi.
kalemi oldukça güçlü, okurken adeta haz duyduğum,17 ağustos depreminden sonra kaleme aldığı yazısı ile sınırları zorlasa da his ve fikrini ifade noktasında alkışlanması gereken, atamız hakkında hazırladığı belgesel ve filimler ile dikkate ve eleştriye alınan milliyet gazetesi yazarı
dunyanin en azili komunistlerinden biri.
Romantik insanlarında aldatabileceğini tüm dünyaya göstermiş yazar.
mutevazılığı ve araştırmacılığıyla kendini bu işten anlayanlara kabul ettirmiş samimi kişilik, büyük aydın.
yıllar önce, siyaset meydanı'nda ibrahim tatlıses'in yakasından tutup kilim gibi silkelediği kişi.
sahte romantik.
kendisinin düşüncelerini ve siyasi duruşunu benimsemesem de saygı duyduğum, işini düzgün yapan bir insandır.
"uzaklar" kitabını defalarca okuduğum adamdır.
Bugün Milliyetteki köşesinde kanı bozuk terörist Şemdin Sakık'ı şerefsiz bir katil olarak değil de, romantik bir eşkiya gibi göstermeye çalışmış, herifi aklama gayreti içine girmiş. Ortalık yeterince karışık değilmiş gibi bir sakık'ın ağzından çıkan saçmalıkları tartışılmaz doğruymuş gibi yazmıştır.

Can Dündar ya birilerinin amaçlarına hizmet ettiğinin, bu ülkeye kötülük yaptığının farkında olmayacak kadar saf ve iyi niyetli biridir, ya da haindir.

http://www.milliyet.com.t...187781/default.htm?ver=73
an itibarıyla ntv de canlı gaste programında şemdin sakık denen teröristin itiraflarını tebessümle izleyerek beni dumur etmiş adamdır. artık benim için bir hiçtir daha doğrusu. o tebessümleri ederken bu herifin emriyle şehit edilen 33 asker hiç mi aklınızdan geçmedi can bey?
facebookda her gün en az bir yazısı ya da şiiri paylaşılan, gözlüğü yakıştırdığım erkeklerden birisi.
Son programının ismiyle Türkçe'yi katletmiş bir yazar.
belgeselleri ilgiyle izlenen, yazıları ilgiyle okunan bir gazeteci - yazardır. bazen fikirleri aykırı gelse de okumaya değer hissini yaşatır.
oldukça kaliteli bir wep sitesine sahip olan dürüst gazeteci.
mustafa belgeselini beğenmesem de bugünkü yazısında tekel işçilerini desteklemiş milliyet yazarı. yazısının tamamı şöyle:

Bal gibi politik

Tam bir kavram kargaşası... Başbakan diyor ki: "Beni TEKEL işçisi seçmedi; halkım seçti. TEKEL işçisininki haklı değil, ideolojik bir eylemdir." Türk-iş Başkanı cevap veriyor:

"TEKEL işçisinin eylemi siyasi değil; ekmek mücadelesi..."

Siyaset korkusu, bize 12 Eylül'den miras...

Kenan Evren "Siyasiler tencereyi pisletti" dediğinden beri siyaset, "umacı" muamelesi görüyor. "Aman yavrum siyasete bulaşma" tembihiyle büyüyen nesiller de siyaseti bulaşıcı hastalık sayıyor. 1970'lerin grevlerini hatırlayanlar, bugün TEKEL direnişine baktıklarında araya bir askeri darbenin girdiğini çok net hissetmişlerdir.

Başbakan'ın "Beni işçi seçmedi, halk seçti" yaklaşımı, yarım asır önceki "Halk plajlara hücum etti, millet denize giremiyor" serzenişini hatırlatmıyor mu? Böyle laf eden, "Zaten direnişçilerin bir kısmı parayı alıp vazgeçiyor" diyebilen bir siyasetçi, seçim meydanına çıkabilir miydi? Ya Türk-iş önünde açılan pankarta ne demeli?

"Tayyip Amca! Atamamızı yap, 3 çocuk bizden sana..."

Herhangi bir grev çadırında hesap sorulan iktidara böyle göz kırpılır mıydı?

Galiba söylenmek istenen şu:

"TEKEL işçisi, siyasi bir hedefle yola çıkmadı; siyasi bir angajmana da sahip değil."

Ama 70'lerde herhangi bir üniversite kantinine uğramış herkesin bilebileceği gibi, "sınıf mücadelesi zaten eylem içinde politikleşme marifetine sahiptir." Haklı bir talebin reddedilip iktidarın hışmıyla karşılaşması, apolitik işçileri bile politize eder. TEKEL örneğinde aynen böyle oldu. Kazanılmış hakları için yola düşen işçiler önce polis şiddetini, copunu, biber gazını tattılar. Bu, onları keskinleştirdi; hem direniş azmini hem toplumsal desteği artırdı. Medyanın dikkati çekildi. Aileleri direnişe katıldı. Destek halka halka büyüdü. Eylemi uzaktan izleyen kimi sendikalar, partiler, örgütler müdahil olmak zorunda kaldılar.

Yani "sıkı duran" işçiler, alkışlanacak bir kararlılıkla sendikaları peşlerinden sürükledi; deyim yerindeyse "politize etti". Başbakan'ın rest çeken umursamaz tavrı ise ılımlı Türk-iş'i günden güne daha radikal bir pozisyon almaya, sonunda ("genel grev" denmese de), "bir günlük iş bırakma"ya zorladı. katılımın düşüklüğü, direnişin "siyasileşmesi"nden değil, yeterince "siyasileşememesinden" kaynaklanıyor bence...

Eğer Başbakan'ın dediği gibi, ay sonunda olaya polis müdahale ederse, asıl "siyasileşme" orada olacaktır.

"Politik"ti, "değil"di tartışması nafile:

Konunun bam teli, vahşice uygulanan özelleştirme politikaları ve hükümetin çarpık sosyal adalet anlayışıdır. Kızılay'daki çadırlarda protesto edilen de, iktidarın "sosyal devlet"ten vazgeçme tercihidir. Yani konu, bal gibi ideolojik ve politiktir. işçiler, sonunda kendilerini işsiz bırakacağı aşikar olan bu sürecin başında "politik" tavır alıp tepkilerini gösterselerdi, bugün çok farklı durumda olurduk.

http://www.milliyet.com.t....2010/1196607/default.htm
insan vücudunda görevini yaparken kanla dolan iki organ var:
Biri kalp...
Diğeri erkekte penis, kadında klitoris...
Aşkı sekse bağlayan en somut kanıt bu galiba...

Kalbin ritmi
Günlerdir bütün mağaza vitrinlerinde, gazete ilanlarında kıpkırmızı gülümseyen kalp, dakikada 60 ila 80 kez kasılarak akciğerden gelen kanı vücuda dağıtır. Bir uyarılmayla kalp heyecanlandığında kasılmaların sayısı dakikada 200'e çıkar.
Kan dolaşımının hızlanması sonucu erkekte penise, kadında klitorise kan dolar; her iki organ da kabarır.

Sevme yasağı
iki cinste ortak ve insanlık tarihiyle yaşıt bir tabii nizam bu...
Vücut, bir sevda çağrısı yapıyor adeta...
Güdülerle "Hadi"liyor insanı:
"Sev ve seviş" diye...
Bu çağrıya, yine insanlık tarihiyle yaşıt başka bir nizam yasak koyuyor:
Sevmek yasak! Sevişmek de...
Bedenin kurallarıyla cemiyetin kuralları oldum olası çatışıyor.
Gönül bariyerleri, kadın sünnetleri, bekaret kemerleri, dizilere getirilen "müstehcenlik" kriterleri, hep kalbe ve cinsel organlara dolan kanı ya da etkisini sınırlamak için...

Kana kan, intikam
Bazen kamu, o kana, kanla karşılık veriyor:
Bir bakıyorsunuz uzak bir Anadolu kasabasında bir kız çocuğu, bir kağıda Seni seviyorum yazmasının bedelinden korkup, bedenine silah sıkıyor.
Bir bakıyorsunuz Afganistan'da bir kadın, yasak sevdaya düşmesinin bedelini recmedilerek ödüyor.
Vücudun doğal kan akışına, toplumun kan dökerek cevap vermesi, kabaran arzuları yasakla, silahla, sansürle bastırması, kısacası aşktan korkması boşuna değil.

"Sakın ha!"
Aşk bozguncu çünkü...
Beyne hüküm geçse de kalbe söz geçmiyor.
Akıl gemlenebiliyor, ama yürek laftan anlamıyor.
Heyecanlandığında, doğanın ona bahşettiği eşsiz mekanizmayla kan pompalayıp önce yanakları kızartıyor, sonra cinselliği uyandırıyor.
Bunun yıkıcılığı fark edildiğinden beri iktidar, bu uyanışa kural koymaya, uyutmaya çabalıyor.
“Ayıp”a inanıp önce organlarını örtüyor insanlar; sonra cinselliğinden utanıyor, sevmeye, sevişmeye korkuyor.
Ana babalar, kutsal kitaplar, din görevlileri, ahlak dersleri, kamu görevlileri, herkes, herkes, yüreğine, cinselliğine kan pompalananlara "Sakın ha..." diyor.
Vücudu zapturapt altına alma çabaları, erkeklerde iktidarsızlık, erken boşalma gibi sertleşme (yani kan pompalama) sorunları yaratıyor; kadınlar o korkuyla vajina kilitlenmesi yaşıyor.

Kalp yetmezliği
Ama bütün bu ruhsal, bedensel sakatlanmalara rağmen asırlardır yürek, ne ana baba, ne düzen nizam ne kitap kalem tanıyor; bir sevda kıvılcımı aldığında yanağın kızarmasına hiçbir güç, hiçbir kural, hiçbir düzen engel olamıyor.
Heyecanla kalbe dolan, hararetle vücuda yayılan kandan ölen görülmemiştir; oysa kalbin oksijensiz, havasız, sevdasız kalması, yani "kalp yetmezliği" öldürebilir insanı...
Boşa değil, duran kalbi çalıştırmak için, kalbi duranın dudağına yapışırlar.
Bugün siz de dudağına yapışın sevdiğinizin; kalbine sevgiyle masaj yapın ki kan dolsun, can gelsin yüreğinize, yanağınıza, sevmeyi bilen, sevgiyle büyüyen yerlerinize...
"Sevgililer Günü"nüz kutlu olsun!

14 şubat 2010 tarihli yazısında böyle buyurmuş kişi. yazının tıbbi saçmalığını bir kenara bıraksak da klişe sözlerin dışına çıkamamış bir yazı. sanırım ülke çapında bir gazetede yazar olan bünyenin olur olmaz her yere 3 nokta koymadan, verdiği saçma bilgileri kontrol ederek yazması gerekirdi. 14 şubat günü romantik yazı yazmayanı gazeteden kovuyorlarmış gibi bir durum oluşmuş.
(bkz: çakma entellektüel)
(bkz: liboş)
can dündar'ı her kısımdan insan. gazeteci adam gibi gazeteci olduğunu bilir. (bkz: adam gibi adam).
bugünkü yazısıyla kendisine hayran bırakmıştır.

http://www.milliyet.com.t...205233/default.htm?ver=70
ankara üniversitesi sbf basın yayın yüksek okulundan mezun olup bununla da yetinmeyerek odtü'de iktisadi idari bilimler fakültesi siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümünde siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve doktora yapan, şimdilerde milliyet gazetesinde "ada" isimli köşesinde yazılar yazan, ntv'de "neden" ve "canlı gaste" programlarını sunan deneyimli gazeteci, yazar, belgeselci.