bugün

sürekli emma yani mam-ı diğer (bkz: madam bovary) ile karşılaştırılır.(ki evet az sonra ta kendisi bir daha yapılacak)
emma kocasından başka herkese aşık olur.ya da öyle olduğunu zanneder.ya da olmak ister..
anna kitabın başından sonuna kadar tek bir adam için çırpınır.
emma kendi çocuğundan nefret edebilen bir anne profili çizerken,annanın ikilemlerinin çoğu çocuğuna olan büyük sevgisinden kaynaklanır.
emma arsenik içerek kendini zehirler,anna ise (bkz: vronski) ile tanışmasına vesile olan tren istasyonuna gider ve (bkz: tolstoy)'un harika anlatımıyla ölümünü gerçekleştirir..
velhasıl anna karenina her şeyi ile hayran olunası bir hatundur,emma ise acınası.
Aynı zamanda film. Bir çok uyarlamalarından biri olan 1928 tarihli film "Love" adıyla çekilmiş ve bu yapımı Edmond Goulding yönetirken Greta Garbo ve john Gilbert rol almıştı. daha sonra 1935 tarihli bir uyarlaması daha yapıldı ve bu sefer eserin aslına uygun olarak "Anna karenina" adıyla çekildi. Bu yeni çevrimde de Anna'yı bir kez daha Greta Garbo oynarken bu sefer kendisine Fredric March eşlik etmişti. izlenmeye değer olsa da romanla karşılaştırmamakta fayda var.

"Anna Karenina" bilindiği gibi çarlık rusyası döneminde bir mutsuz, diğeri mutlu biten iki aşk öyküsünü anlatıyor. Yüksek düzeyde zengin bir bürokratla evli olan Anna Karenina, genç ve yakışıklı subay Vronski ile gönül ilişkisine girer.

Bu arada, ortak tanıdıkları konstantin Levin, Kiti'ye aşık olmıştur. Anna ve Vronski aşkı, bir evliliği yıkarken, Levin ve Kiti'nin aşkı, bir başka evliliği yaratacaktır.

Romanda önemli bir ağırlığı olan levin karakteri, filmde epeyce silik kalmış ve Anna karenina - Vronski aşkı öne çıkarılmıştır. 1967 yılında Alexander Sarchi'nin yaptığı uyarlama daha başarılı olarak kabul edilir.

Yönetmen: Clarence Brown
Senaryo : Clemence Dane, Salka viertel
Görüntü : William Daniels
Müzik : Herbert Stothart
Oyuncular : Greta Garbo, Fredric March, Basil Rathbone

1935 ABD Yapımı, 95 dakika
Tolstoy'un toplumun iki yüzlü ahlak anlayışını eleştirdiği büyük romanı. Daha sonra filmleri yapılmış ancak kitabı okuyanlar için bu filmlerin tümü de düş kırıklığı olmuştur.
halk eğitim merkezinin kütüphanesinden aşırdığım, sonra da iş arkadaşımın benden yediği kalııııın kitap.
portecho nun harika parçalarından biridir.**
muhteşem yazar tolstoyun harika kitabıdır.yazar sık sık ruh tahlillerine yer verir.kitaptaki karakterlerin hepsi özenle betimlenmiştir.ana olay sıradan olsada dönemin siyasi ve sosyal yapısı başarıyla yansıtılır.kitabın film versiyonuda oldukça başarılıdır.buna rağmen tolstoyun kitapları filme tamamen yansıtılamaz.bu yüzden filmi izlemeden önce kitabı okumak şarttır.
ne yaptığını bilemeyen, kararsızlıkla kendi canına kıymayı öç alma olarak gören bir kadını ve dönemin rus toplumunu anlatan harika bir yapıttır.
--spoiler

kanımca, 'savaş ve barış' da dahil olmak üzere, leo tolstoy'un ve dünya yazınının en mükemmel birkaç romanından biri, belkide birincisidir. hem rus toplumunun değişik sınıf ve kesitlerine ilişkin yaşam biçimleri, hem de bu sınıflara dahil olan erkek ve kadın kahramanlar, olağanüstü bir tahlil ve betimleme gücüyle anlatılmış, aşkı uğruna, toplumdan soyutlanmayı, çocuklarını yitirmeyi göze almış tutkulu bir kadının, doğal olarak, aynı yoğunlukta bir tutku ve özveriyi sevgilisinde göremeyince uğradığı ve intiharla neticelenen hayalkırıklığı müthiş bir sürükleyicilikle işlenmiştir.
(bkz: içim nefret dolu öcümü alacağım)
kısaca özetleyeyim:

üniversitede iken okudum bu romanı. bir hayli geç bir vakitte okudum, farkındayım. ama böyle olmasının da iyi olduğu kanısındayım. artık düşünceleri oturmuş bir noktadan sonra okuyunca üzerinizde oluşturduğu etki son derece faydalı oluyor çünkü.

romanı okurken bir kaç kez attım elimden kitabı. yok daha fazla okuyamayacağım diye. çünkü öylesi sinirlenmiştim ki nefes alırken zorlandığımı fark ediyordum.

anna karenina'nın o meşhur gülümsemesini okuduğum an anlamıştım gelişmelerin hangi boyuta gittiğini. bir aşkın başlamasının bir gülümseme ve kaçamak bakışlarda gizli olduğunu orada fark edivermiştim.

için için kızmaktaydım anna ve vronski'ye. karşısındakini dişiliği ile etkilemekte son derece mahir olan anna, vronski üzerinde bu kabiliyetini tatbik etmesiyle sürecin baş sorumlusu oldu gözümde. tabi evli bir kadına kur yapmakta hiç bir beis görmeyen vronski ile beraber.

bir genç kızı* hayallerinin yıkıntısı arasında bırakarak anna'nın peşinden giderken vronski, ne denli hiddetlendiğimi anlatmam mümkün değil. yasak aşkın çekiciliği peşinde anna ve vronski kendi sonlarını hazırlıyorlardı. durdurmak istiyordum onları: "bu yolun sonu hayır değil" demek istiyordum onlara.* kollarından çekip durdurmak istedim hayal dünyamda. işte bu nokta kitabı elimden fırlattığım noktalardan biriydi. en azından sonunu kendi zihnimde yazayım, romanı zihnimde arzu ettiğim şekilde sürdürüp sonlandırayım diye. yapamadım haliyle ve kitabı yeniden aldım ellerime.

arada yaşanan bir çok olay sonucu olan olmuştu artık. anna ve vronski sevgili olmuşlar, yasak aşkın kollarında sahte bir mutluluk içinde yaşamaya çalışıyorlardı. ve ben artık onların düşmanı olmuştum romanın bu aşamalarında. sadakat denilen o ulvi duyguyu, her türlü düşünceden sıyrılıp kirletişlerine şahit olmak zoruma gidiyordu çünkü.

çocuğunu dahi geride bırakacak kadar şehvetin kollarına düşen bir kadına insanmış gözüyle bakamadım o andan sonra bir daha. doğru anlarda yaşanması durumunda dünyanın en yüce duygularından bir olan aşk, bu kimselerin elinde olabildiğince aşağılık bir hal alıyordu gözlerimde.

bu kısımdaki düşüncelerimi saatlerce yazabilirim daha ancak romanı okuyan herkes zaten bunları fark edecektir, etmiştir. o nedenle artık neden bu denli kızdığıma farklı örnekler vereyim.

tamam kocanı ve çocuğunu sattın, hem de en aşağılık biçimde. ya da nişanlını sorumsuzca bırakıp gittin arkana bakmaksızın. kabul etmediğim, adına aşk denilmeyecek bir duygu yaşadınız. gerçekten bir aşk olsa, yaşadıkları herşeye ve herkese rağmen, o duygunun saflığı adına mücadele edilir belki. ama cinselliğin de bu olaya bulaştırılması aslında herşeyin sadece şehvetten ibaret olduğunu gösteriyor. işte şehvetlerini aşk kisvesi adı altında yaşamaları hiddetlendirdi beni.

ya da bir başka örnek. sözüm ona bir zamanlar ahlak ve yüce gönüllülük timsali olarak görülen anna, sadece aşkını yaşamak peşinde filan da değil. hala sosyetenin içinde olmaya çalışıyor, hala kendini ahlaklı vs... yüce duyguların temsilcisi olarak göstermeye çalışıyor. terk et sosyete yaşamını, elit kesimle ilişki içinde olmaya ve onlardan biri olma mücadelesinden vazgeç. aşık ol fakir bir adama. ama hayır. sosyete içinden çıkmak yok, gerçekten sadece aşkını yaşama adına fedakarlık yok. o halde ne var.

ben bir erkek uğruna kocamı da çocuğumu da bırakır giderim. ama aynı şehirde, aynı sosyete içinde, aynı konumumda da yaşamak isterim. yoooooo işte bu ikiyüzlülüğün ağa babası. karaktersizliğin en bi vücut bulmuş hali.

anlayacağınız; ortadaki cümle rezilliğe rağmen hala bu kadının kendini iyi ve önemli görmesi canımı inanılmaz derecede sıkıyordu.****defooooooool diye bağırdım içimden ona defalarca. bu arada yaşadıkları çevrenin en az anna kadar suçlu olan vronski'ye, anna kadar tepki göstermeyişi de ayrıca yaradır zihnimde.

daha bir sürü detay sonucunda anna ve vronski'nin aşkları flulaşır ve bu süreç sonunda anna kendini trenin altına atarak intihar eder. gözlerim vronski'yi de arar o garda, bir trenin tekerlekleri altında. onunda atalarımızla yaptığı savaşta acılar içinde öldürüldüğünü düşünmek ferahlatıyor yüreğimi.

velhasılı kelam: kitabın sonunun son derece acıklı olduğunu söyleyen bir dostuma kitabı bitirir bitirmez söylediğim ilk şey şu olmuştu. "hala yaşıyor olsalar aynı şekilde ölmeleri için duacı olurdum."

bu arada aslen anna karenina romanı sadece bu yasak aşkı anlatmaz. hemen hemen onun kadar levin'in hikayesini de anlatır. sanki anna ve vronski'ye daha fazla kızılması için son derece onurlu bir kişinin hikayesini de anlatır. levin kitty ilişkisi görmek istediklerinizi gösterir size anna vronski ilişkisine inat.

bu tür yorumlarla olmaz, kitabın tamamını okuyun derim. o atmosferi bütün detaylarıyla tolstoy'un dilinden dinleyin.**

en son olarak, sonuçta bu bir kurgu. kendimi bu sanal kurgu içinde kaybetmedim yani. yaşadığımız toplumda gram değer görmeyi haketmeyen insanlarla özdeşleştirdim anna'yı. tepkim de onlaraydı. bbg lerdekilerle, popstar lardakilerle yahut sesi olmadığı halde iri memelerinden dolayı ses sanatkarı ünvanı verilenlerle özdeşleştirdiğim için tepkiliydim anna'ya. bu yüzden üniversite yıllarında okumuş olmayı şans addettim.

bir sözde sana lev nikolayeviç tolstoy: ben benden daha zeki insanları çok ta sevmem.* bu iyi bir şey değil bunu da gayet iyi bilirim.*ama tebrik ediyorum seni. bir kurgu ancak bu kadar muhteşem kurulur.
mutlu bir aileyi nasıl kuracağımız öğrenmek için okunması gerekli bir baş yapıt.
kitabı okurken, karısı doğuran bir adamın neler hissettiğini anlarsınız, doğuran bir kadının neler hissettiğini anlarsınız, intihar eden bir kadının neler hissettiğini; o aşamaya nasıl geldiğini anlarsınız. kısacası, cinsiyet, yaş farketmeden, çeşit çeşit insandan insana dolaşırsınız. hayata kattıkları derseniz; insanları tanırsınız...
tolstoy un en sevdiğim kitabı; arada bakılır belirli yerleri hatırlamak için, filmi de ayrı güzeldir.*
Tolstoy'un Rusya'da aileyi, aşkı en iyi yansıttığı, akıcı bir romanı.
(bkz: annakarenin)
(bkz: bihter ziyagil)
(bkz: emma bovary)
iki cilt olup, okumaya başladığım fakat son 200 sayfa kalmasına rağmen sıkılıp bıraktığım romandır. fakat güzeldir. *
okumak istiyorum. ama henüz değil. üşeniyorum. acaba hata mı ediyorum?
üşeniyorum öyleyse yarın.
vronskiy'nin kişiliksiz olduğunu anladığın, yakışıklılık değil karakterin önemini levin'in varlığı ile duyumsadığın, kiti'yi çok toy, anne karanina'yı da umutsuz bulduğun tolstoy şahaseridir. vronskiy gibi biri için mi intihar etti yoksa mutlu olamadığı ona yaşatılan hayatı için mi bir başkaldırıydı, diye düşünülen özel eserdir. annalar ölmesin, levinler üzülmesin.
Rusların kendi ülkelerini ve dönemin aristokratlarını en doğru yanlarıyla yansıtan bir romandır.

Romanın ana teması her şeyden önce Rus ailesidir. Tolstoy, dürüst bir evliliğin açık mutluluğuyla evlilik dışı bir aşkın yol açtığı düş kırıklıklarını ve düşüşleri karşılaştırmaktadır. Anna Karenina, dönemin üst kademedeki bir memurunun karısıdır. Onu, hovarda Vronski ile kurduğu ilişkide hazin bir son beklemektedir. Bunun karşısında Kiti ve Levin'in arasındaki sağlam temellere dayalı aşk, Anna Karenina'nın kendini beğenmişliğini ve temsil ettiği aristokrasinin köksüzlüğünü ortaya koymaktadır.

Rus halkının Napolyon ile yaptığı harbin anlatıldığı Savaş ve Barış'ın yazarı Tolstoy'un Anna Karenina'sı, yazarın aile hayatındaki huzur getirmeyen zevklerinden usandığı ve inançsızlığın kıskacına düştüğü zamanların ürünü olarak görebiliriz.

Ayrıca yazar kitabı 1876-1877 yılları arasında kaleme almış bulunmaktadır.
ilk başta korkup okumadığım ama sonra okuduğum güzel roman. romanın en sonunda türkiye-sırbistan savaşı oluyor.
yeniden okumaya başladığım kitap; ilkesi de vardır:
(bkz: anna karenina ilkesi)
okunacaksa sade ve sadece iletişim yayınları baskısı olan okunmalıdır. üzerinde lev tolstoy yazan. çok güçlü bir kadın karakter anlatılmıştır. bi bakış açısıyla hürrem diyebiliriz.
'' insanin kendi gereksinimleri icin degil de tanri icin yasamasi gerek... ama hangi tanri icin? fyodor'un söylediklerinden daha sacma birsey söylenebilir mi? insanin kendi gereksinimleri icin yasamamasi gerektigini söylüyor; yani bizim anladigimiz, bizim ilgimizi ceken, istedigimiz seyler icin degil de; anlamadigimiz, kimsenin ne tanimlayabildigi, ne de anlayabildigi bir tanri icin yasamamiz gerek diyor. ee, ne var, fyodor'un bu sacma sözlerini hic mi anlamadim? anladim da dogru oldugundan mi kuskulandim? onlari budalaca, anlamsiz, belirsiz mi buldum? ''

tanım: zamanın soğuk rusyasında gelişen, bizans işi alengirli bir aşk hikayesinden çok daha ötedir anna karenina.

(bkz: levin)