bugün

serdar turgut un bugünkü akşam gazetesi nde yazdığı ve aydın doğan ı mezar soyguncusu gibi çok ağır tabirlerle eleştirdiği yazısının başlığı. metin aşağıda :

Aslında bir süreliğine yazılarıma ara vermek niyetindeydim. Genelkurmay Başkanı nın dediği gibi bende de dükkan kapalı olacaktı. Zor tutabileceğim bir karar verdiğimi biliyordum ama soyut mizah üzerine okumak ve düşünmek istiyordum. Çok önem verdiğim bu konuda düşünürken küçük, detay tuhaflıklarla kafamı yormak istemiyordum ama içinde olduğumuz medya ortamında buna galiba imkan yok. Hürriyet gazetesi bana biraz istanbul’un yerinden oynamış kaldırım taşları arasına biriken çamurlu suyu andırıyor. Farkında olmadan o taşa basarsanız üstünüze çamur sıçrayıverir, siz işiniz gücünüzle uğraşırken. Bambaşka şeyler düşünerek yürürken birden bakarsınız paçanız çamurlanıvermiş. Bunu hayatın bir cilvesi ve gülünecek bir detay olarak görmeye kararlı olsanız da çamuru temizlemek zorundasınız. Eğer kendi görünümüze dikkat ediyorsanız, en azından kendiniz ve etrafınızdaki insanlara temiz görünmeye dikkat ediyorsanız ister istemez o çamurları temizleyeceksiniz.

Hürriyet bize yine çamur olarak geldi ve paçamızı pisletti. Kabul ediyorum üstlerine bastık. Ne mi yaptık emin olun fazla bir şey değil. Sadece Hürriyet müthiş bir prestij kaybına uğrarken biz bu gazetede sağlam duruş sergileyerek saygınlığımızı tırmandırıyoruz her geçen gün. Bunu hiç kaldıramıyorlar. Patronlarının bitip tükenmeyen hırsı ve doyamaması nedeniyle oraya buraya bir saldırıp bir çekiliyorlar, kendi kafalarında bir iş planı var ve yayıncılığı da o iş planına göre sürdürüyorlar. Okuyucular artık Hürriyet hükümeti eleştirdiği zaman sadece Acaba ne istediler de alamadılar?, hükümeti övdüğü zaman da Acaba ne aldılar? diye bakıyor. Bu tepki toplumda otomatik oldu neredeyse. Patronlarının istekleri hiç bitemediğinden, gözü doyamadığından bir gün eleştirdiklerini ertesi gün övmek zorunda kalıyorlar ve bu komiklikler sürüp gidiyor. Hepimizin gözü önünde birer komedi oynanıyor.

Ben bu komedi hakkında fazla laf etmeme kararı da almıştım. Ama ne yazık ki son komiklikleri kendimi mizah üzerine çalışmak için biraz geriye çektiğim bir zamana denk geldi. Doğal olarak konu ilgimi çekti ve ilgilenmek, dükkanı geçici olarak da olsa açmak zorunda kaldım.

O gazetenin yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, 8 Eylül 2007 tarihinde Tarihin en büyük vergi kaçakçısı başlıklı bir yazı yazdı. Yazısının içinde öyle demek istemediğini söylese de kastettiği Mehmet Emin Karamehmet. (Eh yazıda o kadar tutarsızlık, kaypaklık da olmak zorundaydı tabii ki. O bir alışkanlık, kolay geçmez bu, eğitilemez. Yazılar bazen yazarların karakterlerini tanımlayabilirler). Gülüp geçebilirdim bu yazıya ama geçtiğimiz hafta birbiri ardına çok güzel haberlerden sonra gelen laf oyunlarıyla bezeli bir çamur sıçratmaya da kayıtsız kalamadım. O sözünü ettiğim haberler Kuzey Irak ta bulunan yeni petrol sahası ve Turkcell ile ilgili yeni teknolojik atılımdı. Yani bu ülkeye bugüne kadar elini atmış olduğu her dalda modernizm getiren, yenilikler yapan, büyük yatırımların altına imza atan bir işadamı için söylüyordu Özkök bu lafları. Her insanın yaşamı kendi tanığıdır. Mehmet Emin Karamehmet in de, Aydın Doğan ın da, Ertuğrul Özkök ün de, Serdar Turgut un da kendi yaşamları kendi tanıklarıdır. Ya lehimize konuşacak o tanıklar ya da bizi batıracaklar, utandıracaklar. Karamehmet in kendi yaşamındaki tavırları, işe yaklaşımı; o tanıklığın nasıl olması gerektiği konusunda bu toplumun insanlarında bir fikrin oluşmasına neden olmuştur. Umarım Aydın Doğan ile Ertuğrul Özkök de kendi yaşamlarının tanıklığı konusunda bir fikir sahibidirler. Değillerse bu fikre çoktan sahip olan insanlara sorsunlar durumumuz nasıl diye. Alacakları cevaptan hiç memnun olmayacaklardır eminim ki. Değişmelerinin imkanı yok. Zaten bunu istemiyorlar da. Kapılmışlar gidiyorlar öylece. Sadece kendilerine değil Türkiye ye de çok zarar veriyorlar. Çünkü bitip tükenmeyen hırs ve güç arayışı nedeniyle sadece kendilerini rezil etmekle kalsalar iyi. Siyaseti de, toplumu da rezil ediyorlar. Emin olun bu yazıyı yazış nedenim kendisine yapılmaya çalışılan bir haksızlığı umursamayacak kadar vicdanının rahat olması gereken bir insanı savunmak filan değil. Ben karşı tarafın bu topluma umursamadan yapmaktan utanmadığı kötülüklere biraz dur demek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kendi çıkarları için hayatımızı berbat etmeye hazır olduklarını görüyorum.

Hırsı, oraya buraya sürekli saldırışı, güce doymazlığı ve acımasızlığı ile Aydın Doğan bana Shakespeare in Shylock karakterini hatırlatıyor. Shylock acımasız ilkesiz bir para kazanıcı (işadamı diyemiyorum dikkat edin, işadamı farklı bir şeydir; o sadece para kazanıcı). Shylock antipatiktir filan ama trajik bir figürdür de. Aydın Doğan da son derece trajik bir figür, kendi trajedisinin belki farkında bile değil. Çünkü kendi medyasında trajedinin boyutlarını biraz fark etseydi her şeyi öyle naklen yayınlatmazdı.

Ertuğrul Özkök e de bir karakterin adını verebilmek için Shakespeare in kitaplarını karıştırdım. O kadar çok karakterin yapısı ona uymaktaydı ki sadece bir tanesini yakıştırmak olmayacaktı. Olsa olsa bir karakter karmaşasının amorfluğundan bahsedilebilirdi. Olsun o karmaşa da bir tür karakter olabilir.

Gayet tabii ki arkadaşlara bir bakın bakalım bu karakter ne demekte diye sordum. Vardığımız sonuçların haber haline getirilmiş halini ekonomi sayfalarımızda görebilirsiniz. Rica ediyorum o haberi dikkatli okuyun ve bu trajik figürlerin ne yapmak istediklerini anlamaya çalışın. Artık yoruldular mı nedir, gizli olması gereken amaçlarını istemeden ortaya da döküyorlar. Bakın yazısında Digiturk ü kastederek Şirketiniz tam halka açılmaya hazırlanırken başınıza neler geldi? diye sormuş. Güya Digiturk ün karşısına bir rakip çıkarmaya çalışıyorlar ya, bunu yine kendi mallarına yatırım yaparak değil rakip olarak gördüklerini karalayarak yapacaklar. Alışkanlık, karakter yapısı bu. Para kazanıcı olmasa, rahatlıkla mezar soyguncusu olabilirdi. Çünkü en iyi bildiği iş karşısındakinin ölümüne neden olup mallarını soymak. Baktılar ne yapsalar tutturamadılar şimdi şirketin halka açılma işini baltalayacak söylenti yayıyorlar. Bunlar da tutmayınca bir sonraki aşama iftira ve pisliktir. izleyin görün. Naklen yayın medyalarında görülebilir.

Gerçekler kendi kendisine konuşuyor ya, ben bu işi okurken Petrol Ofisi nde neler olup bittiğine tekrar baktım. Gördüm ki o kadar karakter yaratmış ve insanoğluna ait her durum hakkında bir laf söylemiş yazar Shakespeare in bile düşünmesi mümkün olamayacak karmaşık bir senaryosu var Petrol Ofisi nin. Tek bir şey söyleyeyim; içinde öyle oyunlar, cinlikler var ki Shylock karakteri bile bunları düşünemezdi.

http://www.aksam.com.tr