bugün

Bir programda izlemiştim.Kadına sordular; dünyada çok çok az bulunan esrarengiz ve çok değerli bir bitkiyi bulmak için yola çıktın.Elinde yırtık bir harita var.Haritayı takip ediyorsun ve karsına kocaman bir dağ çıkıyor.Tekrar haritaya bakınca,haritanın buraya kadar olduğunu fark ediyorsun.Artık haritan olmadan o bitkiyi bulacaksın.O dağ hakkında ne düşünürsün?
Ben; dağa hayran kalacağımı ve eteklerine kadar çıkıp ateş yakıp uyuyacağımı, dolayısıyla kendimi güvende hissedeceğimi düşünmüştüm.
Dağ hakkındaki düşünceler baba hakkında düşüncelermiş bilinç altında.
Uzan lafın kısası (bkz: dağın yıkılması)
olayın gözünün önünde olması durumunda ne olay esnasında nede sonrasında ağlayamadığın durum.
öldüğünden bahsetmek, "bişey sorucam ama istersen cevap vermiyebilirsin, baban hakkında hiç bahsetmiyosun? neden?" gibi sorularla yüzyüze kalmanı sağlıcak, annenin başlardaki depresyondaki haliyle çocukluğunu geçirmek sonucunda ise sağlıksız insan denilen canlının ortaya çıkmasıdır babanın ölmesi olayı.
lakin aynı zamanda erken olgunlaşmayı, erken sorumluluk almayı gerektirdiğinden arkadaş çevrenizde yaşıtlarınızdan oluşmaz olur.
ve buna benzer bi sürü olayın ortaya çıkacağı durumdur kısacası.
kimsesiz yaşamayı öğrenmek tek başına mücadele etmektir.
söyleyemediklerinin boğazda dizilmesi, artık söylesen de anlamını yitirmesidir. isteyipte getirmediğin su, sorupta söylemediğin notların, merak edipte tanıştıramadığın erkek arkadaşın için pişmanlık duymaktır.
-babam nasıl abi?
-iyi gel evde bacım
-abi niye ağlıyoon abi ne oldu?
-...
-babam nerde abi?
-hastanede bacım..
-abi eve niye gidiyoruz oraya gidelim, niye orda? abi ne oldu?
-bacım içerde
-abi nerde babam?
-bacıımmm
-babamm nerde abii?
-hastanede bacımm
-aaabii abii abi..
-bacım kalk
-babaa
-bacım kalk.. bacımm
-abiii
-bacım içerde babam
-abi niye ağlıyosuun abii
-bacımm..
-kızım baban gitti erimm ahmedimm
-anneee.. abiii.. babaaammm nerdeee!!!
-...
-...

evde yoktun baba, hastanedeydin.. morg odasında.. ben babam orda üşür diye de ağladım, üşüdün mü baba, çok ağladım baba, yine ağladım baba.

inandığına, ilk kez asi olmayı yaşadığındır babanın ölümü.
gülmeyi unuttuğundur.
her gece mezarından aldığın toprağını öpüp gece yarısı da ağlayarak uyandığındır.
annenin her gün biraz daha çöküşünü, hüznünü, için için ölümünü izlemektir.
bitmeyen özlemdir.
hiçbir şey istemezdim, tek sen gelseydin diyip de asla gelmeyecek olandır.

baba seni çok özledim. annemle abim de özledi..
ambulans seslerinin bir saat dinlenmesidir üst kat komşunun evinden. engellemeye çalışan kolların arasından son kez moraran yüzünü, kasılan bacaklarını görmek ve korkarak ağlamaktır. hiç sahip olmadığını gidip gömmektir bir yerlere.
yıllar geçmesine rağmen hala alışılamayan, inanılamayan durumdur. mezarını ziyaret etmek istemezsiniz.ama her ağlamak ihtiyacı duyduğunuzda gideceğiniz tek yer babanın mezarıdır.
babanızın sesini her hatırlamaya çalışmanızda ve bir türlü hatırlıyamadığızın zaman, tekrar-tekrar ölümünü yasarsınız, ilk seferdeki gibi. onu her düşündüğünüzde veya baba lafını duyduğunuz her an yüreğiniz birkez daha parçalanır. babanız öldükten sonra hiç birsey eskisi gibi olmayacaktır artık, hayatınız sonsuza kadar değişmiştir. ona yeniden kavuşcağınız günü sabırsızlıkla beklersiniz.

yıllar geçer, ölümü kabullenirsiniz, unutursunuz onu biraz daha her geçen gün, tabi unuttuğunuzu sanarsınız. etrafınıza bakarsınız, sevdiklerinizi düşünürsünüz, hepsinin bir gün yok olacağını, karanlıkta...
bundan sonraki hayatında, bütün 1 ocaklardan nefret etmektir. akşamları başını yastığa koyunca onu görmektir. sokakta, evde, trende, beyoğlunda, beşiktaş vapur iskelesinde ve daha bir sürü yerde onu hatırlatan ne çok şey olduğunu görüp :biraz daha kalsaydın be babam demektir *. tam da rahata ermişken, sağlığında da hiçbir şey yokken birdebire herkesi, herşeyi, anneni, kardeşini, seni bırakıp gitmesidir.

velhasıl, herkesin başına allah en geçinden versindir.
korkuyla beklenen bir ihtimal; (bkz: #4286808)
zamanında çok kızdığınız bir tokatı bile özlemenize sebep olan acı hadise.
2002 mayıs ayı 17. gün. iki sene önce dünyanın en mutlu insanı olduğum günde iki yıl sonra neler yaşayacağımı nelerin değişeceğini sorsalar inanın aklıma gelmeyecek olaydı. geldi.
henüz çocuk yaştayken bu haberi tek başınıza karşılamak. daha doğrusu o yaşta bu ihtimalin farkına varmak. olmaması için içten içe yalvarmak. içten içe yalvarırken aslında korkulanın olduğunu ve az sonra haberdar olunacağını farkına varılması. çaresizliği en büyük haliyle hissetmeniz. çaresizliğin insanın içinde anlatılmaz bir hal aldığı o anlar. evet hepsini yaşadım.
6 yıl önce trafik kazası. etrafınızda kimsenin olmadığı kendinizi güvensiz hissettiğiniz bir anda hem de. anneniz ve kardeşinizin duyacağını düşündüğünüz anları yaşadım. koşmak istemek, hiçbirşey görmek istememek, duymak, konuşmak, avutulmak, istememek. sadece yalnız kalmak istemek. afallamak. yarını düşünemeyecek durumdayken yarını düşünmek.
onun hiçbir suçu olmamasına rağmen ona kızmak sizi yalnız bıraktığı için. yapayalnız kaldığınız için ve hayatınızın mahvolduğu için.
ilk şokun ertesindeki yalan ağlayışları görmeniz ve tabi sizin durumunuzun farkında olmayan hayatınız boyunca affetmeyeceğiniz gülen kahkaha atan insanları görmek. hiçbirşeye yaramayan avuntuları dinlemek. artık sen varsın denilmesini duymak. duyduklarından nefret etmek. kendinizi bulunduğunuz ortamdan atmak istemek. gittiğiniz yerdekileri görünce daha da yalnız kalmak. ağlayışları görmek istememeniz sonunda tek başına bir sandalyede bayılmanız ve hiçbirşey hatırlamamanız. ertesi sabah uyandığınızda içinizdeki o tarif edilmez duygu. ve yılların geçmesi hayatınızın ve beklentilerinizin baştan aşağı değişmesi hayal kuramamanız...
ve içinizdekileri sözlükte gördüğünüz bu başlığa yazmak istemeniz. hepsini yaşadım. hala da yaşıyorum hayalsiz isteksiz ve öylesine...
Üzerinden 8 yıl da geçse hala insanın ta içinde kanayan bir yaradır,yalnızlıktır,ezikliktir,kanatlarının tam da kökünden kırılmasıdır.
kendi hayatının kalan kısmında geldiğin konumu,başarını onunla paylaşamamak.
evleneceğin eşini tanıştıramamak,torunlarını kucağına verip,dedeliğin verdiği hazzı gözlerinde görememek.
hiç bir içki sofrasında onunla baba ve oğul tadında ki sohbetleri,zevki tadamamak.
yaşadığın,paylaştığın anları ve yaşamayı hayal ettiğin hiçbirşeyi yaşayamayacağını zorda olsa kabullenmek.
onunla gittiğin kadıköy'deki maçlara bir daha gitmek bile istememek.
kısaca,babanızın olmaması;başarılarınızın tüm dünyaya ispatlanmış olsa bile,tatminsiz kıldığı sahipsizlik durumu..
tarih kitaplarinin arasinda dergi okurken, sunun icin su kadar para lazimmis diyip cebindeki parayi alirken, okula gidiyorum diyip kahveye kacarken, sigara icmiyorum diyip ziftlenirken, "nerde kaldin?" dediginde, hep bir seyler uydururken, sinavlarin nasil gecti dediginde, ff de alsan "süper" derken ya da bunun gibi bir sürü seyde icim pek acimazdi. simdi cektigim her dumanli nefes, uyuya kalip okula gitmedigim her gün, aldigim her ff li ders icimi acitiyor. o eskisi gibi kanmiyor, eskisi gibi kanmis gibi davranmiyor, eskisi gibi sormuyor.. o hep beni izliyor.
türk kahvesi yapmayı unutmaktır bazen. köpüksüz oldu diye döktürdüğü o kahveyi artık hiç yapamaz ve birgün yapmayı unuttuğunuzu fark edersiniz.

zamanla kabuk bağlasa bile kabuğu iyleşmeyen bir yaradır.
ne hafta sonunları anneye ve kızkardeşe hazırlanan kahvaltının, ne kahvaltı faslından sonra sofrada yapılan muhabbetlerin, ne de karşılıklı kahveler içilerek büyük bir zevkle oynanan tavlanın tadı kalmıştır. içilen biralar bile zevk vermez insana. anneden gizli demlenerek, babayla tokuşturulan rakı kadehinin bile anlamı yoktur artık. herşey renk değiştirir o an. herşey siyahın en zifiri haline bir adım daha atar. ve herşeyler kendilerini artık hiçbişeylere bırakırlar yavaş yavaş.keşkeler dahada fazlalaşır yaşamlarımızda.ama artık çok geçtir.
"baba, gözaltlarındaki torbalarda yorgunluk biriktiren kederli göçmenidir evimizin. Bir an gelir, gözaltlarındaki torbaların bağcığını gözlerinin feriyle bağlayamaz olur artık. O iki bağcık da, hiç ummadığımız bir vakitte, hiç ummadığımız bir yerde çözülüverir. Çözülüverir ve babamız, bizden sakladığı bütün yorgunluklarını orta yerde bırakıp, kederli yüzünü terk eder. Biliyor musunuz? Babamız bir gün gerçekten ölür!"

ali ayçil
boşluğa düşmektir. baba konusu açıldığı yerden kaçmak istemek ama olduğu yere çakılıp kalmaktır bazen. başını kuma gömmek istemektir. güçlü görünmeye çalışmaktır. hayatın, anlamını yitirmesidir. ailenin geri kalanını da yitirme korkusuyla yaşamaktır...
tanrının -ya da doğanın ya da tıbbın- size en büyük lütuflarından birisidir babanın ölmemesi. sakin ve dingin hayatınızın ortasına koca bir taş atılır, hiç hazır olmadığınız kapkara bir ihtimal gelir bir kabus gibi hayatınıza çöker bir telefonla. oysa sanırsınız ki hiç o gün gelmeyecek, hiç o ihtimal kapınızı çalmayacak; siz o aksi adamla kavga döğüş yüz yıl bin yıl geçireceksiniz. iyi günde ve kötü günde o hep başınızda olacak.

ama işte bir haber, bir telefon bütün o sırça sarayınızı sallar, şımarık bir çocuk gibi şikayet ettiğiniz o kolların sizi bırakıvereceğini, o ayrılık gününün geldiğini anlarsınız.

o gidecek, toprağın 3 metre altına ellerinizle indireceksiniz ve o, o akşam eve geri gelmeyecek. bir sonraki akşam da, ondan sonraki akşam da, 10 yıl sonraki akşam da... ister inan ister inanma, o gelmeyecek artık....

diye düşünürsün yoğun bakım ünitesinin kapısında 2 hafta boyunca. bir tek iyi haber için doktorun kapılarında beklersin, bayramlarda bir "alo"yu çok gördüğün o yaşlı adam için. yeminler ve "hele bir"ler, "asla"lar içerden kafatasının duvarlarına çarpar durur.

doğa acımasızdır belki, ama bazen de merhametlidir. sana verebileceği en güzel hediyelerden birini, o insanın yaşamını geri verir. 2 hafta boyunca gördüğün, yüzü örtülü ve bir daha geri dönmeyecek kimi insanları taşıyan o sedyelerden birinin ardına düşmek için henüz erken olduğuna karar verilmiştir. o 2 hafta boyunca başka insanlardan, gözünün önünde çaresizlikten eriyen insanlardan esirgemediği kabusu senden esirgemiştir ve sen yaşamını, çocukluğunu, ergenliğini, liseni, üniversiteni borçlu olduğun, seni ve kardeşlerini okutmak için çalıştığı işinden çıkar çıkmaz ekmek arası yemeğiyle ek işine koşturan o adamın gönlünü etmek ve ona olan borcunu ödemek için bir şans daha bulmuşsundur.

şimdi tutun ona, dön 6 yaşındaki günlerine, onunla çay iç, sohbet et, yoldaki torunun adını koymak için isim sor. unutma, şimdi seni ıskalayan acı çok yakında ya da belki biraz daha uzak bir zamanda ıskalamayacak. mümkünse onun yanınızda olduğu her dakikanın, saatin, günün tadını çıkarın.

bu başlıktaki bir entri herşeyi özetlemiş zaten:

her erkeğin ölümü, babasının ölümüyle başlar.
insanın yaşayabileceği en büyük acılardandır. allah herkese gecinden versin ama babanın ölmesi, bir erkeğin erkek olmasındaki en büyük etkenlerdir. çünkü baba durdukça her zaman için sığınacağınız bir limanınız vardır. ne kadar uzak olursa olsun onun varlığı bir şekilde size destek olur. ama ne zaman baba gider o zaman hayata kendi tırnaklarınız ile tutunmanız gerektiğinin farkına varırsınız. isteseniz de istemeseniz de.

çok klaşe bir geyik olacak ama hazır fırsatınız varken babanızla sevginizi paylaşın. sonrası çok ama çok geç olur. bir de ufak bir ayrıntı , bu ülkede çoğunlukla ilk giden babalardır...
36 yıl olmuş bugün.
dört de üzerine ekle bana çıkar...
Haklıymış cemal süreya "her ölüm erken ölümdür" derken...
Giden için de, kalan içinde. Hele ki giden baban, piç gibi kalan sen isen henüz dördünde!
kara şubatın dokuzunda, doğum gününde bıraktın beni.
özledim yedi gündür kokunu, seslenişini, gülen yüzünü. kabullenemedim daha tek oğlunu/arkadaşını bıraktığını. yine iş için gitmişsinde, munzurluğun tutmuş gibi. babam ! yegane dostum ! munzurluğun sırası değil. bu öyle bir şaka ki kaldıramam. diğer yaptığın şakaların yanından bile geçmiyor. bu çok daha ağır ve acı verici.
telefonun ve son paket sigaran bende olmasa yemin billah bu kadar gerçekçi olamazdın. hadi çık artık saklandığın yerden. bak, söyleyemediğim kelimeler ve göz yaşları doldurdu vucudumu. "ben geldim,nasıl yedin zokayı" de. lütfen...
ölen ile nasıl ölündüğünü yaşarken yaşatma bana.
gözlerime bak. o tek oğlunun, arkadaşının nasıl çöktüğüne bak ve seni ne kadar çok sevdiğine şahit ol.

artık iki kişiye çok büyük o çok sevdiğin/sevdiğimiz bahçeli ev. hem zaten sen olmadıktan sonra ne anlamı var ki her şeyin. mangalın başında beraber durmadıktan sonra, bize musallat olan kedileri bahçe boyu kovalamadıktan sonra. inan, baharda açacak çiçeklerin sensiz meyve verecek ağaçların bile anlamı yok. yeşilden öte karanlık artık her şey. haftasonu evde kalmayıp haftaiçi geldiğimde "otel mi lan burası?" diye takılacak kimse olmaması bile acı verici. bak antalya'ya da yenildik kızdırmadın bile..
ha bir de "nazım hikmet'in resmi yerine benim fotoğrafımı as o duvara" demiştin ya. artık senin fotoğrafın var o duvarda. ama inan o fotoğraf senin kadar sıcak değil..
söyleyemediğim kelimeler ve göz yaşlarım hala vucudumda gezinmekte. sana dair anlatacağım o kadar çok şey var ki.. ama bu kazık kadar oğlun/arkadaşın iki cümleyi bir araya getiremiyor yokluğunda. doğum gününde yaptığın bu şakaya anlam veremiyor daha.artık tek duam sonsuz yaşamda, ahirette birlikte olmamız için.

babam, dostum, arkadaşım, canım, her şeyim..
hakikaten hayatta ben en çok seni sevdim...
bugün 7 yıl olmuş. hala kapı çaldığında baba diye irkiliyorum. işten gelme saatin diye. ağlayamıyorum. göz yaşlarım gözlerime ağır geliyor, içime damlıyor.

seni o çok sevdiğin türk sanat müziğiyle anayım dedim, makberi açmışım...hay a.k dedim dinlemeye başladım... Hamiyet Yüceses de bir söylüyor ki; 7 dakika. dinle dinle bitmiyor. 7 dakika değil 70 dakika sanki. zor kapadım. zaten kötüyüm, seni başka şarkılarla anayım bari dedim. kadına bu kadar uzun söylediği için küfür ettim. sonra bir tövbe çekip kendime güldüm. anlayacağın senin bıraktığın miras hala sağlam.. gülümsemek... en acı durumlarda bile gülümseyebilmek...

bayram gününde ölüp herkesin tatilde olmasını fırsat bilip gelmesiyle mahallede ufak çaplı bir celebrity ölümü havası yarattığın için olsun, bugün kar yağıyor olsa da 7 sene önce havanın sıcacık olmasında ötürü olsun, arkada bir sürü seven insan bıraktığın için olsun... Garip bir şekilde kıskandırıyor bile beni.

ama öyle veya böyle her şekilde yaralıyor yokluğun. özlüyorum. daha çok özlüyorum.
acının ne olduğunu o an idrak edemezsiniz. ayrıca dik durmak zorundasınızdır. anneniz vardır çünkü. daha fazla üzülmemelidir. herşeyini kaybetmiş bir insanın daha fazla üzülmesini sağlayacak bir lüksünüz yoktur.
zaman geçer biraz daha alıştığınızı zannedersiniz. oysa ki yalandır. göründüğünüz gibi değilsinizdir aslında. herşey tek başınıza kaldığınız anlar başlar. ya da sarılıp giden bir baba-oğulu gördüğünüzde...bir filmde geçen 'aslan oğlum benim!' sözü hiç kimseye dokunmadığı kadar size dokunur. gözleriniz dolar...kaçarsınız oradan.artık yoktur çünkü...yıllar geçmiştir ama aslında sizin için zaman o an durmuştur. kollarınızda sessiz kaldığı zaman...bir damla bile göz yaşı akıtamadığınız o zamana inat şimdi yüzünüzü yastığa kapatırsınız.
neden? niye böyle oldu? hani herşeyi toparlayıp yeniden başlayacaktık? bu acele gidiş niye? olmadı baba...burda bitmemeliydi bu hikaye...ben sırtımı hala sana yaslıyorum. gücümü hala senden alıyorum. çünkü ben senin oğlunum ve bununla gurur duyuyorum...