bugün

aynanın karşısında yüksek sesle tekrar edildiğinde, muhtemelen gayet tırt gelecek sözlerdir.
eski sevgili hırkam,

artık çok yaşlandın farkındasın değil mi? tamam, depresyon dönemlerimin ve karnıma kadar çektiğim dizlerimin, boş bakışlarımın vazgeçilmez bir parçasısın; ama belki de bu gizli buluşmalarımıza artık bir son vermeliyiz.

belki sana benden daha çok ihtiyaç duyan o küçük kızla, daha eğlenceli, daha kahkahalı bir iletişimin olur.. belki diyorum, o da benim kadar mutsuz bir kadınsa şu günlerde, alışıksın zaten bu ruhun grisi ne zaman ebru gibi yayılsa bedene, çıkarsın ortaya.. onunla da aynı şeyleri yaparsın..

eski sevgili hırkam,

lütfen kendini yalnız, mutsuz ve terkedilmiş hissetme. yalnız kalmaya ihtiyacım var, anlayış göster, seni üzerindeki tüylerden koli bandıyla ayıramayacak kadar yorgunum. artık, kolumu kaldırıp askıdan seni alacak, hep ters çevirerek çıkartıp kenara attığım için, tekrar düzüne çevirip giyecek takatim yok..

kış geldi ya, iyice uykuya daldım, yeni sevgili yorganımı kıskandığının farkındayım. ama gözümü kapatıp rüyaya daldığımda, yorganla, seninle şu güne kadar paylaştığım hiçbir içsel imgemi paylaşmıyorum. uyanmayayım diye, nöbet tutuyor yumuşacık.

oysa sen ne yaptın eski sevgili hırka?

ne zaman kırmızı burnum, gözüm, elimde rulo tuvalet kağıdım, üzerime seni geçirip duvarla gözlerimizi süzsek, iyice kararttın içimi, yordukça yordun beni. tüm ihtiyaçlarımdan kıskandın, ne zaman renkli eğlenceli bir hırkayla gelsem eve, ne zaman gülsem şöyle kahkahayla, suratını asıp köşeden bana bıdırdandın durdun. ben de karardım seninle..

hafta sonları, sana kahve yapıp ziyaretine geleceğime söz veriyorum. zaten yeni sevgili kadınınla uyumu yakaladığınızda beni aranızda görmek istemeyeceksiniz.

yine de sen toparlanıp, sarmalamayı tekrar hatırlayana kadar yanında olacağım..

artık uyanmak istiyorum, gülerek uyanmak.. tüylerini, kopan düğmelerini, bacaklarıma dolanan uzun boyunu... unutmak istiyorum, bana izin ver.

şimdi son kez gir koluma ve seni yeni kadınınla tanışmaya götüreyim.

sevgiyle ısıt..
(tarih atmaya gerek yok,
artık tüm zamanlar
birbirinin aynı çünkü...)

bu da ne ki? neden şimdi yazmak istedim ki sana? ve ne yazacaksam? kafamda hiçbir şey yok. ama yine de çok uzun yazacağımı sanıyorum... tek yapacağım şey; lacivert bir aygırı kar beyazı ovaya salıverir gibi lacivert kalemi ak kağıda koyuvermek! içgüdüleri ona yol gösterir elbet, yıllar boyu yüreklere kim yol gösterdi ki? yürekler, kalemler ve kurşunlar yolunu bilir.

dün gece mesajlaştık epeyce. içinde bulunduğun uçurumun kara yüzünü göremesem de sezdim. beynimle değil de kemiklerimle algıladım. kemiklerimin o hiç de tekin olmayan sızısıyla anladım... nemli bir sızı, hani meteoroloji bülteni ninelerin kemiklerindeki gibi "rutubetli" bir sızı; hiç de tekin olmayan, kahpe fırtınaları haber veren bir sızı... ki o fırtına eminim yaslı bir kokuyla esecektir. yaslı, nemli ve biraz da korkunç bir kokuyla... terkedilmiş evlerin bodrumlarının kokusu gibi... kasvetli, beklemekten ağırlaşmış, içindeki organik maddeler yüzünden hafifçe cesedi çağrıştıran bir koku... korkunç...
tıpkı açlıktan ölen bir bebeğin son nefesinin kokusu gibi; az önce burada olan, ama artık olmayan hayatın ürpertici veda kokusu...
senin yalnızlık uçurumundan yukarı esen (belki de son çıkışlarına son kez dört elle sarılan) o kesif rüzgarın kokusu böyle bir şeydi işte, hani kemiklerimi sızlatan... hani gecenin bir vaktinde ürküten beni... ve hani mesajlar bittikten sonra oturup da bu hüzünlü çığlıkların için ağlatan!...

dün geceki mesajlarından beri seni düşünüyorum. garip bir tedirginlikle...
çok da iyi kullanamadığın kelimelerle ifade etmeye çalıştığın ruh halini düşünüyorum. mesajlarının altındaki yazıyı, satır aralarını okumaya çalışıyorum.
öyle bir cümle yazdın ki, o kadar cümle içinde bir o cümle sarstı beni: "tüm insanların toplam yalnızlığını taşımak" gibi açımlanabilecek bir cümle... din gibi bir cümle... isa tüm insanların günahlarını gönüllü yüklenmişti ya, onu çağrıştırdı bana. sonra da tam çarmıha gerilmişken başını tanrıya kaldırıp hayatının ilk (ve de son) isyanını ya da sorgulamasını yaptı: "eloi!... eloi!... lama sabaktani? ! "
ahh, bu antik latince! asla tam olarak çevrilemez ama açımlanabilir: "baba! ... baba! ... neden beni bıraktın? ! " insanlığın tüm acılarını yüklenen isa bile isyanı bastı!... üstelik gönüllü yüklenmişti...
ama sen, tüm insanlığın yalnızlığına denk bir yalnızlık taşıyorsan (ve üstelik bunu hiç de gönüllü yüklememişsen) bu isa'dan daha dinsel bir mucize gibi geliyor bana... tüm mucizeler gibi korkunç ve lanetli!...

hâlâ neden yazdığımı ve ne yazacağımı bilmiyorum. bu yazıyı sana verip vermeyeceğimi de bilmiyorum. seni düşünerek bir şeyler yazmanın beni rahatlatacağını nereden çıkardığımı da bilmiyorum. dediğim gibi, garip bir tedirginlik bu...

"seni anlıyorum" geyiğine girmeyeceğim. sahtekarlık olur, çünkü bir bok anlamıyorum. ama seziyorum denilebilir. dolaylarında dolaşıyorum denilebilir. belki de çakalların leş kokusunu alması gibi acının kokusunu alıyorum da denilebilir. evet, acının o dehşetli kokusunu!...

neresinden kaçırdık ki hayatı biz? böyle istememiştik, neler oldu? çöldeki bir deve iskeletinin kaburgalarının arasından akıp giden o altın kum zerreleri gibi aktı gitti parmaklarımızın arasından hayat...
ince, uzun, kalın, güzel, kısa, çirkin, yaralı, tırnakları yenmiş, saz çalan, gitar çalan, sevgilinin dudaklarına dokunan; ama hayatı tutamayan o zavallı parmaklarımızın arasından aktı gitti hayat!... ey hayat! şavkı sularda bir dolunaydı; ama yoktuk biz aslında bu oyunda, o yüzden bizi yok saydı!...

insanların seni yanlış terazide tarttıklarını söyledin -yani yazdın-.
ne büyük bir hayal kırıklığı bu!... uçan balonu elinden kaçmış bir çocuğun alt dudağının bükülüşü bu! yıl boyunca dişi-tırnağıyla sürdüğü, ektiği tarlasını biçmeye gittiğinde tarlasının yakıldığını gören çiftçinin yere çöküp de nikotin sarısı bıyıklarını ısırması bu! bir telefonun ebedi sessizliğinin önünde sabırla ses beklemek bu! trajik!...

ne zaman bu kadar derinlere gömdün kendini? bu kimyası bellisiz ölü toprağını ne zaman serptin üstüne de kesik bir çınar kütüğü gibi çaresizliğe yattın? kimbilir kimlerin vurduğu kahpe hançerlerden akan masum kanına konup kalkan o yeşil sırtlı sineklerin rengi, ne zaman boyadı gözyaşlarını? ne oldu? deniz fenersiz bir gecede rota bulamayan bir koca kara tanker gibi ne zaman yittin yalnızlığın o yoğun sisinde; o tonlarca yürek yükünle hangi dalgalara yalpa vuruyorsun?

ahh, yalnızlığın kızıl gözlü şeytanı öptü seni değil mi? bir zamanlar öpmeye kıyamadığım o akdeniz kayığı dudaklarını o tüylü, pençeli yalnızlık emip de morarttı değil mi? o düş zamanlarında dokunmaya doyamadığım yayla göğsüne, uyumaya kanamadığım dağ omuzlarına olanca ağırlığıyla çöktü de oturdu değil mi? acıyor değil mi? onun dişlerindeki tedavi edilemeyen zehir senin savunmasız damarlarına bir kez girdi değil mi?
aşktan başka panzehir yok; ama aşk da çook eskimiş zamanlarda kalan -ve artık gerçekliğinden kuşku duyduğumuz- o eflâtun saçlı deniz kızları kadar uzak değil mi? acıyor değil mi? seni anlamıyorum ama o acıyı bilirim.

işte o acıyı bildiğim içindir ki, yeniden bakacağım o kaya karası gözlerine senin... yeniden dikkatle bakacağım. ve kavafis'in şiirinde olduğu gibi, hani savaş bittikten sonra meydanları dolaşıp da cesetlerin arasında -bulmamayı umarak- oğlunu arayan o ana gibi; savaş meydanı gözlerinde senin, -bulmamayı umarak- tükenişini arayacağım.
işte o acıyı bildiğim içindir ki, kıyılarına yaklaşıp uçurumlarına bakacağım senin!

artık kimsenin kimseye yararı olmaz, hepimiz kendi içimizdeki kör kuyulara düştük çünkü... hiç kimsenin ışığı da yok, ipi de!...
ama bazen dikkatli bir bakış bile, gözbebeklerinin gerisini görmeye çalışan bir bakış bile; küçücük de olsa bir yarayı onarabilir...

hani ortaçağda cüzzamlılar yalıtılıp mağaralara falan kapatılırmış ya, işte oradaki cüzzamlıların birbirine yardım etmesi gibi:
artık umut yoktur, yalnızca acının en kolay hali için çabalama vardır ya; işte öyle dokunacağım sana...!
dönmeni istemiyorum ama sensizlik canımı yakıyor.
eskimeseydin eskitmeseydin ya sevdicek.
gönderdiklerinle göndermediklerinin içerikleri tamamen farklıdır.kalbim baska söyler elin baska yazar.keşke hiç yazılmasa.
hani bi kere lcw ye gitmiştikte, senin small bedenine uygun tişörtü bulduğumu mağazada kalabalıkta bağırmıştım.
sende bunu kompleks yapıp ağzıma sıçmıştın. güdük oluşunun sebebi benmişim gibi.

2.5 senedir XXL bedene sahip bi sevgilim var artık.
çok mutluyum lan.
topuklu ayakkabı giymek te güzel bişeymiş ha.

hahaha 4 yıl oldu lan naaabbeerrr düdük

olum evleniyom lan.. kapak olsun.
boş mektuptur.
herkes birilerine birşey yazıyor. bir de eski sevgiliye yazılsın.
gittiğin gün içim acımıştı yutkunamamıştım filan. ama hayatın sadece senin etrafında dönmediğini gördüm. daha da dönmem sana *
benzemez kimse sana
"yeterince eskimemiş herhalde" cevabını hak eden söz dizisi.
bu başlığın altına 2 eski sevgilin yazma ihtimalini seviyorum.
(bkz: #6918764)
(bkz: ben bu yazıyı sana yazdım) *
(bkz: zaman kaybı)
benim için ölmüş gibi bile değil hiç olmamış gibisin.
(bkz: allah belanı versin)
pek muhterem eski sevgiliye;

hala mevzubahis olman ne kadar can sıkıcı biliyor musun? peki ya hala kütleleri peşinden sürüklediğinin ve bilumum kırık kalpleri onarma enstitülerinin harekete geçtiğinin farkında mısın? o değil de bi'kafa vardı bildin mi?

(bkz: eski sevgiliye kafam girsin)
Allah yolunu açık çarşını pazar etsin...
her mevsim içimden gelir geçersin, sen vefasız yolcu kalbim kalbim kalbim viran edersin.
seni hatırlamaya başlamam gerekecek ,bir başkası keşfetmeye başladığında seni, çoraplarının üzerinde bacaklarının birleştiği yeri..ve gülümsediğin anları. çok sonra göreceği düşlerin:ilk sahnelerini oluşturmaya başladığında biri.ve unutmam gerekecek seni, bir başkası hatırlamaya başladığında, bir başkası keşfetmeye başlarken seni *
kimse sen değil...
olmayacak da...
işte bu yüzden, şimdi bir yalanın koynuna giriyorum...**
(bkz: keşke)**
Sana olan bütün duygularım alıntıydı sevgilim, ben altına not düştüm sadece...
-bak yenisini buldum.
keşke canımı yakmana izin vericek kadar çok sevmeseydim seni.