bugün
- babayla karşılıklı sigara içmek8
- hala akpli olabilmek8
- volkan konak16
- cok eski bir ulu yazari11
- sözlüğe yeni kadın yazar gelmemesi16
- saçlarını kısacık kestiren kadın11
- geceye bir şarkı bırak9
- tayyip bey9
- en son ne yediniz11
- true yu evlendiremiyoruz14
- ne kadar çok yol açarsanız trafik o kadar sıkışır8
- ekrem imamoğlu'nun babasının ettiği beddua21
- ona bir şey hatırlat9
- nasıl bir kız istersiniz15
- ramazan bayramı24
- başka gezegenlerde de insanlar var mıdır8
- plak satmak10
- bayramınız kutlu olsun sayın yazarlar9
- bergamot tadını en iyi veren çay8
- kola cips yememek8
- küresel ıkınma14
- geldi yine deli9
- bir kızın prime dönemi16
- 29 mart 2025 beşiktaş galatasaray maçı31
- nervio'nun bayramlık cicileri8
- aykolik bugün nereyi gezdi sorunsalı8
- el opucek yastaki yazarlar9
- gençlerin neyi protesto ettiğini bilmemesi16
- hızlı konuşan kız14
- sözlük yazarlarının üye olduğu siyasi parti9
- cehape felakettir12
- first date9
- sahurdayız uludağ sözlük13
- sahne teklifi almak8
- ümit özdağ'ın açlık grevine başlaması17
- teketekte solcu mu alır sağcı mı23
- çirkinlere tavsiyeler8
- 29 mart 2025 imamoğlu'na özgürlük mitingi21
- osimhen ve penaltıdan gollll gese 3 2 kazandı12
- domdom usa9
- özgür özel'in ingiliz bbc'ye resmen ağlaması19
- true'nun karı çıkması8
- bir milyon kişi saraya yürüyelim14
- erkek depresyonu10
- ahmet beyin beyaz bareti10
- true'nun siki için yas tutuyoruz12
- çiçek uzatılan polisin boşanma aşamasına gelmesi22
- chpli kardeşlerim sizle bir sorunum yok12
- kapitalistlerin din kuracak kadar zengin olması8
- first date kombini12
'sebepsiz bu dünyaya gelemezdim'
o, benim arayışımı biliyor, çaresizliğimi ve savaşımı da
görüyordu. "o var!" dedim kendi kendime ve bunu kabul
etmem yetti. o anda yaşam içimde kıpırdandı ve ben varlığın
imkânını, sevincini hissettim. ancak kısa bir an sonra,
allah'ın varlığını kabullenmek düşüncesinden ona olan ilgiyi
aramaya geçtim. karşımda yine üç değişik kılıkta kurtarıcı
oğlunu bize gönderen yaratıcımız, allah vardı. bu dünyadan
ve benden kopmuş olan allah, bir buz parçası gibi gözlerimin
önünde eriyip gitti ve sonunda yine bir hiçlik kaldı. yaşam
pınarının yine kuruduğunu hissettim. beni yine kuşku
ve o kötü duygu sardı: kendimi öldürmekten başka çıkar yol
olmadığı duygusu. fakat en kötüsü, bunu becerecek durumda
olmadığımı hissediyor olmamdı.
çok iyi hatırlıyorum, bahardı ve ormanda yalnızdım.
ormanın sesine kulak vermiştim. dinliyor ve tek bir şeyi düşünüyordum.
zaten son üç yılda hep o tek ve aynı şeyi düşünmüştüm.
yine allah'ı arıyordum.
"pekâlâ, allah yok!" dedim kendi kendime. benim hayal
gücümün ürünü olmayıp da gerçek olan, yani hayatım gibi
gerçek biri yok. yok böyle biri ve hiçbir şey, hiçbir mucize
böyle bir şeyi ispatlayamaz. çünkü, mucizeler benim hayal
gücümün ürünleri ve üstelik de mantığa aykırı. "ya benim
aradığım yaratıcı kavramı? peki bu kavram nereden geliyor?"
diye sordum kendi kendime. bu düşünceyle birlikte
içimde yaşama sevinci dalgalanmaya başladı. çevremdeki
her şey yaşam gücü ve anlam kazandı. fakat sevincim yine
uzun sürmedi. akıl işlemeye devam ediyordu: bir yandan
"allah tasavvuru allah değildir!" diyordum kendi kendime.
sonra da "tasavvur, benim içimde cereyan eden bir şeydir.
yaratıcı tasavvuru benim içimde uyandırıp uyandıramadığım
bir şey. ben onsuz hayatın olmayacağı bir şeyi arıyorum."
diyordum. şimdi içimdeki ve çevremdeki her şey yine
ölüyordu ve ben yine kendimi öldürmek istiyordum.
sonunda kendimi inceledim ve içimde neler oluyor diye
kendime baktım. ölmeye ve dirilmeye dair yüzlerce olay hatırladım.
gördüm ki, ben yalnızca allah'a inandığımda yaşıyordum.
allah'ı düşünmem yetiyordu, o zaman hemen diriliyordum.
o'nu unuttuğum, o'na inanmadığım zamanlarda
ise, yaşam da yok oluyordu. yaşamın bu diriliş ve ölümleri
neydi? allah'ın varlığına inancı kaybettiğimde, sanki yaşamla
ilgili bağlarım da kopuyordu. allah'ı bulmak konusunda
az da olsa umudum olmasa, yaşamıma çoktan son verirdim.
fakat yaşıyordum. o'nu hissettiğim ve o'nu aradığım zaman
yaşıyordum. öyleyse, o vardır. o, o'nsuz yaşanmayan
şeydir. allah'ı bilmek ve yaşamak, bir ve aynı şeydir. allah
yaşamdır. allah'ı arayarak yaşadığın takdirde, yaşam allah'sız
olmaz."
eskisinden çok daha güçlü bir şekilde içimdeki ve çevremdeki
her şey ışıldadı ve bu ışık yaşantımda beni bir daha
hiç terk etmedi. böylece intihardan kurtuldum, içimdeki bu
değişimin ne zaman ve nasıl gerçekleştiğini dile getiremez-
tolstoy
dim. nasıl içimdeki yaşama gücü farkına varmadan yavaş
yavaş yok olmuş ve yaşamanın imkânsızlığının, durgunluğunun
ve intiharın gerekliliğin farkına varmışsam, aynı şekilde
yaşama gücü yavaş yavaş içime geri dönmüştü. bana
geri dönen bu yaşam gücü yeni değil, yaşamımın ilk günlerinde
bana eşlik eden en eski güçtü. her bakımdan en eskiye,
çocukluk ve gençlik yıllarımın görüşüne, yani beni meydana
getiren ve benden bir şeyler isteyen iradeye inanmaya
geri dönmüştüm. yaşamımın tek ve başlıca amacının daha
iyi bir insan ve bir iradeyle büyük bir uyum içinde olmak olduğu
düşüncesine dönmüştüm. bu iradenin ifadesini, benden
saklı duran ve uzak bir geçmişte bütün insanlığı kendi
düsturu hâline getiren şeyde bulacağım düşüncesine dönmüştüm.
yani kısacası, allah'a inanmaya, ahlâkî bir mükemmelleşmeye
ve yaşamın anlamını bahşeden geleneğe dönmüştüm.
yalnız bir şey farklıydı: o zaman bütün bunları bilinçsizce
kabulleniyordum; şimdi ise artık bu olmadan yaşayamayacağımın
farkındaydım.
başımdan geçenleri şöyle ifade edebilirim: ne zamandı
bilmiyorum; neresi olduğunu bilmediğim bir sahilde beni bir
kayığa oturttular ve sonra kayığı karşı kıyıya yönelttiler. kürekleri
elime verip beni yalnız bıraktılar. küreklerle elimden
geldiği kadar uğraştım ve ilerledim. ancak ben açıldıkça beni
o bilmediğim yere götüren akıntı da şiddetleniyordu.
ulaşmam gereken hedeften farkında olmadan uzaklaşıyordum.
etrafımda benim gibi akıntıya kapılan bir çok kürekçinin
olduğunu gördüm. bazıları durmadan kürek çekmeye
devam ederken, bazıları küreklerini çoktan fırlatıp atmıştı.
koca kayıklar, dev gibi gemiler insanlarla doluydu. bir kısmı
akıntıya karşı çabalamaya devam ederken, bir kısmı kendini
akıntıya bırakmıştı. ben de bir yandan ilerleyip bir yandan
da akıntının aşağılarında kalan yolcuların ardından bakarken,
bana gösterilen yönü unuttum. tam da akıntının ortasında,
aşağı doğru giden kayık ve gemilerin kalabalığında
yönümü iyice kaybettim. her yanımdan tayfalarının neşeli
zafer çığlıkları attığı yelkenliler, gemiler ve kürekli kayıklar
geçiyor, akıntının aşağılarına doğru giderlerken bana "başka
bir yön yok!" diye sesleniyorlardı. ben de onlara inanıyordum
ve onlarla birlikte ilerliyordum. böylece çok uzaklara
yol aldım. öyle uzaklara gittim ki, ortasında yolumu şaşırdığım
hızlı akıntıların gürültüsünden başka ses duyamaz oldum
ve kayıkların orada nasıl parçalandığını gördüm. ve
bütün bu gördüğüm, yaşadığım şeylerin dehşetinden olsa
gerek, kendime geldim. uzun süre, bana ne olduğunu anlayamadım.
önümde yalnızca koşar adım yaklaştığım ve
korktuğum yok oluşu görüyor, hiçbir yerde kurtuluş göremiyordum.
ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. o zaman geriye
doğru baktım ve sayısız kayık gördüm. inatla, büyük bir
savaş vererek akıntıyı geçiyorlardı. o anda kıyıyı, kürekleri
ve yönümü hatırladım. geriye döndüm ve akıntıya ters yönde,
kıyıya doğru kürek çekmeğe başladım.
o, benim arayışımı biliyor, çaresizliğimi ve savaşımı da
görüyordu. "o var!" dedim kendi kendime ve bunu kabul
etmem yetti. o anda yaşam içimde kıpırdandı ve ben varlığın
imkânını, sevincini hissettim. ancak kısa bir an sonra,
allah'ın varlığını kabullenmek düşüncesinden ona olan ilgiyi
aramaya geçtim. karşımda yine üç değişik kılıkta kurtarıcı
oğlunu bize gönderen yaratıcımız, allah vardı. bu dünyadan
ve benden kopmuş olan allah, bir buz parçası gibi gözlerimin
önünde eriyip gitti ve sonunda yine bir hiçlik kaldı. yaşam
pınarının yine kuruduğunu hissettim. beni yine kuşku
ve o kötü duygu sardı: kendimi öldürmekten başka çıkar yol
olmadığı duygusu. fakat en kötüsü, bunu becerecek durumda
olmadığımı hissediyor olmamdı.
çok iyi hatırlıyorum, bahardı ve ormanda yalnızdım.
ormanın sesine kulak vermiştim. dinliyor ve tek bir şeyi düşünüyordum.
zaten son üç yılda hep o tek ve aynı şeyi düşünmüştüm.
yine allah'ı arıyordum.
"pekâlâ, allah yok!" dedim kendi kendime. benim hayal
gücümün ürünü olmayıp da gerçek olan, yani hayatım gibi
gerçek biri yok. yok böyle biri ve hiçbir şey, hiçbir mucize
böyle bir şeyi ispatlayamaz. çünkü, mucizeler benim hayal
gücümün ürünleri ve üstelik de mantığa aykırı. "ya benim
aradığım yaratıcı kavramı? peki bu kavram nereden geliyor?"
diye sordum kendi kendime. bu düşünceyle birlikte
içimde yaşama sevinci dalgalanmaya başladı. çevremdeki
her şey yaşam gücü ve anlam kazandı. fakat sevincim yine
uzun sürmedi. akıl işlemeye devam ediyordu: bir yandan
"allah tasavvuru allah değildir!" diyordum kendi kendime.
sonra da "tasavvur, benim içimde cereyan eden bir şeydir.
yaratıcı tasavvuru benim içimde uyandırıp uyandıramadığım
bir şey. ben onsuz hayatın olmayacağı bir şeyi arıyorum."
diyordum. şimdi içimdeki ve çevremdeki her şey yine
ölüyordu ve ben yine kendimi öldürmek istiyordum.
sonunda kendimi inceledim ve içimde neler oluyor diye
kendime baktım. ölmeye ve dirilmeye dair yüzlerce olay hatırladım.
gördüm ki, ben yalnızca allah'a inandığımda yaşıyordum.
allah'ı düşünmem yetiyordu, o zaman hemen diriliyordum.
o'nu unuttuğum, o'na inanmadığım zamanlarda
ise, yaşam da yok oluyordu. yaşamın bu diriliş ve ölümleri
neydi? allah'ın varlığına inancı kaybettiğimde, sanki yaşamla
ilgili bağlarım da kopuyordu. allah'ı bulmak konusunda
az da olsa umudum olmasa, yaşamıma çoktan son verirdim.
fakat yaşıyordum. o'nu hissettiğim ve o'nu aradığım zaman
yaşıyordum. öyleyse, o vardır. o, o'nsuz yaşanmayan
şeydir. allah'ı bilmek ve yaşamak, bir ve aynı şeydir. allah
yaşamdır. allah'ı arayarak yaşadığın takdirde, yaşam allah'sız
olmaz."
eskisinden çok daha güçlü bir şekilde içimdeki ve çevremdeki
her şey ışıldadı ve bu ışık yaşantımda beni bir daha
hiç terk etmedi. böylece intihardan kurtuldum, içimdeki bu
değişimin ne zaman ve nasıl gerçekleştiğini dile getiremez-
tolstoy
dim. nasıl içimdeki yaşama gücü farkına varmadan yavaş
yavaş yok olmuş ve yaşamanın imkânsızlığının, durgunluğunun
ve intiharın gerekliliğin farkına varmışsam, aynı şekilde
yaşama gücü yavaş yavaş içime geri dönmüştü. bana
geri dönen bu yaşam gücü yeni değil, yaşamımın ilk günlerinde
bana eşlik eden en eski güçtü. her bakımdan en eskiye,
çocukluk ve gençlik yıllarımın görüşüne, yani beni meydana
getiren ve benden bir şeyler isteyen iradeye inanmaya
geri dönmüştüm. yaşamımın tek ve başlıca amacının daha
iyi bir insan ve bir iradeyle büyük bir uyum içinde olmak olduğu
düşüncesine dönmüştüm. bu iradenin ifadesini, benden
saklı duran ve uzak bir geçmişte bütün insanlığı kendi
düsturu hâline getiren şeyde bulacağım düşüncesine dönmüştüm.
yani kısacası, allah'a inanmaya, ahlâkî bir mükemmelleşmeye
ve yaşamın anlamını bahşeden geleneğe dönmüştüm.
yalnız bir şey farklıydı: o zaman bütün bunları bilinçsizce
kabulleniyordum; şimdi ise artık bu olmadan yaşayamayacağımın
farkındaydım.
başımdan geçenleri şöyle ifade edebilirim: ne zamandı
bilmiyorum; neresi olduğunu bilmediğim bir sahilde beni bir
kayığa oturttular ve sonra kayığı karşı kıyıya yönelttiler. kürekleri
elime verip beni yalnız bıraktılar. küreklerle elimden
geldiği kadar uğraştım ve ilerledim. ancak ben açıldıkça beni
o bilmediğim yere götüren akıntı da şiddetleniyordu.
ulaşmam gereken hedeften farkında olmadan uzaklaşıyordum.
etrafımda benim gibi akıntıya kapılan bir çok kürekçinin
olduğunu gördüm. bazıları durmadan kürek çekmeye
devam ederken, bazıları küreklerini çoktan fırlatıp atmıştı.
koca kayıklar, dev gibi gemiler insanlarla doluydu. bir kısmı
akıntıya karşı çabalamaya devam ederken, bir kısmı kendini
akıntıya bırakmıştı. ben de bir yandan ilerleyip bir yandan
da akıntının aşağılarında kalan yolcuların ardından bakarken,
bana gösterilen yönü unuttum. tam da akıntının ortasında,
aşağı doğru giden kayık ve gemilerin kalabalığında
yönümü iyice kaybettim. her yanımdan tayfalarının neşeli
zafer çığlıkları attığı yelkenliler, gemiler ve kürekli kayıklar
geçiyor, akıntının aşağılarına doğru giderlerken bana "başka
bir yön yok!" diye sesleniyorlardı. ben de onlara inanıyordum
ve onlarla birlikte ilerliyordum. böylece çok uzaklara
yol aldım. öyle uzaklara gittim ki, ortasında yolumu şaşırdığım
hızlı akıntıların gürültüsünden başka ses duyamaz oldum
ve kayıkların orada nasıl parçalandığını gördüm. ve
bütün bu gördüğüm, yaşadığım şeylerin dehşetinden olsa
gerek, kendime geldim. uzun süre, bana ne olduğunu anlayamadım.
önümde yalnızca koşar adım yaklaştığım ve
korktuğum yok oluşu görüyor, hiçbir yerde kurtuluş göremiyordum.
ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. o zaman geriye
doğru baktım ve sayısız kayık gördüm. inatla, büyük bir
savaş vererek akıntıyı geçiyorlardı. o anda kıyıyı, kürekleri
ve yönümü hatırladım. geriye döndüm ve akıntıya ters yönde,
kıyıya doğru kürek çekmeğe başladım.
güncel Önemli Başlıklar