bugün

sanki biryerde bedava bal dağıtılıyormuş da birileri bulup türkiye'de güzel paraya satıyormuş gibi izlenim veren ve ardı arkası kesilemeyen reklamlardır..

sanki yeni bir icatta bulunmuş adamlar..la bildiğin bal işte..yok doğalmış,organikmiş..

geçiniz bu işleri..en halis bal bile kovandan alınır alınmaz 14 gün içinde tüketilmezse glikozillenmeye başlar..yani şekerlenir..o yüzden kavanozda yediğiniz bal da şekerden başka bir halt değildir..hiçbir faydası da yoktur..zararı vardır..

Temiz dönemlerde arılar, insan onu bir kovana koysa da koymasa da, kendilerine bir sığınak bulur. Bahar gelip çiçekler açınca yola revan olur, en erken açandan başlayarak, hem bitkiler arası döllenmeye aracılık ederek tabiattaki yaşamın devamını sağlarlar, hem de yaptıkları bu muhteşem hizmetin karşılığında -çiçeklerden- ödül olarak haklarını alırlardı. Sonra o ödülü, kendi yaptığı mimarı bir şaheser olan peteğe taşır ve bala dönüştürürlerdi.

Kış yaklaşana dek devam eden bu mücadele sonrasında, ürettiği ilacın/balın bir bölümünü kışlık erzak olarak ayırır, bir bölümünden oğul çıkarır, bir bölümünü de insan dâhil kurda kuşa armağan ederdi.

Çiçekler arılardan, arılar çiçeklerden memnun, dost hatta kardeşçe yaşayıp giderlerken, gel zaman git zaman binlerce yıl birbirini kovalar.

Ardından milattan sonra 20. asır denilen bir çağa gelinir. Emperyalist endüstri denilen bu yeniçağda, iri yapılı, tuttuğunu koparan, el attığı her şeyi mundar eden arı eşeği veya eşek arısı lakaplı bir el uzanır kovana..

Derken bir haris karanlık el aç gözlülüğü nedeniyle, arının önüne petrolden ürettiği bir petek koyarak, onu sınar. Oyuna gelen arı önünde hazır bulduğu yapay peteği tamamlayıp doldurunca, sıra yeni sınamalardadır. Bu kez de şeker ve glikoz denilen kimyasallar koyarlar önüne. Ve o da, yenik düşer nefsine..

Hâsılı kelam; çiçekler arısız, rençper meyvesiz, toprak bitkisiz kalır...

Fıtratı bozarlar, -bazı- bitkiler ve tabiî ki hayvanlarda yok olur. Sonra para babaları uçsuz bucaksız tarlalarda tek tip bitkiler yetiştirmeye başlarlar Bu mono ve nano dünyaya uyum sağlayamayan arılar, temiz yerler ararlar kendilerine.. Kaçabilenler kurtulup, hızla azalan kırlara, dağlara çekilirler..

Bu karanlık kapitalist el, ne yapıp ne edip orada da bulur onları. Kimini avlar, kimini kandırır, kimini zorlar, kimini de tehdit edip yine hapse mahkûm eder. Arı denilen ilaç üreticisinin, 60 güncük ömründe başına gelmedik kalmaz..

Onun ürettiği ilaçtır ilaç olmasına, fakat insanlar onu ilaç niyetine değil, haz için tüketmeye başlar... Hem artık o muhteşem ilacın yerini, emperyalist endüstrinin kimyasalları almıştır. Gerçek olan balsa bozulmuş, bozulmuş, bozulmuş, glikoza dönüştürülmüştür...

Arıların sarayı kovanların önüne, iri yapılı tankerler, mısırdan, pancardan elde edilen glikozlar taşır olmuş...

Aslında bizim televizyonda satılanlar da bal değil, glikozmuş... Konvansiyonel bal denilen ve kilosunu 25 liraya sattıkları sündürmeli süzmeler, toptancılarda 26 kiloluk tenekelerde 180 liraya yani kilosu 7 liraya satılıyormuş.. Bunların kimileri Çin'den, kimileri Rusya'dan gelir olmuş..

Kavanoza bir etiket, kerameti kendinden menkul birkaç ekran yüzü, 7 liralık glikozlu konvansiyonelin kilosunu 25 liradan akıtır olmuş..

Yanında verilen yıkama topları, pekmezler, polenler yani sair zerzevat ise büyük kârdan yapılan indirimmiş..

işin ehli gerçek bal üreticileri ise bu aymazlığı durdurmak için yırtınıyormuş...

Rivayet odur ki; onları duyacak, görecek, hissedecek ne kulak, ne göz, ne de vicdan kalmış..

Kimi uyanıklar ise organik sertifikaları olmadığı ve organik üretim yapmadıkları halde, markalarına ''organik'' kelimesini ekleyip tescil alarak, organik-morganik ayağıyla pazarlıyorlarmış..

Yine rivayet odur ki; bu işten iyi para kaldıran medya da bu işi görmemek, duymamak için körleşmiş, sağırlaşmış..

Bu masal ülkesinde bir de, Tarımsal Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü varmış..Yayınladıkları 2010 verilerine göre; yılda sadececik 209 toncuk organik bal üretiliyormuş ve bunun çoğunluğu da ihraç ediliyormuş..

Anlayacağınız şimdilerde gezegende emperyalist kimyasal endüstri çağı yaşandığından, masal ülkesi bakiyeyi Osmanlı da; bal, bal çağında kalmış..

Onlar yermiş glikozu, biz çıkacakmışız kerevetine!
kendi ballarının güvenilirliğini test etmek için sokaklarda ellerinde kaşıkla gezen adamların reklamlarıdır. flash tv'den daha da soğumam için iyi bir nedendir. (bkz: balderesi bal)
kilosu 15 tl ye halis çambalı varken, içinde ne olduğu belli olmayan şeylerin reklamıdır. lan balınızı da gidin bim den falan alın amk, televizyondan bal mı alınır.
(bkz: balparmak)
(bkz: baldız baldan tatlıdır)
shopping tv' deki bayan azdırıcı damla reklamları 'nın dişli bir rakibidir.
Devası olmadığı hastalığın bulunmadığını idda ettikleri dandik balları millete kakalamak için envayi çeşit kanallarda konuşlanmış, bıktırıcı reklamlardır.
hep küfür edip, "ne balmış be arkadaş" dediğim reklamlardır.
Çünkü nedense bu sattıkları "bal", o kadar etkili ve sağlıklıymış ki; hasta olanları, iktidarsız olanları sağlıklı birey yapıyormuş.

işin tuhaf yanı, bal firmaları ve reklamları gün geçtikçe çoğalıyor.
Affola ama, (bkz: bir bitmediniz amına koyayım)
yalan reklamlardır. radyolarda konuşan aynı ofisi paylaştığım bir dostumdur adını bile yanlış söylüyor. sadece ticari olarak yapılan reklam çekimleridir.
her görüldüğünde insanın sinir kat sayısını fazlalaştıran reklamlardır.
yanlış duymadınız bir kavanoz bal alana bir kavanoz hediye...
Zall parmak reklamları da yakında sözlüğü kaplar.
Her gördüğümde (bkz: işler güçler)'den "allah belanı versin ahmet kural" repliği aklıma gelir.
Yıllar önce Flash Tv'de ibnenin birinin oynadığı ''5 kavanoz bal 100 tl'' diye bir reklam geldi aklıma akşam akşam. Balderesi miydi balevi miydi neydi öyle bir şeydi.
arka fonda te ma etmaje çalar.
televizyon izleyecek vakit buluyorsanız onu da izleyin bre, ne olacak?

tanım: almayın, inanmayın, etmeyin.
TV'den bal almak bir nevi intihardır.