bugün

sobanın anlamı

dışarıda sıfırın altında beş derece, sıradan bir kış günü. kar, tipi şeklinde yağmakta ve teni kesen bir rüzgar, havaya hakim ve sert bir şekilde esmekte . pencereden uzanan teller yardımıyla asılmış ve donmuş çamaşırlar, yavaşça, ağır ağır tüten bir baca, bacadan çıkan duman rüzgarın etkisiyle karanlık gökyüzüne karışmakta, karın yerden yüksekliği bir metreyi geçmiş...
bacası tüten evin içinde, sobanın karşısında, geniş ve mor renkli kanepesinde oturan osman… yanlardan dökülmüş saçlar, osman’ın kafasının ön bölgesinde bir tutam saç bırakmıştı. hayatın gerçeklerini, hayallerini, sebep olduklarını görmüş, kırışmış bir ten… osman, sol elini cebine yavaşça attı ve cep saatini kavradığı gibi cebinden çıkardı. gümüş işlemeli cep saatinin kapağını yavaşça açtı ve saate baktı. saat gecenin biriydi. cep saatinin kapağını kapatıp cebinin içine yavaşça bıraktı. üzerinde beyaz, pamuk bir pijama vardı. osman, sağ eliyle, kanepenin kenarında duran bastonunu kavrayarak ayağa kalktı ve sobanın yanında duran masasına yürümeye başladı. masanın üzerinde eski ciltli, sadece bir sayfasında yazılar bulunan bir defter, cam şişenin içinde yarısı dolu bir şekilde viski, küçük bir bardak ve bir dolma kalem duruyordu. bastonunu masanın arka tarafına yasladı ve sandalyeye yavaşça oturdu.
sol eliyle defterin kapağını kaldırdı, defterin ilk sayfasını çevirdi ve yazanları kısık bir sesle okumaya başladı.
“pencereden dışarı baktığında gecenin bir vakti,
hissedersin gökyüzünün üstüne örtülmüş kara perdeyi,
sonsuzluğun önünde, sadece sen ve o,
yalnızlık.”
sağ eliyle dolma kalemini kavradı, defterin sayfasını çevirdi ve sayfanın en üstüne büyük harflerle “hayat” yazdı. sol elini çenesine götürüp sıvazlamaya başladı, sol elini viski dolu şişenin ağzına götürerek, şişenin ağzındaki cam tıpayı kaldırdı. şişeyi kavrayıp bardağa tek yudumluk viskiyi yavaşça akıttı ve şişeyi masaya bıraktı. bardağı sağ eliyle kavradı ve bardaktan bir yudum viski aldı, bardağı hızlıca masanın üzerine bıraktı ve hafifçe itti. osman bir anda, sobanın içinde yanan odunların çatırdama seslerine kulak verdi, yüzünde hafiften bir tebessüm oluştu, sağ eliyle kalemi kavrayıp başını deftere doğru eğdi.
“hayat.” dedi, osman. kalemini deftere götürerek, “ hayat, sobanın ta kendisidir. içine ne atarsan at, yanar, kül olur, yok olur. odunlar da insanlardır, canlılardır. sobanın içine atıldıklarından bir süre sonra çatırdamaya başlar. acı çekerler, üzülürler, mutlu olurlar, tebessüm ederler. ama şunu da bilirler ki, annelerinin karnından tek çıktıkları gibi, mezara da tek gidecekler. bilakis hayat zalimdir, birine sırılsıklam aşık olursun, onu hayal edersin, acı çekersin. hayatını birleştirmek istersin onunla, ama hayat, nefret eder senden, imkan vermez sana. gözlerinin içindeki gülüşü, gülümsemesini hatırlarsın. onu evine bırakmadan önce, keşke bir kere daha yüzüne bakabilseydim, onun simasını zihnime daha kuvvetlice iğneleyebilseydim… keşke o acı haberi almasaydım, onun sobadan zehirlendiğini duymasaydım. ah, neden o sobayı yaktınız, melahat hanım ? benim de kabahatim var tabi, o gece rüzgarın tersten estiğini söylemeliydim. aslında bütün kabahat benimdi. onun hiç suçu yoktu. o, benim masum, saf, beyaz tenli, masmavi gözleri olan aşkımdı. çocuksu şakalarını, ipeksi saçlarını yıkadığında burnuma gelen o kokuyu… onu kaybettiğimden beri hiçbir kadını sevemedim, hiçbir insanı tam olarak sevemedim. neredeyse yarım asır oldu, ve zannediyorum ki bakir ayrılacağım bu dünyadan. inandığım bütün değerleri kaybettim, sadece ona kavuşabileceğim başka bir dünyayı hayal edebiliyorum, ona orada sarılabileceğim, teninin kokusunu ağır ağır, içime sindirerek çekebileceğim tertemiz bir dünyayı… “ yazdı. sol eliyle defterin kapağını kapattı ve elini gözlerine götürerek gözyaşlarını sildi. sağ elindeki kalemi kapalı defterin üzerine bıraktı ve bastonuna uzandı. bastonundan destek alarak sandalyeden doğruldu ve odasına doğru yavaşça yürüdü. odasının kapısını yavaşça araladı, yatağına yavaşça oturdu, bastonunu yatağının altına bıraktı. yatağının ucunda duran meşe ağacından yapılmış sandığın kapağını kaldırdı sandığın içinde duran yeşil bluzu elleriyle tutarak hafifçe yukarı kaldırdı. bluzu burnuna yaklaştırdı ve kuvvetlice bluzun üzerindeki kokuyu içine çekti. bluzu usulünce katlayıp yavaşça sandığın içine bıraktı ve sandığın kapağını kapattı. başını yastığa koyarak yavaşça yatağına uzandı. yorganını üzerine çekti, vücudunu sola döndürüp gözlerini yavaşça kapattı ve içinden “umarım, melahat hanım” dedi.
“yıllarca boşuna beklemişim bu dünyada…”

not : söykü için yazılmıştır.
not2 : yazdığım ilk öykü olduğu için eleştiriye tamamen açığım, yanlışlarımı net bir dille ifade edebilirsiniz.