bugün

entry'ler (2290)

bu gece intihar edeceğim

eğer bu başlık bir taşak geçme aracı değilse, bu eleman muhtemelen çoktan intihar etti.

ne kendisine bir faydası oldu, ne ailesine, ne de çevresine. öylesine bu hayattan boku bokuna gitti. hayır benim anlamadığım, ölüm denilen şey bu kadar basit bir şey mi? bu hayatta neler neler yaşıyoruz, ama bu sıkıntılar için neden hayatımıza son vermek isteyelim ki? insanız. hayatta kaldığımız süre boyunca da bu sorunlarla başa çıkmakla yükümlüyüz. ama başa çıkmak denilen şey, intihar olmamalı. zayıf kişilikler silsilesi. son zamanlarda çok arttı bu tip insanlar. bu intihar zihniyetini her ney, veya da her kim aklınıza sokuyorsa, derhal uzaklaşın o şeyden ve kişiden.

başlık sahibi de şuan ölmüş vaziyetteyse, huzur içinde yatsın ne diyeyim. ama, siz azla bu adamı örnek almayın.

kimsenin umurunda olmamak

ihtiyacım yok.

kardeşlerim dizisi

yakın zamanda final kararı aldığı her yerde konuşulan dizi. bazı kaynaklarda 8 haziran derken, bazı kaynaklar da 15 haziran'da final yapacak denmektedir.

bu bahsettiğim kaynakların da asıl kaynağı, birsen altuntaş adlı bir gazeteci abla. belli ki güvenilir bir gazeteci olacak ki, daha dizinin yapımcılarından resmi bir açıklama gelmemesine rağmen herkes bu ablanın haberlerine inanıyor, hem de kaynak gösteriyor. iddialar güçlü olsa da, dizinin final yapıp yapmayacağı halâ resmi olarak açıklanmadı. duyumlarıma göre atv bu diziden kamyon yüküyle para kazandığı için, final yapmasını hiç istemiyormuş.

reytingler de her ne kadar kısıtlı olarak düşmüş olsa da, yerlerde değildi. sorun reyting değil zaten. sorun, senaryo odaklı. dizi bu zamana kadar bir çok oyuncu kaybı verdi. buna başrol oyuncular da dahil. yine de bu kayıplara rağmen belli bir noktaya kadar stabilitesini korudu. fakat 4. sezonda seyircinin aşırı sevdiği 2 başrol oyuncusu daha ayrılınca, işler iyice çığırından çıktı. zaten reyting düşüşü de bundan kaynaklandı. seyircinin bir diğer memnun olmadığı şey ise, başrol farketmeksizin her oyuncunun bir şekilde (senaryo gereği) ölüp de çıkmalarıydı. bu durum 4. sezonda resmen pik yaptı.

yine de direndi dizi. reytingler de halâ rezalet değil, atv ile de araları iyi. ama iddialara göre dizi artık final yapacak. yapımcılar eğer bu yazıyı okuyorlarsa bir kaç söyleyeceğim şey var;

öncelikle final kararı almanızda kesinlikle haksız değilsiniz. çünkü 4 sezon boyunca çok inişli çıkışlı bir proje oldu, ve bu da devamlılığı illaha ki biryerden sonra sarstı. oyuncular kanadında da bir ton problem yaşamış olacaksınız ki, bir çok oyuncu diziden ayrıldı. zaten bu sebeple bol bol senaryo değişikliğine de gittiniz. yani final kararınız mantıksız değil. ama şunu da söylemeliyim, hikâyede daha tamamlanmamış birsürü detay var. ve bu detayları da son 2-3 bölümde tamamlamanız veya anlatmanız mümkün olmayacak. akif ve ömer halen hayatta. esasen bu tamamlanmamış detaylar bu iki karakter üzerine kurulu. yani uzun lafın kısası, son kez bir sezon istiyorum. her detay tamamlanmış olacak, ve dizi de zirvede bitirilecek. ama siz şuan final yaparsanız, kimse bu diziyi iyi anmayacak ki sözlüklerde okuduğum entrylere göre de, herkes nefret kusmuş diziye zaten. yani, 5. sezona gidip de bu hikâyeyi eksiksiz tamamlamanızı istiyorum. umarım final yaparak diziyi bu zamana kadar takip edenlere büyük bir saygısızlıkta bulunmazsınız.

kişisel görüşlerime gelirsek, bu dizi benim için hiçbir zaman izlediğim en iyi dizilerden biri olmadı. olmak da zorunda değildi. diziler zaman geçirme araçlarından başka hiçbir şey değildir. bu dizi bana bunu sağlamıştı ama, izlememin sebebi de buydu zaten. rengarenk dünyası çok hoşuma gidiyordu. zaman zaman kendi yaşantımdan ve karakterimden de bir şeyler buldum bu dizide. özellikle'de ömer karakterinde. içsel olarak iyi niyetli, yerine göre duygusal, ama bir o kadar da hiçbir şekilde hayatın yıkamadığı, inanılmaz güçlü bir karakter. bu karakterle kendimi bağdaştırmamam neredeyse imkânsızdı zaten. ama tabii ki de bu bir kurgusal karakter. peki dizide anlatılan hikâye? evet hepsi birer senaryo, ama hepsi gerçek hayattan izler taşıyor, ve bu hikâyeyi gerçek olarak yaşayan milyonlarca insan var bu ülkede. o yüzden her ne kadar senaryosu ortalamanın altında ve klişe kalsa da, bir o kadar da gerçekçi.

son olarak şu sahne, ahmet kaya'nın mükemmel müzikali eşliğinde gerçek hayatı 2 dakika içinde anlatmaktadır, ve en etkilendiğim sahnelerden birisi de budur. siz benim neler çektiğimi "nereden bileceksiniz" lan? ne yaşadınız da, ne bileceksiniz?

https://youtu.be/bguAjJbNJzE?si=jkLTan3djkBDjCQQ

başka da diyecek bir şeyim yok. umarım son kez 5. sezonu da yaparlar da, hikâye yarım kalmaz. net karar halâ resmi olarak açıklanmadı, bakalım.

anyburn

ücretsiz bir cd/dvd yazma programı.

ücretsiz olmasına rağmen, oldukça kalitelidir. ISO, BIN, CUE dahil bir çok kalıp dosyası yazdırabilirsiniz. bununla da kalmaz, MP3, FLAC medyaları oluşturmanıza da olanak tanır. Tabi serbest şekilde direkt flash bellek mantığıyla da dosyalarınızı rahatlıkla yazdırabilirsiniz. aynı zamanda %100 türkçe dil desteği de mevcut. ha bir de, usb'ye de windows iso yazdırabiliyor.

ashampoo burning studio kullanıyordum normalde, ama o son zamanlarda sebepsiz şekilde çalışmamaya başladı. ben de yemişim ashampoo'sunu deyip, yazma programı arayışına girdim. karşıma ''anyburn'' çıktı. şuanlık oldukça memnunum. az önce ISO kalıbı yazdırdım, hatta doğrulamasını da yaptım. takır tukur da çalışıyor. bir de bu programı kullanırken şu dikkatimi çekti; harici cd/dvd okuyucu yazarken herhangi bir ses, herhangi bir titreşim vesaire hiçbir şey olmadı. yani cihaz zorlanmadı yazarken. şaşırdım. ashampoo'da hem sesli, hem şiddetli yazım oluyordu haldır haldır sesler falan geliyordu yazıcıdan. acaba bu durumun programla bir alakası var mı?

herneyse, benim gibi halen daha cd/ dvd arşiviyle uğraşıyorsanız, veya da cd dvd'yi normal olarak da kullanıyorsanız, kesinlikle tavsiye ederim anyburn'ü. Nero'ya falan para bayılmaya gerek yok.

counter strike 2

çok büyük umutlarla yaklaşmıştım, ama maalesef cs 2 valorant'a bir kez daha ağır bir şekilde yenildi. bunu şuradan anladım, çünkü esamesi okunmuyor şuan. elde tutulur bir oyuncusu olsaydı, en az valorant kadar aktif bir şekilde gündeme gelmesi gerekirdi kanaatindeyim. içeriğini de doğru dürüst üreten yok. yurtdışında belki vardır, ama ülkemizde sönüp unutulması fazla uzun sürmedi.

bunun en büyük sebeplerinden biri halen daha hileleri engelleyememeleri, cs go'dan ve valorant'tan 2 kat daha fazla sistem geresinimlerine sahip olması vs. denebilir. ha bir de yeni oyun yaptık ayağına haritalara sadece sarımtrak bir kontrast basıp, flash ve su animasyonlarını bir tık geliştirip önümüze sunmuşlar gibi duruyor. bu kadar sığ ve kısıtlı geliştirmelere rağmen, nasıl bu kadar optimizasyon ve genel performans özürlüsü olabiliyor anlamak mümkün değil. sırf bu saydığım birkaç geliştirmeleri yapmak için de oyun motorunu değiştirmişler. bu da aşırı ironik. ayrıca cs go'nun grafikleri bugün bile hiçbir şekilde sırıtmıyor. source 2'nin daha güncel bir motor olması hiçbir şeyi değiştirmemiş. oyuncuların büyük bir bölümü memnun değil bu durumdan.

valorant sevicisi biri değilim bu arada. kaliteli buluyor muyum? evet. yaptıkları işe de saygı da duyuyorum, çünkü çok temiz iş yapıyor riot games. vanguard'da aşırı eleştiriliyor, ama başarılı bir anti-cheat. bu saygıya rağmen cs2'nin büyük bir çıkış yapıp valorant'ı toprağa gömmesini bekledim, çünkü valve buna layıktı, ve yapabileceğine inanıyordum. sonuç ney? sonuç koca bir hüsran. toprağa gömmeyi bırak, valorant'tan kitle bile çekemedi doğru dürüst. adamlar zaten başta yüksek sistem gereksinimlerinden dolayı oynayamıyorlar, halen valorant tercih ediyorlar.

bir de şimdi yeni bir tps rekabetçi oyunu üzerinde çalışıyorlarmış. ismi de deadlock muş. sızıntılara göre bu oyunun özgün olan hiçbir tarafı yok zannımca. tf2, overwatch, valorant karması bir oyun olacak. çok güldüm gerçekten. koskoca valve'ın düştüğü şu durumlara bak. keşke cs ve half life ile her daim efsane olarak anılsaydı valve. cs derken cs2 fiyaskosundan elbette bahsetmedim. yine de bakalım, iyi bir şey çıkarırsa kendi yararına.

şişmanlar ölünce nereye gider

mc donalds'a.

normal sözlük

bura kadar sarmayan sözlük.

evet ulu'ya çok bok attım, halen de zaman zaman atmaya devam ediyorum ama burada yıllarca yazdığımdan mıdır nedir, başka yerler bana çok yabancı geliyor. ama bu tamamen benim alışkanlıklarımla alâkalı bir durum. yoksa normal sözlük, ulu'dan daha kaliteli. bu yadsınamaz bir gerçek.

huzurunuzu kaçıran boş beleş yazarlar yok, modlar ilgileniyorlar, başlıklarda faydalı şeylerden bahsediliyor falan. ama işte sarmıyor. belkide sıkıcıdır, bilemem.

spor salonuna gitsem erkekler popoma bakar mı

bakar. aklın varsa gitmek yerine gitmemeyi tercih edebilirsin.

kitap okumanın zararlı ve gereksiz olması

zararlı olması iddiası hangi ruh hastası tarafından atıldı bilemiyorum ama, duruma göre gereksiz olabilmesine ben de ufaktan katılıyorum gibi. çünkü piyasada kitaplar dışında binlerce farklı okuma kaynakları var, ve hatta bir çoğu kitap okumaktan daha fazla fayda sağlamaktadır.

ilgi alanlarına göre değişen bir durum. şahsen kitaplarla vakit kaybetmek yerine genelde makale okurum, ve şuana kadar gördüğüm faydaları saymak, "samanlıkta iğne aramak" kadar kompleksli ve imkânsız. kısacası, "sayısız". ama genel olarak kitaptan ve makaleden bağımsız olarak, her türden bir şeyler okumak insana öyle ya da böyle fayda sağlıyor. o sebeple kitaplara zararlı demek de oldukça saçma.

ney okuyorsanız okuyun, ama hakkını verin. gerisi önemli değil.

instela

arayüz ve seviye bakımından, piyasadaki tüm ekşi sözlük klonlarına taş çıkartacak bir sözlük platformuydu. tek sıkıntısı çok az kullanan olmasaydı. iş böyle olunca da başlıklarında genelde in cin top oynuyordu. bir bilgi edinmeye kalktığınızda, beyaz bir boş sayfayla kalakalıyordunuz.

ilk kurulurken adı itü sözlük olan, ama sonradan instela olarak değiştirilen platform, 1 mart itibariyle de kepenkleri indirip kapanmış. kötü olmuş, ama bu kaçınılmazdı. uludağ sözlük çöplüğünde bile instela'dan daha fazla yazar vardı, ne yapsın adamlar daha fazla.

erkeklerin hep fotoğraf istemesi

eğer ilişki de uzak mesafeyse ne isteyeyim ki başka? ön ve arkalı kimlik fotoğrafı mı? benimle bir ilişki içerisindeyse gerektiği zaman fotoğrafta atacak, nude'da. ha bunların bir dengesi var elbette. 7-24 nefessiz şekilde istiyorsa zaten farklı problemler aranmalı. ama genel olarak ilişki denilen şeyde her ne kadar duygular falan önplanda tutulmaya çalışılsa da, aslında tamamı karşılıklı beklentiler alışverişi silsilesinden oluşan bir oluşum. her iki tarafta her iki tarafın beklentilerini karşılamak zorundalar. ve bir erkeğin beklentilerinden biri de, fotoğraf istemek.

bunu ister kabul edin, ister etmeyin ama bu böyle.

gıdalarda eskiye göre malzemeden çalınması

sadece gıdalarda değil, teknolojik ürünler için de bu geçerli. türkiye gıda enflasyonunun yoğun olduğu ülke, ama küresele baktığımızda da özellikle teknolojik ürünlerde üretim maaliyetinin arttığını görüyoruz.

en uç örnek, 10 yıl önce yediğimiz, giydiğimiz, kullandığımız her ürünün her ne fiyatta olursa olsun belli bir kalitesi varken, aynı ürünü veya alternatifini 10 yıl sonra tekrar aldığımızda inanılmaz bir kalite azalması görüyoruz. mesela 10 yıl önce yediğim halley ile şuanki halley'in alakası yok. önceden çikolata yoğun, keki yumuşak ve lezzet seviyesi %200'dü. şuan ise kurumuş çamur gibi. Çikolata tadından daha çok şurup ve palm yağı tadı geliyor. teknolojiden de örnek vereyim. tetris mesela. böyle 2 tane kalem pil takıp da tetris oynadığımız gameboy çakmaları aletler... onların bile bariz kaliteleri düşmüş, resmen plastik satın alıyoruz.

bu tamamen üretim maaliyetinin artmasıyla ilgili bir durum. türkiye'de ise enflasyon yüksek olduğu için, fiyattan kısabilmek için malzemeden de kısıyor yerel fabrikalar. o sebeple halley çamur gibi, o sebeple rulokat ağaç dalı gibi, o sebeple tetris dokunduğunda kırılıyor, o sebeple aldığınız kulaklık 1 hafta içinde temassızlık yapmaya başlıyor falan filan...

Şunu anlamıyorum. Zaten fiyatlar aldı başını gidiyor. neden ürün kalitesini düşürüp de fiyattan kısmaya çalışıyorsunuz ki? zaten ekonomik olarak tecavüz ediliyoruz, bari parasıyla aldığımız şey kaliteli olsun. ütopik bir kalite beklentim de yok. sadece eski öz kalitenizden uzaklaşmayın. zaten girdiğimiz heryerde 300-500 tl bırakmaya alıştık artık.70-80'de halley'e veririz ne olacak? sırf 40tl'den satmak için ürünü boka püsüre çevirmeyin.

küresele fazla değinmedim, çünkü küreselde maaliyet olayı biraz farklı. zaten küreseli kastetmemin sebebi tamamen teknoloji odaklı. zira teknoloji konusunda küreselde bariz bir maaliyet artışı var. bazı markalarda mutlaka karşılaşmışsınızdır. bu da aslında eskiden satın aldığınız şeylerin nasıl hala günümüzde bile takır takır çalıştığını gösteriyor.

nereye doğru gidiyoruz?

el yazısı

bir çok kişi bu kavramı güzel yazı uygulaması sansa da, aslında kişinin kendisine has bir yazım tarzını temsil eder el yazısı kavramı.

ama madem herkes bunu güzel yazı uygulaması olarak biliyor, ben de o kavram üzerinden devam edeyim. benim de aksine el yazım düz yazımdan katlarca daha iyidir. sebebini ben de bilmiyorum. bu uygulama bir de ilkokul çocukları için zor demişler ama, ben katılmıyorum açıkçası. düz yazı yazarken sürekli el kalktığı için eli ve bileği daha fazla yoruyor. el yazısında el kalkmadığı için daha fazla kondisyon bulabiliyor ellerimiz. tabi totalde incelersek düz veya el yazısı farketmez, her ikisi de büyük bir efor sarfettiriyor. işin görsel tarafı var, bu konuyu da bir tık el becerilerine bağlıyorum. mesela nasıl herkes resim çizme becerisine sahip değil, el yazısı da bu bağlamda değerlendirilebilir.

ben memnundum açıkçası. ve hali vaktinde çok iyi öğrendiğimi ve yazdığımı düşünüyorum. zira ben küçüklüğümden beri okumaya yazmaya ayrı bir ilgim vardı. okulu sevmezdim, ama yazıp çizmeyi çok severdim. biraz ilgi duymayla da alâkalı olabilir bir durum.

ilkokul ve ortaokulda kullanılan yazı türüydü daha çok. sonra liseye geçince el yazısı yazmayan tek bir insan evladı olmadığı için, biz de mecbur düz yazıya başlamıştık. açıkçası sonradan öğrendiğim için düz yazım hiçbir zaman el yazım kadar iyi olmadı. ama yıllarca düz yazı yazınca, ister istemez el yazım da bayağı bir paslanmış. bazı harfleri yazarken bir anda düz yazıya kayıyor elim, ben de ne olduğunu anlayamıyorum.

son zamanlarda bu uygulama meb tarafından kaldırılmış. kaldırılma sebebi de çocukları çok zorlamasıymış. öğrenmelerinde vs. ama ne bileyim, benim ilkokul zamanımda herkes öğreniyordu. şimdiki öğrenciler ya tembel, ya da genel kalite iyice aşağı düştü. ama gidip de kaldırılma sebebini yargılayamam, zira zor gelmiş olabilir de bunu keşke şikâyetler üzerine değil de, doğrudan meb üzerinden değerlendirilseymiş daha iyi olabilirdi.

oğuz erge

gecenin ikisinde haberinin youtube anasayfama düştüğü için küfürler ettiğim, 2 çocuk babası ve bundan 2 ay önce vahşi şekilde izmir'de silahla gaspedilerek öldürülen bir taksici. 2 ay önce bu olay zaten ses getirmiş, ama ben maalesef ki kıytırık youtube'dan yeni öğreniyorum.

bir insanın başına ne geliyorsa meraktan geliyor. o anasayfama düşen youtube videosu da tüm cinayet görüntülerini birebir içermesin mi? izledim. deliye döndüm arkadaş. izledikten sonra ise (izlemesi çok zor) bir süre durdum, ve kendime şu soruyu sordum;

"insan hayatı bu kadar değersiz miydi?" diye.

beni bu durumda en çok üzen şey ise, taksici abimizin ne kadar iyi niyetli olduğuydu. ne idüğü belli olmayan maskeli orospu çocuğunu sırf soğukta üşümesin diye arabasına almış. ki bu adam bile diyemeyeceğim orospu evladını bahsettiğim taksici abimiz dışında hiçbir taksici taksisine almamış. çünkü maskeli olduğu için güven vermemiş. ama amaağ, oğuz abi o kadar iyi niyetliymiş ki, bir gram şüphe etmeyip "sırf soğukta üşümesin" diye arabasına almış.

beni bu durumda en fazla sinirlendiren şey ise, oğuz abi orada can çekişirken, o maskeli orospu çocuğunun arabada paraları alırken sarfettiği şu sözlerdi;

"eeğ, insanlara güvenmeyeceksin."

bir de bunu hiçbir şey olmamış gibi söylüyor ya, izlerken deliye döndüm yemin ediyorum. daha bitmedi tabii ki, oğuz abi vurulmadan hemen önce ise o taksiye aldığı maskeli orospu çocuğuyla hiçbir artniyet beslemeden gerçekleştirdiği bir diyalog daha var ki, gerçekten beni en fazla yıkan şey de buydu;

maskeli orospu çocuğu: valla sağol abi ya, beni bu soğukta kimse arabasına almadı, ama sen aldın.

oğuz: sabah çalışmayacağım zaten arabayı sanayiye bırakacağım, soğukta seni dışarıda bırakmak istemedim.

zaten bu diyalogdan bir süre sonra maskeli orospu çocuğu şoförün arkasına geçip silahla sırtına 3 el ateş ediyor. oğuz abi dakikalarca can çekişiyor ki görüntülerin tamamına ben bile dayanamadım. çocukluğum slasher filmlerle geçmesine rağmen.

maskeli orospu çocuğu yakalanmış, ve ifadesinde de;

"o an aklımda gaspetmek yoktu, birden aklıma geldi ve yaptım. pişmanım."

senin pişmanlığını da, olmayan ciğerini de, ifadeni de, yolunu da, yordamını da sikeyim orospu çocuğu. yav arkadaş insanlara ne olmuş böyle? tamam bu gasp olayı maskeden de anlaşılacağı üzere planlanmış olabilir, ama ne olursa olsun sana hiçbir şekilde artniyetle yaklaşmayan bir adama sen bunu nasıl yaparsın? nasıl arkadaş? bir de izmir'in göbeğinde yaşanıyor, hiç mi biri şüphelenmedi de ihbar etmedi bu orospu çocuğunu? oğuz abi zaten iyi niyetle yardım etmeye çalıştığı için önemsememiş. peki arabasına almayan diğer taksiciler arabasına almamayı biliyor da, bu orospu çocuğunun başka taksiye binebileceğini akıl edip de polise ihbar edemiyor mu? pes!

olan oğuz abime ve onun iki çocuğuna oldu. huzur içinde yat güzel insan.

maskeli orospu çocuğu da umarım içeride malum kişiker tarafından eşek cennetine kavuşturulmuştur.

tavsiye etmem ama yine de görüntüleri izlemek isterseniz link:

https://youtu.be/et6Sq6zOD9U?si=ZlrZiS-L35a5i45c

discord

bilgisayar versiyonunun teknik problemden kurtulmadığı iletişim uygulaması.

konsept güzel, fikir güzel, işleyiş güzel, kullanımı da güzel, e işlevi desen o da güzel. ama burnu boktan kurtulmuyor. şöyle ki;

bilgisayarı açıyorsun, zaten direkt otomatik olarak discord açılıyor. what? açılıyor mu gerçekten? hayır tabii ki. mal gibi starting ekranında bekliyor. starting ekranını geçse bile bu sefer de siyah ekranda kalıyor. bazen tamamen böyle kalıyor, hiç açılmıyor. bazen de siyah ekranda kalıp dakikalar sonra açılıyor. kafasına göre takılıyor. tüm dünya üzerinde özellikle bilgisayar oyunculuğu tarafından hemen hemen herkes bu uygulamayı kullanmasına rağmen nasıl böyle ucuz hatalara sahip olabiliyor ki bu? Ulan Skype bile yıllar önce tıkladığın gibi açılıyordu. ama discord'a bir türlü anlam veremedim.

sunucu yoğunluğu falan mı var? olsa bile genişletin sunucularınızı kardeşim. tüm dünya üzerinde milyonlarca kullanıcıya eriştiniz. artık gerekmiyor mu sizce de? ya da benim bilgisayarda mı problem? korsan program falan var, onlar mı bozuyor? ama ne alaka yani ben temiz bilgisayarda da bu sorunları hep yaşadım. bence discord ucuz bir veri protokolü kullanıyor. dakikalar sonra açılmasının tek mantıklı sebebi bu gibi geliyor şuan.

keşke herkes discord kullanmasaydı. güzel program ama vicdansız. sadece kaliteli hizmet vermiyor, ve bir ton güvenlik açığı da mevcut. özellikle link tıklama mevzusu. discord'dan gelen her linke tıklamayın. yoksa makineyi evinizde değil, gökte toplarsınız.

edit: mobil uygulaması kusursuza yakın.

windows 11

ciddi anlamda iğrenç bir işletim sistemi.

10'da iğrençti, ama en azından arayüzü rafineydi, ne yaptığının farkına varabiliyordun. Ama 11'de özellikle Home sürümünde, sistemde gereksiz bir ton programın önyüklü gelmesinden tutun da, arayüzün tutarsızlığına kadar her türlü bok, püsür ve başarısızlık mevcut. Ulan sağ tık yapıp da kullandığımız ''sil'' butonunu bile kaldırmışlar. Bir dosyayı silmek için ekstra bir tıklama daha yapmanız gerekiyor ki bu gerçekten büyük bir işkence. keza önyüklü gelen, ve arkada horul horul çalışan bir ton gereksiz program silsilesi de performansın içinden geçiyor.

Ayrıca bu arayüz ne? Mac'misin sen kardeşim? Bırak da bu tasarımı Apple kullansın, sen Mac değilsin, Windows'sun. Görev çubuğu da tam anlamıyla yarrak gibi bir şey olmuş. Hangi program açık belli bile değil. Zaten oldum olası Mac ve Ubuntu arayüzlerine ısınamadım, geldiler bu sikik tasarımı Windows kalesine de entegre ettiler sonunda. Soğudum senden Bill amca.

Şu aptal Microsoft Windows 7'den beri doğru dürüst işletim sistemi geliştirmeyi beceremedi. Çıktığı günden itibaren dibine kadar dışlanan Vista bile 8'den ve 11'den daha iyidir. Umarım bir gün kullanmak zorunda kalmam.

valorant

menü müzikleri inanılmaz kaliteli bir oyun.

tuhaftır ki valorant'ın bir tek müzikleri dikkat çekmiyor. zira internette ya da farklı biryerde müzikleri hakkında bir şey yazıldığını veya konuşulduğunu görmedim. evet bu oyunun müzikleri hakkında konuşan tek kişi ben olacağım sanırım, ama neden yazıyorum?

çünkü gerçekten oyunun kendisinden daha çok dikkatimi çekiyorlar. Bu elbette benim bakış açım, ama dikkatimi çekmesinin çok mantıklı bir sebebi var; "aşırı kaliteli olmaları"

zaten oyuna ilk başladığımdan beri dikkatimi hep çekmekteydi, ama bu son güncellemeyle gelen menü müziği tamamen noktayı koydu. oyuna ilk girdiğim anda zaten müziği hissettim, içimden; "off bu ne böyle?" diye sormadan edemedim. hatta bir süre dinledim, oyuna giresim gelmemişti. her güncellemeyle gelen menü müziği özellikle dinlemeye değer oluyor bunu kabul ediyorum, ama hintli ajan harbor'ın ve şuan ki güncel menü müziği çitayı apayrı bir noktaya taşıdı.

oyunun vikipedi sayfasına göre bu müziklerin müzisyeni, "jesse harlin" diye bir abimiz. öncelikle ne kadar kaliteli ve gerçek bir müzisyen olduğunu söylemeden edemeyeceğim. ya da benim tarzıma birebir mi uyuyor bilmiyorum ama, gerçekten bu adam ne yaptığını bilen bir müzisyen. valorant'ın müziklerine riot tarafından ekstra özen gösterildiği açık, ama bu tamamen jesse abimizin sayesinde. başarılarının devamını diliyorum üstad!

zannımca valorant'ın müzikleri de konuşulmalı. bu kadar kaliteli müziklerin hiçbir şekilde oyuncular tarafından açığa çıkarılmaması, ya da ilgi duyulmaması zannımca iyi bir şey değil. ve bu oyunun müziklerini oyundan daha çok önem veren tek oyuncu olabilirim. geçen bir oyuna girdim, gruptu. çalan müzik yine efsaneydi. dayanamadım, açtım mikrofona; "off müzikler efsane" dedim. sonra gruptan biri de dedi; "la siktir et hadi başlayın iki derecesiz atak". ilgisizliği buradan görün işte. bu tip andavallara zaten müzik kulağı müstahak.

neyse, dinleyin şu efsaneyi!

https://youtu.be/sATvSYizgxA

bölük

sanırım türkiye'de çekilen, gerçek askerliği birebir yansıtan 3-5 filmden biri. evet, yıllarca profesyonel askerlerin hayatının anlatıldığı diziler ve filmler izledik, ama hiçbir senarist ya da yönetmenden rütbesiz askerlerin, yani "er" statüsündeki askerlerin hayatının anlatıldığı dizi ve film göremedik son 6-7 yılda.

bölük filmi bunu yaptı işte. cetveli takip etmek yerine, cetvelin öteki ucunu tercih etti. insanlara milliyetçilik pompalayıp sahte askerliğe özendiren bir film hiçbir zaman olmadı. ve süresi farketmeksizin, askerlik yapmış biri olarak bu filmin içerdiği askeri detaylar gözümü kamaştırdı.

bu filmi ilk kez, 2017'nin sonlarına doğru sinemada vizyonda olduğu zamanlarda görmüştüm. hatta yanımda 3 tane de arkadaşım vardı, bölük'ün afişini görmüştük. sonra demiştik, "ula dağ 2'den sonra asker filmi izlenir mi beeğ" diye. sonra gidip yol arkadaşım'a girmiştik. bu pişmanlığı bugün halen yaşarım, düşünün kaç yıl geçmiş.

hani böyle askerden yeni terhis olursunuz, eve gelirsiniz ve sonra ülkede çıkan tüm askeri dizileri ve filmleri izlemeye başlarsınız. işte bölük filmi de bu konseptte izlediğim bir filmdi. ve samimi olarak söylemeliyim, şuana kadar türkiye'de çekilen en başarılı askeri filmlerin başında gelir benim için.

baştan aşağı filmi anlatmayacağım, ama şunu söylemeliyim ki, filmde askerliğe dair her şey var. askerlerin birbirleriyle kurduğu iletişimden tutun da, gerçek askeriye ortamını, ve bu ortamda bulunan tüm detayları en ince ayrıntısını incelemeye kadar. (dekor bile askeriye ile birebir aynı) filmde her şey mevcut. zaten beni bu kadar etkilemesinin sebebi de bu. filmi izlerken eğer gerçekten askerlik yapmışsanız, kendinizi sanki filmin içinde tekrar askerlik yapmış gibi hissedebiliyorsunuz. ve askerdeki hayatınızdan mutlaka ve mutlaka bir şeyler bulacağınıza da inanıyorum.

filmi ilk kez 2021'in başlarında izlemiştim. o zamanlarda bu film bu kadar popüler değildi. sanırım sonradan bir popülarite elde edecek ki, son zamanlarda özellikle shorts'ta birsürü kesit gördüm bölük'ten. bu kadar güzel işlenmiş senaryoyu sanatla neredeyse kusursuz performansta buluşturan filmin sonradan popülerleşmesi elbette türk seyircisinin bir ayıbı. ama geç olsun, güç olmasın diyoruz.

özellikle askerliğini er olarak yapmış insanlara izlemelerini tavsiye ederim.

istanbul u hatırlatan şarkılar

harıl harıl esen rüzgar ve dalgalanan deniz eşliğinde yaptığım vapur yolculuğunu, ve ortaköy'de bulunan inanılmaz boğaz ve köprü manzarasını iliklerime kadar hissettiren önemli şarkılardır.

https://www.youtube.com/w...pIC0gZG9uJ3QgeW91IGtub3cg

bilgi entrysi girmek

asla sağladığın katkıların karşılığını almamaktır. dünün en iyi entrylerinin derlendiği ufacık videolardan anlayabilirsiniz bu durumu. adam günaydın yazmış, gelmişler bunu dünün en iyilerine yerleştirmişler.

burası artık gerçekten vizyonsuz bir hal aldı. ekşi'de yazsaydım, şimdiye kaç kere ekşi şeyler'e çıkmıştım bunu bir tek allah bilir herhalde.

size de günaydın popçimentoloşkolarım!