bugün

evrende var olması muhtemel diğer insan türlerinin, homo sapiens benzeri türler olması gerektiğini söyleyen ilke.
Tanımı konusunda sıkıntı yaşanan ilke.

Öncelikle şunu belirtmek zorundayız: bu konuda elimizdeki veriler, iddialı açıklamalar yapabilmemiz için çok çok az. Henüz Dünya'mızdan başka bir gezegende yaşam bulabilmiş değiliz. Keşfettiğimiz yüzlerce gezegenden hiçbirinde, kompleks yaşamın izlerine rastlanamadı. Belki de bunun tek sebebi, teknolojik yetersizlikler. Böyle düşündüğümüzde, atom altı dünyada kat ettiğimiz yol ve gezegen üstü alemde kat ettiğimiz yol karşı karşıya geliyor. Küçük olan, dışında olduğumuz sisteme dair bilgilerimizin çabuk artmasına rağmen, büyük olan ve içinde bulunduğumuz sistem, bizleri oldukça ıssız bir adada hissettiriyor. Kısaca, kuvvetle muhtemel, evrendeki gezegenlerin çok büyük bölümünde yaşamamız olanaksız. Diğer yandan, özgün olan sadece Dünya'mız değil; Güneş'imiz de sıradışı bir yıldız. Astrobiyoloji dediğimiz dalı doğuran tüm bu sorunlar, başka bir yerde yaşam keşfedildiğinde, bunun insan kavrayışına etkisini ve ''yaşam'' kavramının tanımını işin içine sokuveriyor. Haliyle filozoflar ve teologlar da, haksız bir şekilde, daha şimdiden bu konuda en yetkin söz sahipleri konumuna geliyorlar.

''Yaşam'' diye söze başlayıp yaşamın türlerini düşündüğümüzde, mikrobal yaşamın oldukça yaygın olmasına rağmen, bitki ve hayvan gibi kompleks yapıların, çevresel faktörlere oldukça duyarlı olduğu gerçeği dikkatimizi çekiyor. Astrobiyoloji disiplininde çalışanlar arasında ise, bu konudaki fikirleri göz önüne alındığında, geniş bir yelpaze mevcut. Yelpazenin bir ucunda, "nadir-dünya" fikri yer alıyor ve evrende kompleks yaşamın yaygın olmadığını savunuyor. Yelpazenin diğer ucundaysa, şu anda bildiklerimiz ve bilmediklerimiz göz önüne alındığında, nadir-dünya fikrinin oldukça muhafazakâr kaçtığını ve karmaşık yaşam biçimlerinin yaygın olabileceğini savunanlar bulunuyor. Nadir-dünya görüşünü savunanların, biraz düşündüğümüzde mantıklı olarak değerlendirebileceğimiz çıkarımları şunlar: kompleks yaşam barındıran bir gezegenin, dönüş eksenini kararlı kılması adına, bir doğal uydusu bulunmalıdır, gezegen sistemi bir tek yıldızın etrafında dönmeli ve yaşamın bulunduğu gezegenin yörüngesini istikrarlı kılacak olan ve onu kuyruklu yıldızlar ile dev meteorlardan koruyacak dev gezegenler içermelidir. Bu sonuncu maddenin koruma durumu ile ilgisini sorgulayanlarımız olabilir; günümüzde biliyoruz ki, bilhassa Jüpiter'in çekim gücü, sistemimizdeki meteorları Dünya'dan uzak tutmaktadır. Bunların yanında, nadir-dünya görüşünün öncülleri arasında, gezegen sisteminin metal oranının yüksek olması ve sistemin radyasyonunun düşük olması gibi şartlar da bulunuyor. Kısaca nadir-dünya görüşünü savunan kesim, kompleks bir yaşam için esas olarak, Dünya'nın tüm özelliklerini gerekli tutuyorlar. Ancak bu noktada, herhangi bir gezegenin eksenine kararlılık kazandıracak bir doğal uydunun gerekli olduğu, şüpheli bir önerme gibi duruyor. Zira bu eksenin kararlı olma gerekliliği oldukça tartışmalıdır. Bununla beraber, bugüne kadar saptadığımız gezegenlerin büyük bir kısmı, metal oranları Güneş'imizin metal oranına yakın yıldızların çevrelerinde keşfedilmiş; ancak metal oranı düşük yıldızların çevresinde de gezegenlerin keşfedilmiş olması, durumu iyice karmaşıklaştırıyor. Gerçekten de, şimdilik galaktik bir yaşanabilir bölge çizebilmemiz için, elimizde yeterli verinin olduğunu iddia edecek hiçbir hamle yapamayız.

Şunu biliyoruz: şimdiye kadarki gözlemlerimizin öznesi durumunda bulunan keşifleri referans olarak aldığımızda, karmaşık yaşamın bulunduğu tek gezegen, Dünya'mız. Bu elbette bir ölçüde ilgi çekicidir; ancak inanılmaz ya da şaşırtıcı değildir, çünkü evrende var olan koşulları da günümüzde, bir ölçüde biliyoruz. Dünya'mızın evrimi sırasında bazı şartlar daha farklı olsaydı, elbette Dünya'da, üzerinde çalıştığımız haliyle bir kompleks yaşamdan bahsedemezdik. Daha da önemlisi, bizler sadece mevcut koşulları altında hayatta kalabileceğimiz bir gezegende evrildiğimiz için ''bize uygun'' bir gezegende bulunuyoruz.

20. yüzyıl'ın son çeyreğinde bazı teologlar ve filozoflar, evreni insanlığın varoluşuna özel bir önem vererek, hassas ayarlı fiziksel sabitlerle dolduran bir tasarlayıcının dışında, bu sabitlerin nasıl mümkün olabileceği sorusunu sormaya başladılar. "Hassas ayar" teriminin kökleri de esasında buradadır. Bu konuda öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor: evren insana değil, insan evrene bağımlı süreçler sonunda evrilmiştir. insan, evrene sonradan gelip yerleşmiş ve ardından yaşanabilir sınırda bulunan bir gezegende düşünmeye başlamış değildir. insan türü, evrenin bir parçası olan bir gezegen üzerinde gelişen şartlar -bu şartları fiziksel yasaların şekillendirdiğine dikkat edelim- sonucu, belli bir evrim ağacı bünyesinde günümüzdeki anatomik ve fizyolojik özelliklerini kazanmış; bazılarını da kaybetmiştir. Yani insan, evrenin, evrenle beraber değişen bir parçasıdır. Şimdi derinlere doğru kat edebiliriz.

Söz konusu teologların ve filozofların literatürlerinde bulunan hassas ayar argümanlarının neredeyse hepsinin sorunu, fiziksel bazı yanlış anlaşılmalardır. Bir örnek vermek gerekirse, Planck sabiti (h), ışık hızı (c), Newton'ın kütleçekimsel sabiti (G) veya bir başka fiziksel sabitlerin hassas olarak ayarlandığı konusunda verilen referanslar, tamamen yanlıştır. Çünkü bu sabitlerin hepsi, değerleri sadece kullanılan birim sistemini tanımlayan keyfi sabitler olarak bilinir. Bu açıdan bakıldığında, sadece ama sadece, kütleçekim kuvvetinin ve elektromanyetik kuvvetin oranı gibi, birimlerin işin içinde olmadığı (yani birimlere bağlı olmayan) "boyutsuz" sayılar işe yarar niteliktedir. Yani kabaca bir şekilde ifade etmek gerekirse, hassas ayar argümanları söz konusu olduğunda tek başlarına fiziksel sabitler değil, bu sabitlerin, birimsiz oranları önemlidir. Örneğin, "Nötrinoların kütlesi eğer 10 kat fazla olsaydı, evrende yaşam olmazdı." önermesi saçmadır, çünkü eğer nötrinoların kütlesi 10 kat fazla olsaydı, evrendeki nötrino nüfusu 10 kat daha az olacaktı ve evren buna göre düzenlenecekti.
akıllı tasarımcıların çok sevdiği ve beraberinde fine-tuned universe, holy book ile prayer rug getiren item. duruma göre prayer rug yerine christian cross ya da magen david de gelebilir.
bir su birikintisinin bir sabah uyanıp şöyle dediğini hayal edin: “bu içinde olduğum dünya çok ilginç bir dünya. bu içinde bulunduğum çukur tam benim boyutlarıma göre. benim şeklime tam olarak uyuyor, sanki ben gelip içine yerleşeyim diye yapılmış!” bu fikir o kadar güçlü bir fikir ki, her gün güneş doğmasına ve su buharlaşıp birikintiyi küçültmesine rağmen, birikinti kendi kendine “her şey yolunda, bu çukur ben içinde olayım diye yaratılmış, bu çukurun var olma sebebi benim, dünyanın var olma sebebi benim varlığım” demeye devam ediyor. bu yüzden sonunda tamamen buharlaştığı zaman çok şaşırıyor. insanlar olarak biz de aynı durumda olabiliriz.