bugün

ben buraya benim yazmadığım fakat bana gelen bir e-postayı kopyala yapıştır yapmak istiyorum ama o kişinin izni olmaksızın inşallah kızmaz şimdiden özür dileyeyim her zamanki gibi.

bana gelen bu e-posta beni hiç tanımayan daha önce yüzümü hiç görmemiş üniversitede bir hocam tarafından atılmış bir e-postadır , ilk aldığımda defalarca okumuştum ve kimseye de hiç bir zaman bahsetmedim ama şimdi nedense bunu burada paylaşmak istedim sözlükle.biliyorum birkaç adam okuyacak bunları ama gene de yazmak istiyorum.

not:hocamızın web sitesine bıraktığım bir yazı sonucu gönderilmiş bir e-posta hani açıklık getireyim istedim.

Sevgili Kardeşim,

Sayfama bıraktığın mesajına yeni ulaştım ve zaman geçirmeden yanıtlıyorum.
Objektif olmak gerek, iyi bir hoca diyenler kadar, çok gıcık, zorluyor, ondan da ders mi alınır diyenler de var.
Ama kesin olan bir şey var ki, sizler ne düşünürseniz düşünün, ben işime saygı gösteriyorum, sizlerin her birinizi saygın bir birey olarak görüyorum ve en önemlisi sizleri (oğlum, kızım gibi) seviyorum.
Mesleki anlamda sizlerle paylaştıklarımız kitaplarda yazıyor.
Bu nedenle çok şeyler bilen bir öğretmen olmayı (yadsımıyor) fakat çok da önemsemiyorum.
Önemli olanın söylemleri uygulamaya aktarmak ve öğrenciyi sevmek olduğuna inanıyorum.
Öğretmenlik bilim olduğu kadar sanat da. insanı anlamayı gerektitiyor.

Benden ders almana gerek yok, koridorda, bahçede, bir gün karşıma çıkıp ben linguist dersen mutlu olurum.
Anladığım kadarıyla iddialı bir öğretmen yetişiyor. Çorbada tuzumuz olsun isteriz...
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum...

(bkz: Abdullah Can)

Bu eğitim fakültesindeki bir hocanın öğrencisine gönderdiği bir e-posta sadece ama hiç abartmıyorum belki tarafımdan 50 sefer okunmuştur.
birazdan yanıma geliceksin ama son kez belki biraz gülücez, ama o boğazımdaki düğüm hiç geçmiycek sonra ağlıycaz, seni bırakmak çok zor olucak sevdiğim, ama döndüğümde çok daha güzel günler bizim olacak bunu düşünerek sabır edicem, bunu düşünerek yatıp bunu düşünerek uyanıcam ve söz veriyorum seni bir an bile aklımdan çıkarmıycam.
aşkım, sevdiğim, sözlüm, herşeyim seni çok seviyorum ne olur bunu unutma...
ben bu yazıyı sana yazıyorum...
içimde nedensiz sıkıntılar var, bilmiyorum ruh halim neyi yansıtıyor dışarı. bazen mutlu, bazen düşünceli, bazen endişeli...
'bırakmak' diyorum kendi kendime, neden bu kadar alışılmadık? sonra da cevabı buluyorum... çünkü 'alışılmadık'.
alışkanlıklarım bittiği anda sen de biteceksin biliyorum.
beni kırıyorusun, üzüyorsun fütursuzca... 'bitti' diyorum biteceğine inanarak. sonra geliyorsun bin bir sözle, vaatle. tekrar, tekrar, tekrar deniyorum. yok olmayacak!
bu defa bitti gerçekten. sensiz hayatımda tabuları yıkacağım. alışkanlıklardan da vazgeçilir göreceksin...
kalbimin duvarları yıkık, korumasız. kucak açana sarılacak biliyorum.
ama bu sen olmayacaksın.
bir insan hata yaptığını bile bile o yolda yürür mü? ben yürüdüm... yine yürürüm.
kılavuzum kalbim benim!
olacaksa yürekli olmalı... cesaretim de esaretim de yüreğimden gelmeli...
sen tuttuğun yolda devam et. ben yürüdüğüm yolda şarkılar söyleyeceğim...
sevdiklerime, seveceklerime...
hadi şimdi bensizlikle yoğrul, bakalım ne kadar zengin olacak hamurun.
benden bu kadar! sensiz de mutlu mesutum...
...ertesi gün adam her günkü gibi deniz kenarındaki o banka gittiğinde kızın gelmediğini görmüş. onun yerine bankta bir zarf duruyormuş. o anda içinde inceden bir sızı belirmiş adamın, mektubun ondan olduğunu ve içinde hiç de iyi bir haber olmadığını anlamış. korka korka, yanılmayı dileyerek açmış zarfı. ama hayır yanılmamış. "ben artık gelmeyeceğim, bekleme, anla beni nolur, hoşçakal..."

oturduğu banka adeta çakılmış adam, ayaklarının altında hafiften bir sarsıntı hissetmiş ve sonra müthiş bir depremle sarsılmış her yer. ama adam oturduğu bankta milim kıpırdamıyor, gözlerini satırlardan ayıramıyormuş. binlerce kez okuduktan sonra, derin bir kederle mektubu buruşturup başını kaldırmış adam ve önündeki denize baktığında gözlerine inanamamış. yaş dolmuş gözlerini ovuşturup tekrar tekrar bakmış ama yok, göremiyormuş, yok olmuş koca deniz, yerinde uçsuz bucaksız bir çukur kalmış.
şaşkınlık içindeki adam arkasını dönüp baktığında bir şok daha yaşamış. papatyalarla dolu yemyeşil vadi de yerinde değilmiş. onun yerinde de göz alabildiğince bir boşluk duruyormuş.

o anda adam olup bitenin farkına varmış. çaresizce binmiş arabasına ve evine gitmiş...

sonraki günler ikisi için de çok zor geçmiş. birbirlerini çok özlüyorlarmış. o günden sonra da her gün o banka gitmiş adam. gelmeyeceğini bile bile her gün gidip oturmuş aynı yerde tek başına, saatlerce önündeki ve arkasındaki boşluğa bakarak. ve her gün daha iyi anlamış, aslında o boşluğun içinde olduğunu. neden diye sormuş kırık kalbine, neden kaybettim onu, nerde yanlış yaptım? suçu yine kendinde bulmuş adam, onu hiç suçlamamış, cevap "sevmek" miş... onu çok sevdiği için kaybettiğini anlamış.

ama onu sevmekten asla vazgeçmemiş adam. yokluğunda da devam etmiş sevmeye, kırgın kalbini susturarak. devam etmiş her gün o banka gelmeye...

günler geçmiş ve o gün her günkü gibi banka geldiğinde şaşkın gözlerle önündeki çukura bakan bir kız görmüş adam. uzun siyah saçlarından hemen tanımış. o'ymuş. sessizce oturmuş banka. hemen arkasından kız da oturmuş yanına ve devam eden şaşkınlığıyla;
-ama burda bi deni...
adam cümlesini bitirmesine izin vermeden;
-şşş biliyorum. artık yok, o günden beri, sen gittiğinden beri yok o deniz. döndün mü?
-döndüm.
demiş kız ve aylar sonra ilk kez adamın yüzüne bakmış. o anda anlamış yanılmadığını. hayatında hiç görmediği kadar sevgi dolu gözlerle gülümsüyormuş adam kıza.
-özledim seni.
-sanırım ben de.
ikisi de çok mutluymuş. sabaha kadar anlatmışlar birbirlerine ne kadar özlediklerini, ne kadar acı çektiklerini, ve anlamışlar ne çok sevdiklerini. gülümsemişler birbirlerine... güneş aralık ayından beklenmeyecek kadar parlak ve sıcak doğmuş o sabah ve birden müthiş bir yağmur başlamış. öyle çok yağmış ki, kısa zamanda dolmuş, eskiden deniz olan derin çukur. kız ile adam gülümsemişler birbirlerine... ve güneş yükselmiş bahardan gelen ışıklarıyla... ve öyle parlamış ki, arkadaki vadi yeşermeye ve papatyalar teker teker çıkmaya başlamış topraktan. kız ile adam gülümsemişler birbirlerine...
-seni seviyorum.
-sanırım ben de.

günler geçiyormuş ve her geçen gün daha çok seviyorlarmış birbirlerini. kız aşkla bırakmış kendini adamın kollarına... adam rüzgarın elleriyle okşamış saçlarını, sabah ayazlarıyla sarılmış, içine işlemiş kızın.

günler geçiyormuş... bir gün kız kalkmış banktan ve papatya tarlasına doğru koşmaya başlamış.
-hadi beni yakalaaa!
adam yerinden kıpırdamamış, hüzün çökmüş yüzüne. kız yine seslenmiş:
-yaa gelsene bak papatyalar harika kokuyor, toplasana benim için, taç yaparız.
adamın yüzündeki hüzün çoğalmış. elleriyle gözlerini sildiğini gören kız hemen adamın yanına gelmiş. adam titreyen sesiyle konuşmaya çalışmış:
-meleğim... ben gelemem senle papatya toplamaya, affet beni.
aynı hüzün kızın yüzünde belirmiş ve gözlerinden damlalar dökülmeye başlamış. hiçbir şey demeden kalkmış yerinden kız ve doğruca papatya tarlasına koşmuş. az sonra elinde bir kucak papatya ve yanaklarındaki yaşlara aldırmayan sımsıcak bir gülümsemeyle dönmüş adamın yanına.
-madem sen gelemiyorsun, ben de papatyaları sana getiririm.
adam papatyalardan çok güzel bir taç yapıp takmış kızın başına. gülümsemişler birbirlerine... gözlerindeki yaşlara aldırmadan. o günden sonra kız hep o taçla gelmiş banka.

günler geçmiş, kız büyümüş, ama yüzündeki gülümseme git gide azalıyormuş. adam sonun yaklaştığını anlamış...

ve bir gün kız banka geldiğinde bir şey adamın dikkatini çekmiş. üstünde küçük papatyalar olan mavi bir elbise giymiş kızın başında papatya taçı yokmuş. adam korkarak sormuş ayakta dikilen kıza:
-oturmayacak mısın?
kız soğuk bir sesle cevap vermiş:
-yok iyi böyle.
-neden?
-sıkıldım.
-anladım.
-tacını takmamışsın?
-hıhı.
-neden?
bu kez cevabı kendi vermiş adam:
-sıkıldın.
kız hiçbir şey dememiş. bir süre denize denizi seyrettikten sonra adama dönmüş:
-ben gidiyorum.
beklediği bir cümleymiş bu ama yine de ürpermiş adam. hiçbir şey diyememiş, koca bir taş oturmuş boğazına. gözlerini kaçırmış kızın gözlerinden ve denize dönmüş yüzünü. kız tekrar etmiş:
-ben gidiyorum, kendine iyi bak, hoşçakal.
ve kızın uzaklaşan ayak sesleri duyulmuş. adam başını çevirip baktığında, az ileride genç bir çocuğun beklediğini görmüş. sonra kız birden durmuş, çantasından çıkardığı taçı denize atmış ve çocukla birlikte gözden kaybolmuş. kızın ardından öylece bakakalmış adam ve kalan son gücünü kullanarak açtığı ağzından 3 kelime dökülmüş "seni seviyorum meleğim"

az sonra birden köpürmüş deniz, ufuklardan çoook büyük bir dalga kopmuş ve kıyıya doğru geldikçe büyümüş büyümüş büyümüş, gelirken bütün denizi topluyor, kendine katıyormuş dalga. adam üstüne doğru gelen kudurmuş deniz karşısında kılını kıpırdatmamış. nefretle kurbanını almaya gelen bir canavar gibi yaklaşan denize, kederle ve çaresizce gülümsemiş adam...

az sonra müthiş bir uğultuyla kıyıya vurmuş deniz. sular çekildiğinde adam yerinde değilmiş artık. o günden sonra deniz ve papatya tarlası sonsuza kadar orada kalmış. adam ise denizin derinliklerinde... masal da burada bitmiiiiş.

hani o gece sana anlattığım ve yarım kalan bir masal vardı hatırladın mı? uykun gelmişti ve neredeyse uyumak üzereydin başını koyduğun masanın üzerinde... "geç oldu yarın devam ederiz" diye söz vermiştim hatırladın mı? evet biliyorum sana veripte tutmadığım çok sözler oldu. ama bak bu sözümü tuttum geç de olsa. en önemlisi buydu zaten. çünkü ben en başından beri sana bir masal anlatıyordum, ve hayattaki bütün gerçeklerden bile daha gerçek bir masaldı bu. ama sen sonunu bekleyemedin. belki ben geç kaldım, belki sen erken davrandın bilmiyorum. ama yine de yarım kalmadı bu masal. fakat sonu böyle değildi, sonunda kız yine gidecekti belki, o bembeyaz ve kendinden büyük yüreğiyle kahramanca gidecekti. ama o, gerçekliğin aldatıcı sahteliğini seçti. seçim onundu... seçti... bedenine sığmayan kocaman yüreğini hoyratça söküp attı... ve herkes gibi, herkes kadar gitti... masal da burada bitti.
ne var biliyor musun?

ben, beni aldattigin ve bir cok yalan soyledigin icin senden ayrildigimi biliyorum, bunu yazabiliyor, sorduklarinda soyleyebiliyor ve konusabiliyorum.

sen ise, beni aldattigin ve bir cok yalan soyledigin icin iliskimizin bittigini biliyorsun; ancak bildigini soyleyemiyor ve hakkinda konusamiyorsun. yok oldugun noktada beni "kafasinda gereksiz dusunce sikistiren biri" olarak tanimliyorsun, kendi kendini kandirarak zamanda kayboluyorsun.

dusuncelerim ben neredeysem orada olacaklar.
hayatımda senden başka kimse kalmamış, etrafımda o kadar insan olmasına rağmen resmen kalabalık içinde yalnızlık yaşıyorum. senden 1500 kilometre uzaktayım, hayatımda bulunan insanlar bildiğin amerikan filmlerinde olan hayat varya hani "kim kime dum duma" aynen öyle yaşıyorlar, hatta evime giren çıkan insan belli değil, ama ben hala seni düşünüyorum. bu benim örf ve adetlerime uymuyor, ben böyle öğrenmedim, ben böyle yaşamadım, bizim hamurumuzda bu yok. senin etrafında olan insanlar bile bana "boşver olum elindekileri değerlendir" diyorlar. "yazıklar olsun lan", sen nasıl olurda ayırt edemezsin iyiyle kötüyü. kendi mantığımı sonuna kadar zorladım ve düşündüm ama senin yaptıklarını düşündüklerini nasıl yaşadığını anlayamıyorum bir türlü. bak sen orada yaşıyorsun, okuluna gidiyorsun ben okuluma gidiyorum senin hayatın var arkadaşların var eğleniyorsun filan ya: ben de öyleyim biliyor musun? ama her nedense öyle zamanlar geliyor ki hatta gün içinde bir iki kez olduğu bile oluyor, seni hatırlıyorum, bak sevdiğim insan resmen üzülüyorum lan kendime, o kadar fırsatım var elimde ben hala "sen" diye ölüyorum yavaş yavaş. bunu biliyorlar, akrabaların bile öğrendi, en yakın arkadaşın bile biliyor, ne bileyim biliyorlar işte, "ne alakaysa biliyorlar demek, tüm dünya bilse ne olacaksa?", ne acayip ya değil mi? çok uzağım senden, sen beni sadece o "facebook" denilen yerde arada sırada ortak arkadaşlarımız için bir şeyler yaptığımızda görüyorsun, normalde hiç hatırlamıyorsun bile. nerden mi biliyorum? biliyorum işte öyle olmasa şu zamana kadar anlardım heralde. "ee o zaman ne hala düşünüyorsun" bak bunu bana deme, neden biliyor musun? sigara içen bir adama sor o zaman bakalım "neden sigara içiyorsun?" diye, öyle işte. saçma oldu inceden ama bu saatte anca bu kadar. "aa bak çalan şarkıya" "affet" ne kadar manidar oldu demi? "haha" iyice kopmuşum ben sevdiğim, yanmış ya benim devrelerim, ama sana bir söz "la": benim kişiliğim hiç değişmeyecek lakin benim üzerime giydiğim o kadar şey değişecek ki... kin mi ne bu? hadi bakalım yarın bir gün senin nişanlın filan olursa ne yaparım bilemedim, bak aklıma geldi benim aklıma gelen şey oluyor genelde, lanet olsun şimdi kaçırsam mı seni ne? zorla zorla tabi nasıl olcak? o zaman da davalık oluruz olmaz, yok ya boşver bakalım ümit fakirin ekmeği, bekleyelim bir kaç yıl daha. *
Mutluydum. Çevremdeki hiçbir şeyi görmüyordum. Ne yanımda otururken başka bir kızla mesajlaşması ne de o an bulunduğumuz ortam keyfimi kaçırmıyordu. Okulda tanışmıştım onunla. Bizden yaşça büyük olmasına rağmen aynı sınıfa gidiyorduk. Küçüktük. Güldürüyordu beni ve arkadaşlarımı. Hepsi bu devamı yok. Okuldan ayrıldım ve bağlarımız koptu. Aynı semtte oturduğumuz için sık sık karşılaşıyorduk. Aynı ortamlarda bulunuyorduk sürekli. Arkadaşlarımız ortaktı. Tüm bunlara rağmen dört sene konuşmadık. Aramızda kötü hiçbir şey geçmemesine rağmen konuşmadık. Daha sonra liseye başladım. O da ortaokulu bitirmişti. Çalışmaya başlamıştı. Çalıştığı yer okul yolumuzun üzerindeydi. Her gün arkadaşlarımla onun önünden geçip gidiyordum. Bakıyordu. Direk olarak bana bakıyordu. Hissediyordum bakışlarındaki sevgiyi. Bir şekilde iletişime geçtik tekrar. Ve olmadı yapamadık. Güzel başlayan her şey gibi kötü bitti. Ama sevgim bitmedi. Onun her sevgilisine düşman gözüyle baktım. O kadar aynıydık ki aslında bizden çok iyi iki arkadaş olurdu. Bunu hissediyordum ama dur diyemiyordum içimdeki aşka. Arkadaş olduğumuzu zannettim. Onun açısından arkadaştık. Sırdaşıydım onun. Yaşım küçüktü ama herkes önem verirdi fikirlerime. Erken büyüdüğümü söylerlerdi hep. O da çok önem verirdi fikirlerime. Ben de bu sırada başka insanlarla beraber oldum. Mutlu olamadım. Herkeste onu aradım. Bulamadığım için mutlu olamadım.

Bir konserdeydik. Arkadaşlığımız doruk noktasını yaşıyordu. Yanımda bir kızla mesajlaşıyordu umurumda değildi. O benim yanımdaydı. O kız ise değildi. Olayı böyle basite indirgemiştim işte. Eski sevgilisiyle şarkısı çaldı. Üzülmeyeceğim dedi. Elimi tuttu benden kuvvet almak istercesine. Parmağını yaralamıştı. Dikiş atılmıştı. Sürekli orayla oynuyordu. Bende onu engelliyordum. Kanattı parmağını. Acı çektiğini anladığımda benim canım daha çok yandı. Onun parmağındaki yaranın acısına dayanamazken kendi kalbimdeki yarayı her gün deşiyordum. Bu geçti aklımdan. Sustum konuşmadım. Yara bandı yapıştırır mısın dedi. Yapıştırdım. Elleri ellerimde, deniz gözleri gözlerimde. Öylece kaldım. Sözün bittiği yerdi.
artık ağlayamayacak kadar yoruldum..kavuşmak istiyorum..her an yanında olup kokunu içime çekmek istiyorum..hapsetmek taa derinlere !..bu kadar çabuk olmamalıydı ayrılık..sana o kadar ihtiyacım varken..sana o kadar açken gitmemeliydin !
Ne de çok özledim seni..özlemin,artık acı veriyor bana.
sensizlikte,sessizliğin sesiyle avunuyorum.
sonu olmayan sakin haykırışlarla hayatıma kahrediyorum !
anlamı yitirilmiş bi hayat,köhne duygularla beslenen sevgiler nüksediyor durmaksızın dünyamda..!!
içimi acıtan yokluğunun taa kendisi..tek ben varmışcasına yaşıyorum..pişmanlıklarla dolu geçmişimle bi başımayım !
son zamanlarını yaşayan idam mahkumu gibiyim..gözlerim dolu..boğazım düğümlü..

(bkz: Abla ma)
oysa isterdim ki elimde kalsın umutlarım. bir kapı daha aralasam adınla uyandığım günlere, bir kere daha birlikte izlesek dalga hışırtılarını ve sonra çok sevdiğimiz o filmi: hani düşlerin içinde düş olan, bir başka dünyanın serüveni, ofelia'nın hayali... şimdi aynada yüzüm ters düşüyor gölgene, ve ucu kırık bir harf özlemin, gözümde zahiri...
şimdi konuştuk msn'de. hani hesaplaşmaya başlamıştım ya hayatımdaki herkesle. sende tıkanıp kalmıştım. bunca yaşanmışlığın yüreğimdeki izlerini çiziyorum yazılarımla sonsuzluğa. bende kalmasın. "ne olur, ne olmaz" la çıkmıştım ya yola. sıra sende ablacığım. ne olup ne olmamak var cidden. az önce söyledim ayrılırken tek bir cümleyle ama daha fazlasını bilmeye hakkın var, arkamda kalacaklarla.

seni düşündüğümde aklıma ilk gelen şey anlatılanlardan, beni çiş yapmaya alıştırken televizyondaki çizgi filme dalıp, beni bokumun üstüne düşürmen. abla hala boktan çıkamadım be. tabi gülerek yazıyorum burayı. korkupta altıma yapmaya devam etmişim ya bir süre. psikolojimi bozmuşun be abla.

az önce söyledin okumaktan bıktığımı söylediğimde ne kadar zıttız diye. harbiden öyleyiz. ben akademik tit falan istemiyorum. yazmasın adımın başında doç. hoş oç de yazmasın.

niye bu şekilde laubali yazıyorum bilmiyorum. oysa daha kurumadı yanağımdaki yaşlar. bizler, yani bizim ailemiz kelimelerin altına derin anlamlar saklamayı çok seviyor. kullandığımız sıradan kelimelerin altında neler yattığını iyi biliyoruz. çok iyi anlaşıyoruz. "paran var mı" diye sorduğunda küçük bir ses farkında yatıyor asıl cevap. şimdi sıraladın ya görüşmeyi kapatmadan onlarca soru. hepsinin ne anlam taşıdığını biliyorum. "derslerine iyi çalış" oğlum iyi çalış bak önünde yedi ay kaldı. tamam sıkıldın çok anlayabiliyorum ama dişini biraz daha sıkmalısın. "paran var mı?" canım kardeşim, biliyorum zoruna gidiyor 26 yaşında olup hala param yok demek ama aslında keşke bilsen bunun bizim için hiçbir önemi yok. ister 26 olsun ister 46. sen benim kardeşimsin. yoksa yok diyeceksin her zaman. "beslenmene dikkat et" hastalanma kardeşim sakın, sen orada yalnızsın. ateşler içerisinde uyurken başında bekleyenin olmaz. hastalanırsan üzülmeyelim diye bize de söylemezsin. kendine iyi bak kardeşim. "seni çok özledik" aylar oldu seni görmeyeli. zaten 6 yıldır da yarım yamalak görüşüyoruz. mecbursun ama kardeşim, okumaya, hayatını kazanmaya. olsun, sen iyi olacaksan ileride, buna da katlanırız. öyle değil mi ablam?

geriye dönüp baktığımda zerre kötü bir şey gelmiyor aklıma seninle alakalı. gelmesi zaten anormallik olmaz mı? sadece içimden hep şu kopuyor. annem gibiydin. 13 yaş az değil abla. evet, sadece seninle çok daha fazla vakit geçirmek isterdim. çocuklukta kaldı bağrına basıp uyumalarım. anne kokusu, anne şevkati vardı sende. keşke hiç büyümeseydim. aslına bakarsan, ben kendimi hala kuzu hissediyorum. eşek kadar olmuş kuzu.

seni seviyorum ablacığım. yine aceleye geldi ya bu içimdekileri dökmek, seninle olan her muhabbetimizdeki gibi. hiç uzatmazdık. neyse o. işte yine belki bilinç altına yattığından böyle oldu. hadi bakalım mustafa gider.
sen şimdi bunu okuyorsun ya hani, gri zemin üzerine siyah siyah harfler filan. işte bunu okurken benim insan olduğumu düşün. nefret edebileceğimi, sevebileceğimi, hastanalabileceğimi düşün. canımın çok sıkkın olduğunu farzet, karnımın acıktığını ama evde yemeğimin olmadığını düşün. sevdiğim insanlardan çok uzaklarda olduğumu düşün. odanın buz gibi soğuk ve benim koskoca evde tek başıma oturduğumu düşün. düşün ki kurtulayım bu yalnızlıktan. bilmediğim yerlerde, hiç tanımadığım insanların beni hissedebildiğini hissedeyim.
bir sözlük yazarının 300 gram hüznü 300 gramlık mutluluğudur.

senle tanışmadan önce:

gözümde yoktun cisimsizdin, ne beni sevindiren o sesinden ne de içimi ısıtan ılık nefesinden haberdar değildim; her gece yalnız yatıp her sabah yalnız kalkmak öylesine aşındırmıştı ki bedenimi sanki kırbaçlanan habeşli kölelerden farksızdım; yağmurdan delicesine kaçar saçaklar altında sigara yakardım, kedilere anlamsızca bakar uğursuzluk getirdiklerine inanırdım, otobüs duraklarında beklerken başımı öne eğip sigara izmaritlerinin silinmiş yazılarını okumaya çalışırdım, okadar üşürdüm ki sıcacık yatağımı kar basardı zatüreye tutulurdum, yaka cebimden çıkan 300 gram hüzündü...

senle tanıştıktan sonra:

yüreğimdeki boş salıncağı dolduran mutlu küçük bir çocuksun, elime uzanan elin masal dünyasından kopan pamuk prenses eli gibi sıcak; şimdilerde yağmurda pencereme düşen damlasın , sen en şiddetli baş ağrılarında başımı dayadığım yumuşacık yastıksın; öylesine sarıp sarmalıyorsun ki bütün düşlerimi saran nadide bir sarmaşıksın, vitaminsizliğe direnemeyen çatlak dudağımın bembeyaz merhemisin; perdenin altından bakarken yol kenarında duran banktan düşen kavak yapraklarının oluşturduğu tatlı bir kümesin, nakaratlarını söylemeye kıyamadığım şarkılarımsın, sen komşumuzun incir ağacından havalanıp yüreğime konan minicik bir serçesin, içime düşürdüğüm bir bardak demli çayım , kurduğum bütün cümlelerin ve okuduğum bütün kitapların tozunu alan pervanesin, buz gibi ellerime vuran sıcacık kalp atışlarım, donmaktan son anda kurtulan bakışlarım ve yaka cebimde duran 300 gram mutluluksun...
ufacık destek olmak için azcık iyi hissetmen için içimde kalan pirinç tanesi mutluluklarıda hibe etmek istiyorum her gecenin bir saati , her sabahın ilk saatleri.O küçük mutluluklar sen eğer gülebiliyorsan gözlerimi kapatıp huzur bulmama, değilsen gözlerimi kapatıp içimi öldürmeye gark ediyor. öyle oluncada hali hazırda etrafta sevdicekleriyle kalan insanlar yavanlaşıyor.Sadeleşmeye çalışırken mahiyeti elim olan bi sevgi hatırlarken; diğer insanlar için hayal kırıklığına uğramak,"o" na ve sana bir adım daha yaklaşmak.Seni en zor anlarında istemek.Gülerken bana ihtiyacın olmaz heralde etrafında onca insan olur çoğu zaman.bu yüzden gülüyorken de yanında istiyorsan beni...* Gösterişli şeyler yazamıyorum gösterişli hislerimin gölgesi esnediği için belkide yazıcağım şiirin aruz veznine.Ve buda gösteridir.Kişisel menkıbenin senin hayatına odaklı sevgi maşası fazı.Bu yazıdır.Önemide zamanda gizli.Sevginin elzemi uzun olanında gizlidir.*
sıkıntılarımı attım üzerimden...
derin bir nefes aldım, hırkamı çıkardım, sıcak sanki...
çayımdan bir yudum aldım, güneşin doğmakla doğmamak arasında teredüt ettiği anlardandı.
bedenimi himayesi altına alan tüm duygulardan arındım.
sigaramı yakıyordum tam ki beynimde bir sahne canlandı birden, hayır yakmamalıydım.
gözüm ilerdeki aynaya takıldı, kendimle hesaplaştım.
ellerim eskisi kadar yumuşak değil sanki bu aralar, gözümün feri sönmüş, şu inatçı bir tel saçım yok ortalarda ona ne olmuş?
tırnaklarım çok uzamış bi de kesmem gerek, artık kilo mu alsam ne, iyice eridim.
amaaan neyse...
masada yazılı olan isimlere daldı gözlerim,
merve, ali, melih, gözde, nuray...
of bunlardan bana ne!
sildim tek tek, silinmeyenlerin üstlerini karaladım.
hırçınım bu aralar, çok dalgalıyım, akmıyor yüreğim eskisi gibi coşkun, yanaşamıyorum ya limana ondan bu durgunluğum, artık demir almak günü gelmiş ki zamandan meçhûle giden geminin halatlarını koparıyorum...
gemici düğümünden nefret ediyorum! çözülsün artık!
ama kaybolup gitmekten de korkuyorum...
ka- bul- le- ne- mi- yo- rum!
işte özeti bu!
elimi attığımda yetişememeyi, baktığımda görememeyi, görüp de duyamamayı, duyduğumu anlatamamayı kilitlenip kalmayı, şu s.tiriboktan ama yine de yaşanılası hayatta nerde zor varsa gidip onu bulmayı, hani zorluğundan da geçtim ama olanı biteni anlamayıp mal mal bakmayı, ne yapıyorum ben diye kendimi sorgulamayı, imkansızlıkları, yıkamadığım duvarları, yıkılmayan duvarları, yıkılacak gibi olup yine de ayakta durmayı başarabilen duvarları ki bunlar en gıcık olduklarım!, mesafeleri, soru işaretlerini, noktaları, virgülleri bazen, o saçma sapan kuyuları açan belediyeleri * ne biliyim ya gözüme batan her şeyi, bu ara böyle işte kabullenemiyorum!..
isyan değil bu sadece haykırış, yakarış mı yoksa? neyse aynı kökten geliyor...
elimin tersiyle itmeyi istiyorum benden beni bana sormadan alanları!
gözünün üstüne vurmak istiyorum bana beni gizli gizli soranları!
yıkmak istiyorum üstüme yıkılacak gibi duran bütün duvarları!
çok şey mi istiyorum ya?
ne var ki?
çok mu zor!
kabullenemiyorum...
seni yerlerde göklerde bulamazlarken; bende gizli olduğunu sezenler olmuş.
Dumlu dumluymuşsun yüreğimde, kımıl kımılmışsın bileklerimde.
Domur domur ter ışıl ışıl ferellerimde gözbebeğimde.
aramızda dağlar yollar yıllar var iken,
Beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş.
Sargın yaprakmışım dallarına yangın toprakmışım yağmurlarına.
Türkü olmuşsun. Umudummuşsun sevdama yarınlarıma.
o kadarı sen de yok biliyorum. olmasına da gerek yok, dendiği gibi olmak istediğin kişiyi olmaya gerek yol. olduğun gibi olsan, kendinin önüne geçmesen neler olacağını göreceksin. yapmayıp da yapınca göreceğin tabloyu sandığın şeyler varya, bazen hiç sandığın gibi olmuyor. şahsen ben denedim, korkma.
Kayıptım ve hala kayıbım fakat daha bu sefer iyi hissediyorum. nedendir ben de bilmiyorum ama bu sefer o kadar da koymuyor. hani acı var mı diye sordun ya alaycı bir şekilde, ben de yara var ama acı yok.

garip ama öyle.
ağlamaktan ve soğuktan pembeleşem burnum la okuyorz mesajı 'sevgilim napıyorsun?' ağlıyorum aşkım diyemessin tabi oturup senden bahsedemessin adama. senin beni bigün aldattığını anlatacak değilim ya , senin evlenmek üzere olduğunu ve benim buna katlanamadığımı bilmesede olur. hem ne suçu vardı onun, hem bunları duymak onu kanatmayacak mıydı, hem haketmiyor ki bunlarıydı, hem vs vs..
sen şimdi onun koynuna giriyorsun ya, hani ben burda oturup hiç alakasız bi yere yazıyorum ya, sen onunla evleneceksin ve ben uzun bir süre çok mutsuz olacağım ya, hani sen beni çok seviyordun ya, hani beni hi...
ben sana demiştim hatırlıyorsun, ya da evet hatırlamayabilirsin. ama ben unutmadım, ben acı görünce kaçarım demiştim, ben acıdan korkarım ama sen korkutmuyorsun, sen beni üzmeyeceksin, sen beni üzmessin, sen şimdi o kızla ne yapıyorsun? sen onu mu se..
tamam. kim diyor nazan dinliyormuşum da ağlıyormuşum vs, yok komedi filminde bile hıçkırık sesleri işitiliyormuş boğazımdan, yok ayık gezmiyormuşum, yok sen başka biriyle evlenecekmişsin, yok başkasını seviyormuşsun, yok.. yok ! yok olmuyor. olmuyor. beceremiyorum.

18-aralık-2009 bursa.
insan sevdiğini ne kadar sevse de, gönlü görse de; göz artık görmeyince gönül de kör oluyor.

bunu çok iyi öğrenmiştim.

her şeyin sona erdiğinin farkına vardığın günlerde sevgiye dair paslanmış hayal kuruntuları şeklinde iz kalıyor insanın zihninde, sonra da bir zamanlar kenara iteklediğin gururun geliyor ve senden bir güzel intikam alıyor; akılda mantık bırakmıyor.

buna da dense dense fiyasko denir, facia denir, üstüne bir güzel de siktir çekilir.

sen benim olamamıştın...
deliler gibi beklediğim bir hafta sonuydu, geldi... bütün gün yağan yağmurun ardından, kar da geldi.

az önce beyaz bir örtü kapladı ortalığı. istanbul' a kar geldi. en azından en son ilçesine geldi.

senle ayrıldıktan sonra ilk kar yağışı bu. belki; hayatımda bıraktığın iğrenç kirlenmiş duyguları da temizler diyorum.

bir dünya kurduk kendimize biliyor musun? içinde saçma sapan insanların olmadığı, çok hoş bir dünya.
hem bu dünyada 40 yaşında insanların da yaşamasına izin veriyorlar.
" senin için yaşamak yok. " demiyor hiç kimse bu dünyada bana, senin dediğin gibi.

sokaklarda gezerken, alış-veriş yaparken korkmuyorum artık, ne gariptir içimi bir boşluk da kaplamıyor.
haz alıyorum hayatımı sürdürmekten.
yeni giysiler aldım kış mevsimi için. kazak aldım örneğin.
sen geldin aklıma bir an; sonra ona da alsam düşüncesi uğradı beynime, ama canımı yakmadı.
beynim gereken yanıtı verdi kalbime.

" hayır; almana gerek yok, çünkü o artık sizinle değil. " " o sizi terk etti, gitti. " " ayrısınız siz artık. "

" herkes kendi bildiğini yaşıyor. en azından o kendi bildiğini yaşıyor. sen mecbur edildiğin onsuzluğu yaşıyorsun; ama acımıyor canın artık. "

3 ay oldu görüşmeyeli. çok kavgalarımız oldu yine bu üç ay içerisinde. merakla beklediğim bir son yok artık; ya da bir başlangıç biliyor musun?

günü birlik yaşadığım bir hayat ve meslek sahibi olması için didindiğim bir kızım ve bakmakla yükümlü olduğum; ama bizi ayrıca çok mutlu eden bir goldenımız var. işte benim her gün söylediğim türküm onlardan ibaret.

dilimde ne ihanetinin kirlenmiş adı var, ne de yalan sevdan...

beynimden atamadığım bir kaç " kare " kaldı sadece.

ona giderken tüylerini alışın, o bölgeni kremlemen sivilce çıkmasın diye, bir de deli dolu o acayip öpüşme fotoğrafınız.

yüreğimde zerre kadar pişmanlık yok!

keşke dememek için göstermedim mi ben o peygamber sabrını zamanında? iyi ki göstermişim.

geriye dönüp bakmıyorum o yüzden artık. çünkü o kadar çok geriye dönüp baktım, o kadar çok bekledim ki yollarını...

kar yolları kapattı bizim aşkımızda. aşılmaz, açılmaz yollar girdi araya.

hepsi "senin seçimindi", razı "olundum," razı "edildim."

herkes eminim hayatında bir ilk yaşarmış. ben de bir ilk yaşadım. aşka yenik düştüm. vazgeçilmez sandım seni.

meğer; beyin seni terk edenden de vazgeçirtirmiş adamı. o büyük aşkın yerine unutulmaz, vazgeçilmez ihanet karelerini koyuverirmiş.

artık ne sana ne kendime acıyorum. öyle mutluyum ki evimle ve sevenlerimle. köpeğim, kızım... hep onları kıskanırdın ya. merkezde ben olmalıydım derdin. oysa seni öylesine koymuşum ki hayatın merkezine; söküp atmak bile ihanetine rağmen, tam 1.5 yılımı aldı; dişe diş, göze göz bir şekilde.

sen merkezdeyken ne çok harap etmişim kendimi. şimdi hayatıma baktıkça daha iyi anlıyorum. bir sevgin için bunca şeyden vazgeçmişim 10 yıldır.

huzuru unutmuşum. kızıma ilgi göstermeyi, hayatı yönlendirmenin dayanılmaz mutluluk veren o güzellik dolu duygusunu unutmuşum.

şimdi hepsine aç olduğumu görüyorum ve susuz kalan yolcu misali yudumluyorum yavaş yavaş kendimi yönlendirmenin dayanılmaz cazibesini.

savrulmadan, senin gibi sapıtmadan, ve gururlu bir şekilde. yaşamak, öyle güzelmiş ki...

sen çalamadın ya bu duyguyu bir orospuya satmakla bizi; artık kimse çalamaz.

çünkü aşka küskünüm, kırgınım, vefa dolu kalbim cefaya bir ömür kapalı artık.

aşkı yaşatamıyorum ben; ya da bana aşkı öldürenler denk geldi hep.

" kullanılan kimlik " olmamanın tek çaresi var. seni kullanmayacaklarla yaşamak. ve bu duygusal bir beraberlikten uzak yaşamakla gerçekleşebilir ancak.

kadınlar giderek yalnızlaşacak sanırım artık. ya da kırık kalpli insanların tümü.

kalbimizi kıranların yalnızlığını sadece biz yaşasak keşke. bir de " bizi kıranlar " yalnız yaşayacak.

biz partnersiz; onlar belki ihanetlerini saklayarak, evlendikleri yeni partnerleriyle; ama yüreklerinde " yalnız " olarak. hangisi daha kötü?

ben " somut " yalnızlığı tercih edenlerdenim. kalbim dolu. yeter. allah sana sabır versin diyorum.

yatağımda bir eşle, asla yalnız ve üşüyerek uyumak istemezdim. çünkü bunu bana sen yaşattın yeterince zaten. darısı senin başına artık.

boşver seni affedip affetmeme öyküsünü. benim bir öyküm var yeter. bir de zuzum. bıraktığın acı gerçekler onlar bana.

yalanlarını gömdüm artık. senin neyin var yalancı hayatından başka?

biliyor musun? her şey çok güzel olabilirdi. o yakışıklı yüzünün ardındaki beynin biraz gelişmiş olsaydı eğer.

sen hayatımda görebileceğim en büyük aptalmışsın. ve ben sana aşığım hala. aşk güzel şey senle. hala içimde yangın yeri varlığın.

ama içimde " öldürdüğün " senle değil. içimde " yaşattığım " senle her şey daha güzel.

sen o orospuyla yattığın gün, beni hasta yatağımda bırakıp ona koşup gittiğin gün, sen içimde, " seni " kendi ellerinle tüm haykırışlarıma kulak tıkayarak, yapma demelerime rağmen öldürdün!

evet... şimdi o gömdüğün yerde kal! asla dönme!

bu benim 999 uncu entryim. sadece sanaydı.

" 1000 inci " entrymi " kendime ", beğenmeyip terk ederek geride bıraktığın; ama sımsıkı sarılıp parçalanmasını engellediğim " minik aileme " ve " yeni hayatıma " ithaf edeceğim.

sana hiç bir zaman hoşçakal demeyeceğimi yazmıştım hep.
sevdiğim " hoşçakal... "

[http://www.youtube.com/watch?v=kfqA3PEwmxE ]
(bkz: sensizlik benim canımı acıtan)
siyah dokunuşlarla ıslanan yüzüm artık görünmeyecek durumda..
her bir gözde gördüğüm bu hiçliği ..bu boşluğu...
bir kez daha görememek için kapatıyorum gözlerimi...
karanlık melodilerle dans eden ruhum hala bana isyan ediyor..
sesler... bu sesler yabancı değil...
-nereye??
-gelirim birazdan...
ve asla geri dönülmez gidişler...
onu gördüm...ölüyordu...YiNE...
kapalı bir alan ..kalabalık...
-niye buraya geliyorsun??
-buraya uygun değilsin...
sessiz bir gülüş veya sadece bir dudak hareketi...
biraz da utanç sanırım...yerden kalkmayan gözler..
konuyu değiştirme çabasında yeni bir ben..
hiç görünmeyen yönlerime ben bile şaşırıyorum...
-kazak var çantada üşüdüysen al giy...
içe çekilen her kokuda birisini arıyorlar...
ne kadar soğukmuş meğer bu kaldırımlar...
müziğin tınısını hissedebiliyorum...
her gün farklı yüzler...
her gün farklı sorunlar...
ancak sadece izliyorum...
yaşadığım bir kaç hayat bana yeterli...
yaşadığım her noktada zaten beni hissedebiliyorum...
durduğum noktları çizgi yapma çabam beni hala ayakta tutuyor...
acaba ne kadar doğru...???
gözlerini hiç bir zaman tam olarak göremedim...
aşamadığım veya aşmak istemediğim duvarlar çıktı hep önüme..
-koş koş bir şey oldu galiba...
-yukarıdalar
her zamanki hava çarpıyor yüzüme...
sıcak,nemli...umursamaz...
her şeyi unutturuyor içime işleyen o duygu...
en son ne zaman bu kadar güldüm...!!
ben bu yazıyı sana yazdım diyemem, hala yazıyorum keza..
en değersz kelimeleri kullanmaya gayret ediyorum sana bağlanmamak adına. kendimi kandırıp aslını unutmamak için.

sana yazıyorum dediğime bakma, belki de okumayacaksın. bunu bile bile yazıyorum. tek bildiğim sen görmesen bile bu kelimelerin evrende kaybolmayacağı.

ben sözlükte olmasam bile, sözlük diye bir şey olmasa bile.. evrende baki kelimelerim.

bi gün bir ihtimal uzaya gidersen belki de boşluğunda görürsün kelimelerimi. biraz daha git onları bulursan, kılavuz olsunlar sana. camiden sağa sapıp manavı geçince kara delik var. ben de oradayım.

özleme ihtimalin yok biliyorum ama yine de bir uğra, vesile olduklarını gör diye değil ben seni görebileyim diye.

gene gel gene buyur..
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

NAZIM HiKMET
Aşk biter solar herşey...
Ne arkadaş kalırsın ne de dost
Bundan sonrasını karşılamaz hiçbir kavram
Bir boşluk....
Bir boşluk ki;
Hiçbir şekilde dolmayacağını ispatlar geçen zaman

Daha az konuşur insan
Daha az güler mesala?
O ana kadar,
Hiç tahmin edemeyeceğiniz kendiniz;
Görüverirsiniz karşınızda
Keşke'yle başlayan cumleler daha sık kullanılır
Pişmanlık değildir bu...
Sevgiliyle yaşanamayanların verdiği eksikliktir
Hele sizin yerinize başkası yaşıyorsa?

Arabesk bir hüzün kaplar benliği
Elle tutulur bir anı bulunmaz eskilerden
Kimseye soyleyemediğiniz düşünceleri
Yazarsınız bir parça kağıda
Her şey güzelken kalem tutmayan el
Şair kesilir birden...

Yazarsınız, durmadan anlatırsınız bir şeyler
Aşkı...sevgiyi...kavgayı...sevgiliyi
Yine de istediğiniz gibi bitmez dizeler
Sil baştan...yine olmaz...bulunmaz o son hece!
Yoktur ayrılığın kafiyesi.... *
ben seni uçurumun kenarından kurtardım.
yeniden, gerçekten sevmenin ne olduğunu tattın.
sen benden nefret etmiyorsun aslında.
uzun zaman sonra gerçek sevginin avuçlarından uçup gitmesinden dolayı pişmanlık duyuyorsun yalnızca.
kendine bahane yaratmak için bana nefretle yaklaşıyorsun.
bende her defasında eline haklı bir neden veriyorum.
artık senden beni azad etmeni beklemiyorum.
çünkü asıl azad edilmesi gereken sensin.