bugün

istanbul atatürk olimpiyat stadında oynanan unutulmaz şampiyonlar ligi finali. unutulmaz olması istanbul'da oynanmasından değil maçın seyrinden kaynaklanmaktadır. milan ilk yarıyı; paolo maldini ve hernan crespo'nun(2) attığı gollerle 3-0 önde kapamış ancak ikinci yarı bir mucize gerçekleşmiştir, liverpool 6 dakika içinde bulduğu 3 golle skoru 3-3'e getirmiştir. ingilizlerin golleri; steven gerard, vladimir smicer ve xabi alonso'dan gelmiştir. sonrasında penaltılara kadar uzanan maçta liverpool kupayı almış ve italyanlara önemli bir atasözümüzü yedirmiştir:
(bkz: vakitsiz öten horozun başını keserler)
rövanşı için;
(bkz: 23 mayis 2007 liverpool milan maci)
yorumcu fatih terim'in devre arasında milan'ın soyunma odasına 3-0 önde gitmesinden sonra "milan gibi bir takım bu maçı bu saatten sonra vermez" dediği maç.
futbol tarihinin en keyifli birkaç maçından biri seçilmiş istanbul da önce üzen sonra mutlu eden finaldir.
ilk yarısı kabus, sonrası alabildiğine düğün olmuştur anasını satıyım. benim gibi bir liverpool hayranının asla unutamayacağı tarihi bir final olmuştur.
http://www.sporx.com/imag...8ca03544e327bb839f949.jpg
fatih terim'in döt olduğu maçtır, şampiyonlar ligi'ne yakışan derecede bir maç olmuştur ve de en güzeli organizasyonun türkiye'de istanbul'da olmuş olmasıdır.
bana iddaa da yaklasık 200 lira kaybettiren maç. oysa, devre arası olana kadar herşey ne kadar guzeldi,ümitlenmiştim ve o çok istediğim beyaz ayakkabıları alacaktım.olmadı..
milan maçı anlamsız bir şekilde 3-0 dan verince başımdan aşagı kaynar sular dökülmüştü. o gece ettiğim küfürler yaklaşık 3 senelik küfür etme kontenjan'ımı doldurmuştu.
dip not;2005 senesinde üniversite öğrencisiydim ve okuyan bilir 200 lira cok guzel bir paradır oğrenci için.
fatih terimin 3-0 dan sonra bir italyan takımı 3-0 dan maç kaybetmez maç burda bitti deyip ardından göt olduğu maçtır.
o değil de hernan crespo'nun skoru 3-0 yapan golü çok güzeldi. ayrıca ac milan oyuncuları bu maçta gol kaçırma yarışına girmiştir ki andriy shevchenko'nun yanılmıyorsam uzatmalarda 50 santimetre mesafeden kaçırdığı golü de düşündükçe, liverpool'un bala göte kazandığı bir final maçı olarak aklımda kalmıştır hep. ac milan ikinci yarıda işi taşşağa vurmasa rahat 6-0, 7-0 gibi fantastik skorlar ortaya çıkabilirdi. ama hesabı zaten 2 sene sonra kesilmiştir.
(bkz: 23 mayis 2007 milan liverpool maci)
saha içinde görev yaptığım maçtır. maç esnasında farkedemedim heyecandan ama daha sonradan mucizeye tanıklık ettiğimi farkettim. müthişti gerçekten de.

ayrıca arabasına sadece turist alan ve beni gece saat 3 e kadar allahın siktir ettiği yerde bırakan taksicilere de burdan selam ederim.
liverpool'un penaltı kazandığı pozisyonda ceza sahasında ikiye bir yaparak topu gerrard'ın önüne bırakan futbolcu saçlı* kişi milan baros'tan başkası değildir.
skor 3-3 e geldikten sonra liverpool'un inanılmaz balı başlamıştır. milan çok ama çok net pozisyonları değerlendirememiş, penaltıları da inanılmaz kötü kullanarak kupayı liverpool'a hediye etmiştir.

liverpool, bala göte kazanmıştır. s*
uzatma dakikalarında sheva'nın 1 metre mesafeden topu boş kale yerine dudek'in kalçasına atarak dudek'e "g.tümle bile kurtarış yaptım" dedirten maçtır.
iddaa bu maçı tekli oynananlar listesine almıştı. dönem itibarı ile milan daha gözde bir takımdı ve önüne gelen milan a basmıştı. devre arasına da 3-0 gibi bir neticeyle girilince milan a basanlar eşine dostuna voliyi vurduğuna dair demeçler vermişti. ama ingiltere nin liman takımı tüm zamanların en baba geri dönüşlerinden birine imza atınca maç sonunda milan a oynayanlar para yerine başka birşeyi avuçlamışlardı. basılan paraya kontör/fatura masrafları da eklenince son basanın yine iddaa olduğu doğrulanmıştı. geceye dair bu bahis kurbanlarının tek tesellisi uzatma boyunca küfür yağmurları eşliğinde oynayan milan ın bir ara sımsıkı tuttuğu kupayı adaya yollaması oldu..
italya'da ac milan'ı, ingiltere'de liverpool fc'yi destekleyen biri olarak tarafsız izlediğim maç idi. ayrıca:
(bkz: futbol asla sadece futbol değildir)
ayrıca inter milan taraftarları bu maçtan sonra ac milan ile baya bir dalga geçip, liverpool taraftarları ile samimi olmuşlardır.
jerzy dudek`in penaltı nasıl kurtarılır adlı dersi verdiği karşılaşma
şu anda galatasaray'da oynayan milan baros ve harry kewell'ın başlama vuruşunu yaptığı unutulmaz maçtır. Bu maçtan sonra istanbul liverpool taraftarının gözünde unutulmaz bir şehir olmuş adına besteler yapmışlardır.

(bkz: istanbul is wonderful)
durum 2-0 iken oyundan sakatlanıp çıkan harry kewell'in liverpoollu taraftarlarca ıslıklandığı maçtır. kewell bu olayı daha sonraları "taraftarlar sakatlığıma inanmayıp tepki göstermişlerdi ama bilmedikleri, sakatlığımın aslında çok ciddi* olduğuydu" diye anlatmıştır.
arkadaşımla girdiğim iddiada bana 5tl kazandıran maçtır. 3-0 da benim halimi düşünün artık.
not: o zaman 8. sınıf öğrencisiydim.
Fatih Terim in yorumladığı efsanevi maçlardan biridir.
biletlerinin karaborsada servet ettiği maçtır.

ayrıca edindiğim iki bileti ingilizlere sattığım ve bana ufak bir servet kazandıran maçtır. * *
şampiyonlar ligi tarihinin en güzel finalidir. ev sahibi olmamız da ayrı bir şükela olmuştu.
jamie carragher'ın anlatışıyla devre arasındaki 15 dakika;

insanlar devre arasına girerken aklımdan neler geçtiğini soruyorlar. soyunma odasına doğru giderken, umutsuzluk ve aşağılanmanın iç karartıcı kombinasyonu bana acı veriyordu. kafamı kaldırıp da kalabalıktakilerin suratına bakacak ya da stadın her tarafına dağılmış olan kırmızı bayrak ve formalara göz atacak halim yoktu. yere doğru bakıyor ve bitmek bilmeyen bir hüzünden başka bir şey göremiyordum. hayallerim toz duman olmuştu. artık maçı düşünmüyordum. düşündüğüm tek şey ailem ve dostlarımdı. çok üzgündüm. aklıma delice, saçma sapan şeyler geliyordu. mesela; "evdekiler bu duruma ne diyecekler?". eve gidince alay konusu olma fikri beni rahatsız etmişti. bütün şehir, bütün ülke, hatta bütün dünya bizimle dalga geçecekmiş gibi hissediyordum. yaşadığım derin üzüntüye bir de utanç eklenmişti.

taraftarlarımız stadın her yerini doldurmuştu ve yaptıklarımızı telafi etmenin hiçbir yolu yoktu. neredeyse, finale kadar geldiğimize pişman olmuştum. juventus ve chelsea'yi eleyerek başardığımız tek şey, milanın bize üstünlük sağlamasına ve belki de avrupa kupası finallerindeki en farklı skoru elde etmesine imkan tanımak olmuştu. 1989da steau bükreşi, 1994te de barcelonayı 4-0 yenmişlerdi. 5-0 ya da 6-0lık bir mağlubiyet alarak tarihe geçmekten korkuyordum. artık benim için tek önemli şey 3-0lık skoru korumak ve en azından birazcık da olsa insanların saygısını kazanmaktı.

soyunma odasında kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. liverpoolun efsanelerle dolu tarihindeki yerini alacak olan destansı bir 15 dakika başlamıştı ama bunun farkında değildik. böyle durumlardaki en önemli sınav, asla pes etmemenizi sağlamaktır. hayallerimizin paramparça olduğunu ve 9 aylık çabamızın felaketle sonuçlanacağını kabullenmek hepimiz için en kolayı olurdu. zihinsel olarak darmadağın bir haldeydik ama böyle bir kaderi kabullenmenin benim tabiatıma aykırı olduğunu biliyordum. ne kadar kötü olursa olsun, sorumluluklarımızla yüzleşmek zorundaydık. neyse ki, soyunma odasında, hırpalanmış ruhlarımızı kendine getirebilecek kadar aklı başında olan biri vardı. rafa benitez, o gün atatürk stadındaki soyunma odasında, anfield tarihindeki yerini sağlamlaştırdı.

durumu ele alış biçimine sonsuz bir hayranlık duyuyorum. içinde bulunduğumuz şartlara rağmen rafanın davranışları hiç değişmemişti. onun o soğukkanlı tavrına her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardı. içten içe bizimle aynı şeyleri hissediyor olmalıydı. ailesini ya da ispanyadakilerin takımının düştüğü halle ilgili söyleyeceklerini düşünmemesine imkan yoktu. ama karşımıza geçmiş, bozuk ingilizcesiyle imkansızı başarmak için yapmamız gerekenleri anlatıyordu.
içimden "kolay gelsin" diye geçirdim. yapacağı değişiklikleri anlatırken çok az da olsa duygu emaresi gösteriyordu ama taktik değişiklikleri yaparkenki hızı, kafasının hala ne kadar iyi çalıştığının işaretiydi.

ilk olarak traoreye duşa girmesini söyledi. bu, bir oyuncuya oyundan alındığını söylemenin kibar yoluydu. djibril cisseye sağ kanatta oynayacağı söylenince, hemen hazırlıklarını tamamladı. traore formasını çıkarırken, steve finnan ile fizyoterapist dave galley arasında bir tartışma patlak verdi. finnan kasığından sakatlanmıştı ve galley oyundan alınması gerektiğini söylüyordu. finnan ise çılgına dönmüştü, sahada kalmak için yalvarıyordu. rafa taviz vermedi. finnana şunları söyledi: "kewell sakatlandığı için sadece 2 değişiklik hakkımız kaldı. şu anda 2 oyuncu birden değiştiremem. sen sahada kalırsan son değişiklik hakkımı da kaybetmiş olurum."

traoreye formasını tekrar giymesi söylendi. sonra birden, bir anda kafasında bir ampul yanmışçasına beklenmedik bir karar verdi. "finnanın yerine hamann girecek. 3-5-2ye dönüyoruz". sesindeki emin ve inançlı ton, bana bir süreliğine de olsa güven aşılamıştı. "pirlo orta sahadan maçı yönetiyor. luis ve stevienin ona yakın oynamasını ve orta sahada onlardan daha kalabalık olmamızı istiyorum. böylece istediği pasları atamayacaktır."

bu kadar kısa bir sürede böyle bir karar vermesi, bana bu taktiği daha önceden düşünmüş olduğu hissini vermişti. çok defansif bir strateji olsa da juventusa karşı işe yaramıştı. bir tarafım şöyle söylüyordu: "iyi. 45 dakika gecikmeli de olsa, doğru yolu bulduk". içinde bulunduğumuz şartlar düşünüldüğünde, ne olursa olsun cesur bir hamleydi.

hem cisse hem de hamann maça girmek için hazırlanıyordu ama ortada bir sorun vardı. "rafa, sanırım sahaya 12 kişi çıkıyoruz." djibrilin oyuna girmek için biraz daha beklemesi gerekecekti.

harap haldeki soyunma odamızdan çıkarken maldiniyi gördüm. takımının önünde sahaya dönerken çelik kadar azimli olduğu suratından belli oluyordu. gördüğüm şey beni pek cesaretlendirmemişti. maçtan sonra, milanlıların devre arasında soyunma odasında kutlamalar yaptıklarına dair iddialar ortaya çıkmıştı. bu yalanlara onların adına çok üzülmüştüm. traore maçtan sonra verdiği bir röportajda, skor 3-0ken italyanların kendinden çok emin olduklarını söylemişti. bence bu sözleri saflığından kaynaklanıyordu ve gazeteciler tarafından bir peri masalına dönüştürülmüştü.

kesinlikle öyle bir şey olmadı. milanlılar böyle bir şey yapmayacak kadar profesyonellerdi. kaptanları, edindiği onca tecrübeden sonra, soyunma odasındaki hiçbir oyuncunun maçı kazandıklarını düşünmesine izin vermezdi. soyunma odasında şampanya patlattıklarına dair hiç bir şey görmedim. onlara duyduğum büyük saygı nedeniyle, böyle bir şeyi aklımdan dahi geçirmiyorum.

diyelim ki, gerçekten de devre arasında kutlamalar yaptılar. onları kim suçlayabilir ki? sahaya geri dönerken maçı milanın kazanacağına emindim. istanbuldaki 40.000 liverpool taraftarı da öyle. buna milanlılar neden inanmasın ki?

uzaklarda "you'll never walk alone"un söylendiğini duyuyordum. tünelden çıkarken ses daha da yükselmeye başlamıştı. ama taraftarlar marşımızı her zamankinden farklı bir şekilde söylüyorlardı. taraftarlarımız marşımızı değişik durumlarda değişik şekillerde söylerler. evimizdeki maçlardan önce hep bir ağızdan, kulakları sağır edecek şekilde söylenir. bizi yüreklendirmek, rakiplerimizi ise korkutmak ve teslim olmalarını sağlamak için. eğer önemli bir maçın son dakikalarına galip giriyorsak, bu sefer de kutlama yapmak için söylenir. ama marşın sözlerinin daha büyük anlamlar kazandığı durumlar vardır. taraftarlar istanbulda devre arasında marşımızı inançtan daha çok şefkatle söylüyorlardı. yavaş ve hüzünlü bir biçimde. adeta ilahi söyler gibi. taraftarlar bizim adımıza dua ediyorlardı. bana göre bize şu mesajı veriyorlardı: "yaptıklarınızla hala gurur duyuyoruz. hala sizinleyiz. başınızı öne eğmeyin." muhtemelen bu mesajın altında bir de uyarı gizliydi. "bize daha fazla hayal kırıklığı yaşatmayın." sahadaki pozisyonuma doğru yürürken kendimi suçlu gibi hissediyordum.

antrenörümüz alex miller devre arasının sonunda taraftarlar için bir gol bulmamızı söylemişti. ikinci yarı için sahaya çıkarkenki zihin halimiz buydu. bir gol bulabilirsek gururumuzu kurtarırız.
oradaydık.