bugün

aşkların en zahmetlisi, acı çektirmeye en müsait olanıdır.
aşık olunan kişinin bir de aşk' ı varsa zaten sormayın gitsindir.
tek taraflı yaşanan, yaşadıkça da nice şiirlere, sözlere ve mısralara ilham olan aşktır.

ete kemiğe bürününce acıların en kötüsünü yaşacağınız için tek taraflı yaşanması gereken aşktır.
sevebilirim,
hem de nasıl,
dile benden ne dilersen,
canımı gözlerimi.

kızabilirim,
ağzım köpürmez,
ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında,
devenin öfkesi, kinciliği değil.

sebebi ne?
seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın,
sen böyle uzakken senin sesini duyup,
yerimden fırlamamın sebebi ne?
oturduğun yerden sevmek.
muz kabuğuna basmak gibidir. hayatı, çekeni, geleceğini öyle bir kaydırır ki bir daha durduramazsın.
hastalıklı boyutlara ulaştığında başa beladır.böyle içinde kalır patlar.
yazdığı her sözcükten çaldığı her şarkıdan gülümsediği her andan anlamlar çıkarıp kendinize yüklemektir.
Bence aşkların en güzeli ve en gereksiz olanı. Çünkü insanı hâlden hale sokar. yazıktır.
Tam ona adım atarken bakarsınız karşınızdaki konum değiştiriyor. Bu seferde olmadı deyip bir sigara yakarsınız.
delik bidona su doldurmak kapalı dükkana kira ödemek gibi bir şeydir.
kırk gün su içmeden pınar başında bekleyip su sesiyle sarhoş olmak.
Kendine gelme.. Acı çekme, hayatı;iyi olanı kötü olanı öğrenme..kontrolsüz sevme.. anlamsız öfke.. tehlikeli şekilde nefret etme..en kötüsüde bunun sana daha çocuk iken denk gelmesi...
bu platonik aşkınızı görmeniz kısıtlıysa mesela şehir dışında yaşıyorsa tatil için yazlığa falan geliyorsa çok daha koyar adama.bütün kış o aşkınızı beklersiniz ve beklediğiniz aşk gelmiştir platonik aşkınızı görürsünüz ancak sadece görürsünüz ne öpebilirsiniz ne koklayabilirsiniz görürsünüz ve arkadaşsanız konuşursunuz bu kadardır ve her bir hareketinde kafanıza göre yorum yaparsınız acaba bana bir işaretmiydi oda biliyormu sevdiğimi,oda seviyormu falan diye zor aşktır zor.
acıdır acı..sesini duymak , görmek içinizi yakar..kor gibidir orası.ne yapıcağınızı bilemezsiniz.?unutayım denir ama pekte bi işe yaramaz aslında .bir umut işte belki o da seni seviyordur belki.. (bkz: çok seviyorum ama sözlük)
aşk olsun da platoniğinden yiyelim. kısacası aşk meşk cinsel çekimden ibaret.
beylik laflar işte!
platonik aşk her daim aşk hayatımı süsleyen ve ona anlam katan kelimeler bütünüdür. gariptir ama çoğu vakit insan ulaşamadığı ya da ulaşmaktan çekindiği kişilere özel duygular besler. çoğu zaman da sorgulamaz. ya bir bakışına ya güzel gözlerine ya kıvırcık saçlarına ya da esprik duruşuna hayrandır. Hele de ergen çağında hatun/oğlansanız iş daha karmaşık olur. O çağlarda insanlar aşkın kutsallığına inanır. Saftır. Her hareketinden bir şeyler çıkarır ya da onunla ilgili en küçük bir ayrıntıyı kaçırmak istemez. Sene 1999 dur ki başıma geldiğini anladığımda fena halde bozulmuştum. Neden? Takıntı haline gelmeye başlamıştı. işin garip tarafı platonik aşkın her türlü göstergesi şiddetli bir biçimde yüzümüzden okunuyordu. Çoğu konuda cesur bir hatun olsam da gönül konularında solda sıfır kaldığımı bilirim. Süreç beklediğimden uzun geçti. Onun da dahil olduğu ne aptal hayaller kurmuştum. onunla okul bahçesinde turluyor, onunla dershanede karşılaşıyordum, aniden yolun başında karşılaşıyordum, ya da kursa gidiyordum, onun tuttuğu takımı tutmasam da *terli maçlarını zevkle izliyordum. Onunla mezuniyete katılıyordum ilk dansımı onunla yapıyordum. Saatlerce gevezelik ediyordum, sinemaya tiyatroya gidip kültün dibine vuruyordum..çalan tüm şarkılarda ondan bir şeylerden buluyordum. Bunları hayallerde yaşıyordum...O gülünce gülüyor, adını sıralara kazıyordum. başka şehre gittiğini düşündüğümde ona nasıl ulaşırım diye düşünmekten gözlerime uyku girmiyordu. Adını google'a yazıp bir ümit haber arıyordum. Bu vesileyle girdiği üniversiteyi öğrenmiştim. O ara facebook çıkmamıştı galiba ne garip...bir gün bana ulaşıp ilk adımı atmasını bekledim hep galiba. o ise bunların çoğundan habersizdi. Bu meretin en acımasız tarafı da bu değil miydi zaten!

Daha dün hayalim gerçekleşti saatlerce onunla hiç de hayal etmezken bir arkadaşlık ortamında karşılaştım ve vakit geçirdim. Sonuçta hayatımda hiç bu kadar birinden negatif elektrik almamıştım...
yaşamayan sözlük yazarlarının boşuna entry girmemesi gereken aşktır.
karşılık vermeyen kişi birgün gözünüzün önünde elinizden ilelebet kayarsa intihara kadar sürükleyebilecek aslında bir hastalıktır.
karşılık beklenilmeksizin geliştiğinden aşkın tam manasıyla gerçek versiyonudur.
insanı her türlü kepazelik duruma düşürebilen aşktır.
ağzının ortasına etse yine de bitmeyecek aşktır, yıllar sonra bile unutulması mümkün olmayan aşktır.
gerçekten aşktır aşk, karşılıksız kaldığı sürece...

(bkz: yaşamayan bilemez)
derste gizlice bakıyorum sana, hiçbir tepki vermiyorsun etrafında olup bitenlere. kimsenin yüzüne bakmıyorsun, hiçbir soru sormuyorsun mesela bana, hiç bu kadar masum görmemiştim kimseyi, gözlerin boş bakıyor etrafına kimseyi istemiyorsun belki yanında. arkana oturduğum zaman ellerimi sıkıca sıkıca tutuyorum ; dokunmak istiyorum saçlarına.ellerimi yanaklarında görmek istiyorum. gülerken kısılan gözlerine, ellerinin ellerimde terleyişinin her saniyesini çözmek istiyorum.

bana bir kere bakmanı istiyorum, bilmiyorum çok mu şey istiyorum. anlam veremiyorum güzelliğine, bir sıfat takamıyorum mesela o güzel yüzüne. kalbim ağrıyor artık seni görünce, aslında kalbim senin boş ve etrafa anlamsız, küçümser değilde sebepsiz bakışlarına ağrıyor galiba. eve geldiğimde kendi halimle dalga geçiyor, aşağılıyorum. ağlıyorum, kıskanıyorum; ''acaba seviglisi mi var? yoksa bir problemi mi var?'' diyerekten içimdeki kurtlar birbirini kemiriyor. sonra gün yeniden doğuyor, ezan sesi yeniden duyuluyor, ben böyle yaşıyorum, senden habersiz, sürekli seni gözleyen bir ruh gibi...

edit : imla
"hergün uğraş, hergün kaybet" oyunu.
karanlık bastırdı mı, dayanamıyorum işte; karanlık bastırdı mı direncim falan kalmıyor. sanki gizli bir güç beni sokağa, karanlığın içine çekiyor. kafamdaki hayaller çekiyor beni oraya, önemli olan bu. öyle bir düşünceye kapıldım ki sanki dışarıya çıkar çıkmaz, birden sokakta onunla karşılaşacakmışım gibi oluyorum. daha doğrusu o yürüyen başkaları, bense bile bile arkadalarından gidiyorum, hem yürüyor, hem de '' şu giden, evet, şurda giden benim sevdiğim kadın olmasın?'' diye düşünüyorum. böyleyim işte, imkansıza yelken açıyorum...
aşkın en masum halidir. düşünülen kişi herşeyin en iyisidir o bir melek yada prenstir. o sıçmaz o sümkürmez o asla ossurmaz ve o yanlış yapmaz. ne akla ne gönüle uygundur bu aşk sallayın gitsin.
lisedeyken yaşadığım etkisinden hala kurtulamadığım illet. gıda müh okumam ve aktif bi topluluğun yönetim krulu üyesi olmam sebebiyle onlarca kızla tanışıp, hiçbirine yazamamın, çünkü duygusallık aramamın,bulsamda çoğunu istememin sebebi. çözümün hipotezi varsa denek olabilirim
sevmelerin en ağır olanıdır aslında. yaşamadan "ben aşk'ı bilirim" dememek gerekir zira. o kadar tuhaftır ki...

en küçük şeylerden, dünyayı kurtarırcasına sevinirsin resmen. şu midede uçuşan kelebekler boyutunu çoktan aşmıştır artık olay. bir kısa filme bölünür her şey, sadece ikinizin olduğu. sizin dışınızda her şey buğuludur, ne olduklarını seçemezsin bile. o'na bakınca slow motionda başlar her şey. peynir kokusuna giden bir fare gibi hipnoz olmuşcasına...

hayal gücün seni esir almıştır. yaptığı en ufak bi hareket, söylediği en ufak güzel bir söz, döner durur zihninde. türlü filmlerde replik olarak kullanırsın bunu, yönetmeninin hayal gücün olduğu filmlerde.

ama her şey böyle toz pembe gözlüklerde değildir elbet. çok acır, çok acıtır. hele bir başkasının gözlerindeyse gözleri... cemal süreya'da demiş ya zaten;

"kac kez sana uzaktan baktim 5.45 vapurunda;
hangi sarkiyi duysam, bizim icin soylenmis sanki

tek yanli ask kisiyi nasil aptallastiriyor
nasil unutmusum senin bir baskasini sevdigini "

aynen böyledir aslında.

kimi zaman daha insaflı davranır sana hayat. başkası yoktur belki ama, sana bakmadığını da bilirsin o gözlerin. haberi bile yoktur belki senden. ah nasıl zordur, sen delicesine severken arkadaş rolü yapmak...

sonra... sonra pes edersin artık. hayalinde yaşamanın verdiği mutlulukla avutmaya çalışırsın kendini;

"alisirim seni yalniz duslerde oksamaya;
bunun verdigi mutluluk da az degil ki

cikar giderim bu kentten daha olmazsa,
sensizligin bir adi olur, bir anlami olur belki"

ve en son olarak, şişenin içine atılmış mektuplar misalidir, ulaşmayacağını bile bile yazılmış...

"bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
yalvarırım onu okuma çarşamba günleri"
geçenlerde bir çay bahçesinde seni gördüm, yanında bir adam ve dünyalar tatlısı bir kız çocuğu vardı, uzaktan seyrettim sizi, o an ne hissedeceğimi bilmeden yalnızca bakakaldım ve o an size yalnızca bir merhaba demek geçti içimden ancak hemen vazgeçtim. yanımda oturan arkadaşıma dünyanın en saçma bahanesini uydurarak hemen uzaklaştım oradan ve tam yanından geçerken birde baktım ki o sen değilsin, o sıra da kulaklığımdan teoman çoban yıldızııı diye haykırıyordu ve ben yalnızca üzüldüm, hepsi bu. tüm öğleden sonrası ellerim ceplerimde boş suratlara baktım, kahkahaları dinledim, hemen önündeki kıza laf attıktan sonra sırtlanlar gibi gülen insanların çıkardığı sesler yani, mercedesinin camından çöp tenekesine basket atmaya çalışan bir gencin attığı basketi tutmaya çalışan çöp toplayıcıları gördüm. bir çok şey farkettim o öğleden sonrası yalnızca kendi saçmalığımı hiç düşünmeden ve esgeçerek.
yakalanan en ufak bir bakışın bile insanı sarhoş ettiği türlü hayellere daldırdığı içinizde binlerce kelebeği uçuşturan en çok heyecanlandıran en çok üzen aşktır.
adını platon'un, öğretmeni olan sokrates'e duyduğu ilgiden alan aşktır. sokrates evli olduğu için, kendisinden yaşça çok büyük olduğu için, ve öğretmeni olduğu için hiçbir zaman açılamaz ona platon.