bugün

zaman geçtikçe daha da sevilen film. tatil kitabı hayranı olduğumdan düşünmeden gittiğim bu filmden çıktığımda çok tatmin olmamıştım. sonra filmi düşünmeden geçen günler sonunda bir gün hamur işleri denk geldi nette dolaşırken. filmi hatırladım tekrar. bir kez daha izleme isteği duydum. hamur işleri klibinde gözleri kapalı yürüdükleri sahneyi görünce felan bir garip oldum. tam olarak ne oldum bilmiyorum ama kabaca filmi çok sevdiğimi çok kaliteli bir işi izlediğimi hissettim. öyle işte
kitabı okunmalıdır.
http://nezlelikarga.blogs...buyuk-caresizligimiz.html
ben yildiz tilbeyi cok severim.. cok da dinlerim.. ama deseler ki gunun birinde kendini bi delikanlimi birine soylerken gorebiliyo musun diye, pesinen hayir derim.. ben yani kalkip "ask duzlukte yasaniyor duzluk tek askta"diyemem.. neden diyemem ? cunku desem bana egreti kacar.. ustume yapismaz.. manitam tasak gecer benle "feysbuka da yaz bunu guzel aforizma olur yarram" der.. anneme "icim aciyo anne :( anliyo musun yaralarima dokunur musun " desem, susar ve " aksama yemegin var mi evladim" der..

ben ancak efendi efendi cektim acimi.. anlayisla karsiladim.. hayirlisi buymus dedim.. arkadaslara olgun ve magrur bi tonla anlattim acimi.. oyle kendimi parcalamak icip icip eski manitayi aramak yok devlerin aski. aman atlayip yanina gitmek vs. benim neyime..

iyi ki de yapmamisim amk alayi malmis..

bu filmdeki ve belki kitaptaki ( kitabi okumadim ama) adamlar da benden..

somut olan hic bisi yok.. bi opusme bi sikime ne biliyim bi teklif bi itiraf.. hic bisi yok.. butun film essek kadar adamlarin platonik takilmasini anlatiyo.. ufak isaretlerden manalar cikarmayi, paso kafada oyle mi yapsam boyle mi demeleri.. millet adamla sikismis, travmasini cekmis yenisine geciyo ; ben hala " msnde yazsam mi yazmasam mi"dayim.. bu zamanlarimi hatirlatti film bana.. simdi bakip "ezimisim ehehe" dedigim ama icten ice ozledigim o saftirik zamanlarimi..

bu film "piyasaya dusmemek" konulu bi film.. hersey birbirinin o kadar benzeri ki.. herkes o kadar ayni ki..

insanin kusasi geliyo.. yeni biriyle tanisma bile artik haz vermiyo.. ayni hikaye.. ayni ortalama acilar.. ayni hayaller..

bu filmdeki 2 kisi hayatin kenarinda kiyisinda kalmak istemis ve isteklerini gerceklestirmisler.. az olsun oz olsun demisler.. hayatimda tek bi arkadasim olsun ama butun yolu beraber alalim demisler..

cok guzel ya bole insanlarin olmasi.. cok guzel hala piyasaya dusmemiz adamlarin yasamasi ! kiz icin ise tek bi laf var (bkz: ben seni abim goruyorum) (bkz: efendi cocuk vs pic cocuk)
yönetmeni vefat eden yetim film. ele geçirilirse izlenecek. melankoliyi tahrik eden bir ismi var çünkü.
Barış bıçakçı'nın güzel romanıdır. filmi de çekilmiştir. ikisinin de yeri ayrı olmakla beraber kitabını okuması daha bir zevkli olandır. Güzel romandır. " bizim en büyük çaresizliğimiz, sesimizin dışarıdaki çocuk sesleri arasında olamamasıydı" gibi bir laf eder ki çocukluğunun muhakemesini yaparsın günlerce.
insanın doğasına karşı inatlaşmasının zorluğunu hatırlatan film.
neşet ertaş'ın al yanak allanıyor türküsünü akla getirdi bir anda. (bkz: (vid #3699))
son derece keyifle izlenebilecek güzel bir filmdir.
yıllar önce alıp okumadığım daha doğrusu okuyamadığım kitaptır. filmine yarısında yetiştim yine anlamadım. ne anlatıyor arkadaş bu film/kitap.
ankara' yı çok güzel anlatmıştır. filmi izledikten sonra neden ankara' da yaşamıyorum acaba diye düşündüm doğrusu. ayrıca filmi izlerken birçok sahnede kendimi tebessüm etmekten alıkoyamamışımdır.
gerçekçiliği bir kısım insanlar için sıkıcılık olarak adlandırılan film. herhangi birinin hayatından bir kesit izliyormuş hissi bırakıyor insanda. sanki film olmaya layık bir hikayesi yokmuş gibi. oyunculuk adına bu hissi verebilmesi oldukça başarılı olmakla birlikte tekrar izlenmesi çok da mümkün olmayan bir film maalesef. izlenir,oyunculuklar takdir edilir ve geçilir.
sanki 3 arkadaşım varmış da, kendilerini kameraya çekmişler... ancak bu kadar doğal anlatılır bir hikaye. kitabını okumadım ama filmini sevdim.
10 üzerinden 7'yi alır.
ankara kokan bir film. gerek sahnelerin geçtiği mekanlar, gerek ankaranın havası, gerekse filmdeki kahramanların yaşam dinginliği...
ankara'yı özleyenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film...şimdiden özledim ankara seni...
sanat sanat içindir demiş yönetmen. bir kaç defa ara vererek bitirebildim. filmin içine giremedim yani.
yaşamanız gerken film. yaşamadan izlediğiniz zaman bir bok anlamıyorsunuz. yaşayarak izlediğiniz zaman, ya da haberiniz olup da, üstüne bir de yaşadığınız zaman bizim büyük çaresizliğimiz, sizin büyük çaresizliğiniz ya da, benim büyük çaresizliğim olarak adlanıyor çünkü.

yaşayın, izlemeyin. yaşayın, okumayın. yaşamadan ne izleyin, ne okuyun.

bir de kapıyı açasım da yok, dışarı çıkasım da.
izledikten kısa bir süre sonra Seyfi Teoman'ın ölümü beni derinden etkiledi. Belki de biraz da bu yüzden beni ziyadesiyle üzen film olmuştur. Çaresizlik duygusunu çok iyi yansıtan bir filmdir aynı zamanda. Ankara da geçiyor olması da ayrıca güzel.
Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?

Kitap bu sözlerle başlar..

Aynı gün içerisinde kitabı okuma, filmini izleme şansına sahip oldum. Kitap sadece Enderin gözünden anlatırken olayı(gerçi Ender ve Çetin o kadar uzun süredir arkadaşlar ki neredeyse tek kişi olmuşlar), film herkesin gözünden bakabiliyor yaşanmışlıklara. Kitabı okurken nedense Nihal karakterine Hazal Kaya'yı oturttum ben kafamda her ne kadar onun filme dahil olmadığını bilsem de.. ama keşke filmde Güneş Sayın yerine o oynasaymış çünkü kız ilk 15 dakikadan sonra kendini alıştırması ve üzerinde yas havasını bırakması lazım gelirken, Güneş sayın tam tersine bütün film boyunca depresif takılıyor. Her ne kadar bütün film içinde ne olacağını kitaptan bilsem de her an kızın bir sinir krizi geçirip etraftakileri doğrayacağını düşünmedim değil.. O yüzden bence kızın oyunculuğu vasat.

Başrollerde ki erkeklere gelecek olursak bence film, kitapta olduğu gibi Enderin gözünden geçmesi beklenirken senaryoda sanırım iki eşit parçaya bölünmüş bence iyi de olmuş çünkü Çetin karakterini canlandıran abi gerçekten başarılı oynamış.
bir çırpıda okuduğum romandır. filmi romana göre bayat kalmış ama idare ederdi. kitap belirsiz bir karamsarlıkla sizi alır götürür. orta yaş krizindeki insanların çocukluğa duyduğu özlemi aşk ve arkadaşlıkla harmanlayan bir baş yapıttır. "mevsimlerin tekrar edemediği şey" cümlesiyle gönlüme taht kurmuştur.
ankara'da yaşayan iki arkadaşın evlerine başka bir arkadaşlarının kızkardeşinin gelmesiyle değişen, farklılaşan hayatlarını anlatan filmdir.
Okurken genç olmanın kıymetini yaşlılığa adım adım ilerlerken çıkılan tüm renksiz , zevksiz basamakları
neredeyse bire bir hissettim. Arkadaşlık , aşk ,tutku , insani değerleri kaybetmemek için verilen savaş.
zevkle okuttu.
“Bilirim, ulaşamamak, seni altüst etmez, sen ulaştığın şeyi kaybedersen dağılırsın.”
hoş bir filmdir. garip bir huzur var, anlatamadığım.
“Gerçekten öyle, her şey birden bire oluyor. Küçük bir çocukken birdenbire, ilaçların plastik bir margarin kabında saklayan bir ihtiyar oluveriyorsun. Kendin için, çocukların için, ülken için güzel şeyler ümit ederken, seni biçimlendiren şeyin güzel bir gelecek hayali olduğunu düşünürken, birdenbire kaderinin, güne ayak uyduramamak, gençliğini, geçmişini özlemek ve hızla dönen dünya tarafından hep kenara savrulmak olduğunu görüyorsun.”
okumak kimilerine yazmayi ogretti bana ise yazmamayi gibi daha bir cok guzel cumle barindiran ankara manzarali sicak bir film.
önce filmini mi izlesem yoksa kitabını mı okusam karar veremediğim eser.