bugün

entry'ler (6612)

andrzej duda

Yahudi asıllıymış.

burçin erdoğu

Gökçeada'nın sınırları içinde yer alan Uğurlu - Zeytinlik yerleşmesinde kazı çalışmaları yapan arkeolog.

internet

Kasıyor telefonda işyerindeki de gitti.

the museum of modern art

nelson rockefeller tarafından, rockefeller kardeşler vakfı aracılığıyla bizzat yürütülmüştür. nelson rockefeller'ın annesi abby aldrich rockefeller, museum of modern arts'ın kurucularıdan biridir.

seda sular

ben bir sana yanarım
ben bir sana kanarım
ömrümü sana adadım
senle dolu her tarafım

demirhan demircioğlu

Satanist artist

görsel

99lu bu velet.

sana yanarım

okan & volkan (okan volkan kardeşler) & seda tripkolic (tripkolic)'in şarkısı.

klibi buradan izlemek mümkün

https://youtu.be/jAjEybuhogk

şarkının sözleri ise şu şekilde:

“ben bir sana yanarım
ben bir sana kanarım
ömrümü sana adadım
senle dolu her tarafım"

beyaz yakalı şımarıklılığı

sanki kıçı kırık bir 3. sınıf şirketteki yüzlerce beyaz yakalıdan biri değil de bizans tahtını ele geçirmeye çalışan kralın gayrimeşru çocuğu. ne bu entrikalar, böyle hayat mı geçer. hayır deyse tüm bu çabaya yine anlaşılabilir. yıllar süren ince çalışmaların sonunda elde ettikleri de bir üst unvanla aynı maaşı almak.

william henry perkin

Daha önceleri deniz kabuklarından üretilen mor rengi laboratuvarında kazara üreten kimyager. Mor renk zor üretildiğinden bu tarihten önce sadece soylular tarafından kullanılıyormuş.

avrupa birliği dağıldı rabia birliği geliyor

orhan pamuk 2002 yilinda 32. gun programında şöyle demiş;

"türkiye kendi sorunlarını, kendi başına, kendi devletiyle asla çözemez. ancak ekonomik bir çıkar/avanta gördüğü ab sopası ile bunlar düzeltilebilir. bu ülkenin avrupa topluluğuna girmesini engelleyen, geciktiren herkes uzun vadede türkiye'de yaşayan insanlara haksızlık ediyor. onların bir nesil sonra daha az yemesine, daha az giyinmesine, daha aptalca düşünmesine, daha ruhsuz yaşamasına ve daha mutsuz olmasına yol açıyorlar"

nuri el maliki ırak ın atatürk ü dür

Kendisinden sonra hep kürtler cumhurbaşkanı seçilmiş.

avrasyacı mısın atlantikçi misin

Atlantiğin doğusu yani ab.

referandum deyince agu agu yapan muhalefet

referandum demokrasiler için büyük tehlike bu artık iyice belli oldu. kapsamlı düşünülmesi gereken konularda sorumluluktan kaçıp halkın önüne sandık koyarsan halkı en iyi kandıran oyunu kazanır.

türk siyasetinin sorunu

ab'den şaşan perişan olur. türkiye daha girmeden uzaklaştı ab'den, geldiğimiz noktaya bak. ülkeyi iç siyasetin küçük hesaplarına terk ettik.

uludağ sözlük ün kapandığı gün

(bkz: işte biz o gün tükeneceğiz denilen anlar)

Şaka maka instela da kapandı

(bkz: nereye sıçacağız sorunsalı)

türk gençleri neden mutsuz ve başarısız

bu ülke toplumunun, hata yapmak ve bu hatalardan deneyim kazanmak konusunda gençlerine en ufak bir alan tanımaması ile ilgili, hayati öneme sahip bir şey bu. neredeyse lüks gibi görünen bu olay, insanın ve toplumun gelişimi için o kadar önemli ki, normal yetişen gençleri görene kadar insan kendisindeki eksik parçayı bile anlayamıyor. birçok insanın kapana kısılmış gibi hissetme ve kaçıp gitmek isteme sebebi de budur.

20'lerimin başında ilk yurtdışı deneyimimde, birçok milletten akranlarımla tanışıyordum.

finlandiyalısı 18 yaşında külüstür bir arabayla birkaç arkadaşını yanına alıp, tüm avrupayı dolaşma ve insan tanıma anılarından,

almanı askerlik yerine bilmem ne adasında yaptığı hizmet sırasında okul inşa ettiklerinden ve eğlendiklerinden, çocuklarla bağ kurup mutlu ettiklerinden,

yunanı adadan adaya hoplayarak geçerken tanıdığı insanlar ve yaşadığı maceralardan,

fransızı şehrinin festivallerinde gençlerin ne kadar özgürce dans ettiğinden; birlik olup organizasyona el atmak konusunda teşvik edildiklerinden,

portekizlisi iber yarımadasının okyanusa bakan tarafındaki dev dalgalarda, gün batımında sörf yapmanın nasıl bir şey olduğundan bahsediyordu.

amerikalı, brezilyalısı, japonu vs apayrı hikayeler zaten... bunların hepsi de zengin insanlar değil, birçoğu gayet sıradan, oranın köylüsü gibi insanlardı.

dönüp kendime bakınca yapmak istediğim ne varsa, nasıl korkutulup ruhumun ezilmeye çalışıldığını, benim için seçilmiş bir yola girmeye zorlandığımı görüp biraz da kıskanıyordum. zamanla yeterinden fazla hata yapıp tecrübe kazanacak şansım oldu ama her şeyin güzel olduğu bir yaş var. zamanında yapılamayan ve geç kalınan hatalar bile insanı hayat boyu süren eksiklik ve boşluk hissi ile bırakabilir. yani yaşanamayan şeylerin travması gibi.

bu eksikliği kendinde görünce, başkalarında da seçebilmeye başlıyorsun. bir çeşit kendini tanıma yolculuğu hakkı ve zamanı tanınan herkes potansiyelini de anlar. işte elimizden alınan tam olarak bu. bir geçiş ritüeli yok, çocuk kalıyoruz sanki. türkiye'de gündelik hayatta tanıştığım hemen hemen herkesin güzel köşeleri de, kötülerle birlikte sistemli bir şekilde törpülenmiş. potansiyellerinin farkında olmadıkları gibi, biraz anlarlarsa da hareket etmeye korkuyorlar, kendilerindeki o güzelliği görmemeye programlanmış gibiler. göreni de bir yengeç sepetindeymiş gibi tekrar aşağı çekiyorlar.

böyle psikolojik rahatsızlığı yüzünden kendine zarar veren, orasına burasına kesikler atan zavallı insanlar vardır. tüm nüfusu tek bir insan, ülkeyi de onun vücudu gibi düşünürsek başta bahsettiğim bu nefretin neyin dışa vurumu olduğu da ortaya çıkıyor aslında. doğasına, tarihine, gencine, kültürüne, sanki en çok da kendi var oluşuna düşman, utanç içinde bir toplum.

bir şeylerin süper olma potansiyeli çok yüksek ve herkese umut veren bu, yani yarın daha iyi olabilir hissi. ama hiç daha iyiye gitmemiş, sadece bu potansiyel güzelce, gıcır gıcır paketlenip bize satılmış ve karşılığında rıza inşası yapılmış. şöyle bir cumhuriyet tarihine baksak saçma toprak kayıpları, darbeler, köy enstitülerinin kapatılması, göçmenler ve besinlerin zehirlenmesine birçok geri adım zamana yayılarak, alıştıra alıştıra atılmış aslında. cumhuriyetin ilk yıllarındaki o "ülkeyi hepimiz el ele vererek güzelleştireceğiz" heyecanının sistematik olarak yok edilmesinden bahsediyorum. öyle hissedebilsek ne güzel olurdu.

toplumun sürekli bir istismar altında, o durumla birlikte yaşayabilmek için olayları rasyonelize etme şekli çok ilginç. vahşi bir simülasyon ya da illüzyonun içindeyiz, bence anadolu insanı olarak üzerimizde kapsamlı ve yüzyıllarca süren bir deney yürütülüyor.

belki son 20-30 senede ülkemizin en büyük düşmanı bile, bizim kendimize verdiğimiz zararı vermemiştir. bakıp "bunlar zaten gerekeni yapıyor, bizlik bir durum yok enerji harcamayalım" diyor ve kadeh tokuşturuyor bile olabilirler. tepeden yuvarlanan kar topunun büyümesi gibi bir olay bu, gayet de normalleşiyor.

halen her yurt dışında bir yerlere gidip geldiğimde bir şeyleri beğenince, dönüş yolunda "ee biz bunun daha iyisini yapabiliriz, neden olmuyor ki" diye düşüncelere dalıyorum.

yüzlerce yıllık kompleks bir probleme karşı "bence şöyle yapalım her şey çözülür" demek zor. birey olarak üzerime düşeni yapmaya çalışsam da, balığın baştan koktuğunu anlayacak kadar öğrendik artık. o yüzden kendimi suçlamıyorum bu ülkenin durumuna karşı.

çağımız "kişisel gelişim" çağı tabii, hayatımızdaki her eksikliğin suçunu üstlenmemizi öğretiyorlar ama almanya, belçika, japonya gibi bir ülkedeki sıradan vatandaşın buradaki herkesten daha huzurlu (daha zengin demedim) yaşamasının sebebi, çok güzel kişisel gelişim kitapları okumaları ya da ne yaptıklarını tam olarak bilmeleri değil. hepimiz sıradan insanlarız işte.

taksiciyle hiç konuşmadan yolculuk eden insan

görsel

türkiye den soğuma sebepleri

ülkede siyasetten nemalanan bir kesim var. bu kesim iktidar kimse ona yanaşıyor ve menfaat elde ediyor. bu herkesin yapabileceği bir şey değil. genelde toplumda etkileri olan, iletişim kabiliyetleri yüksek, ekonomik, sosyal gücü bulunan, akrabalık bağları sağlam olan vs kişiler iktidarda kim varsa ona ulaşıyor ve kendisine ayrıcalık talep ediyor. verilen bu ayrıcalığın karşılığı da iktidar açısından oy, destek oluyor.

kendi işine odaklanmış, sessiz sakin, başkalarının hakkını yemekten çekinen, iletişim becerileri az, toplumda etkisi zayıf kişiler ise hangi iktidar gelirse gelsin ya haksızlığa uğruyorlar ya da haklarını alamıyorlar.

siyasetten nemalanan kesim kendisini tutarlı olmak zorunda hissetmiyor. bir kaç örnek vereceğim. chpli olduğunu düşündüğü kendi yöneticisine seçimlerde chp'ye oy verdiğini söyleyip (bu sayede yöneticisi ile arasını iyi tutma derdinde), akp'lilerin torpili ile(akplilere akpliymiş gibi davranıyor) de oğlunu kamu kurumunda işe sokanlar var.
aslında pek de dindar olmayıp akp iktidara geldikten akp'ye yanaşıp güzel kamu kurumlarında işe girenler var.
daha çok sol görüşlülerin hakim olduğu bir kurumda kurumdakilerin kendilerine yakın görüşteki kişiyi bir pozisyona yerleştireceği sırada akp daha yeni iktidara gelmişken kendisi de akp'li olmadığı halde akp'den referans bulup o pozisyona yerleşen insanlar var.

yani imkanı bulunan, hak yemekten çekinmeyen pek çok insan kendisine menfaat sağlayacak siyasi pozisyonlara giriyor. benzer durum iş adamları için de geçerli.

gelecekte iktidar değişirse bu menfaatçi kesim yeni iktidar yapısı içerisinde de yanlayacak yolları bulacak ve menfaatini elde edecektir.

diğer taraftan siyasetle işi olmayan, kendi halinde, dindar olan, olmayan insanlar ise siyasi itişmelerden en büyük zararı göreceklerdir. çünkü siyasetle işi olmadığı için ya da iktidara erişmek için iletişim kanalları olmadığı için sesi çıkmayacak ya da sesi çıksa bile duyulmayacaktır. iktidar tarafından da karşı cephe olarak değerlendirilecektir.

kölelik geri gelse köle alır mıydınız

Egoist insanlığı rahatlatması adına gereklidir. Kendi benliğinden çok efendisini düşünen köleler yetiştirip insanların hizmetine sunmalıyız.

recep tayyip erdoğanı en çok benim sevmem

görsel