bugün

hayvanların tüylerini düzeltmek, temizlemek için kullanılan zımbırtı.
ömer seyfettin'in hüzünlü, insanın içini dağlayan, okunduktan sonra gözyaşı dökmeyi garantileyen, filmi de çevrilmiş muhteşem eseri.
ilkokul sıralarındayken okuduğum aklıma kazınmıs bir ömer seyfettin in eseri. bi de diyet vardı yanılmıyosam
etkileyici bir hikayeydi, küçükken çok tesirinde kalmıştık diyeceğimiz Ömer seyfettin eseri.
okuduktan sonra hayatınızda hor gördüğünüz kişileri göz önünden geçirten, eşsiz eser.
daha ziyade atları kaşımak, okşamak için yapılmış kıllı fırça.
öyle bir öyküdür ki, küçük yaşta okumuş olmanın verdiği o saflık, temizlik ve masumiyetin karşısında daha bir etkili olur ve belki de insanın o yıllardan geriye aklında kalan bir kaç kitaptan biri halini alır. özellikle, bir kardeşe sahip iseniz, sanki öyküdeki abi ve kardeş sizmişsiniz gibi hissettirir her akla geldiğinde. doğru olmadığından emin olmak içindir herhalde ki kardeş bulunur ve gidip sarılınır.

ömer seyfettin ustanın bir çocuk aklına, başkasına suç atmak fiiliyatının ne kadar zararlı olduğunu anlatma başarısı bu nedenle muazzamdır. bu kadar basit bir konusu olduğu halde, o kadar çocuk kitabı ve öyküsü arasından sıyrılıp insanın içinde yer ediyorsa bunun başka açıklaması yoktur herhalde.
tamamı buradan okunabilir;

http://ekremsevil.com/kasag_dosyalar/kasag.htm

özeti için ise devreye ben giriyorum;

--spoiler--
abi, baba izin vermediği halde bir gün yanlız başına iken ahıra girer ve atlardan birini tımar etmek ister. fakat beceremez ve sinirinden kaşağıyı alır ve taş ile parçalar. babasına kardeşinin kırdığını söyler. baba, kardeşe bir daha ahıra girmeme yasağı koyar ve bu yasak bir sene sürer. bir sene sonra kardeş hastalanır. abi artık gerçeği babaya söylemeye karar verir ama o gece kardeşi ölür.
--spoiler--
unutulmaz bir eserdir. okumayı ve kardeşi * sevdiren ilk göz ağrısı kitap. (bkz: iz bırakanlar unutulmaz)
roman denilince akla gelen ilk isimlerden olan ömer seyfettin in adi anilinca akla gelen ilk eser. ayrica at ve inekleri timar etmeye yarayan tarak biciminde bir alet.
kaşınan insanlara önerilir çok zaman şaka yollu. kaşınanı kaşırlar diye bilirdim ama ne gereği var kaşağı varken tabi.
bilmem kaç basımının kapağında sarışın çocuklar vardır. sanılır ki olay isviçrede geçmektedir.
bir çok arkadaşımın en son okuduğu kitapdır.*
genelde metalden yapılan, hayvan tarağı. (bkz: tarak)
bir canfeza şarkısı. gerçekten duygusallığı hissettirir.

sevmek bir lüks değildir ki haz duyalım.
bak biz burada biz olmuştuk izin ver az duralım.
arzularım küllerinden tutuşacak biz yanacağız.
bizi söndürmeye yetecek mi yer altının saf suları ?

ölü gibiyken yürüyebilmek her haliyle gariptir.
cam şişeler yokluğunun sahilinde birikti.
biriktim, boşalacak kap kacak yok etrafta
benim için aya ayak basmak gibiydin, iliktin bir ilktin
çok sevdiğim bir dostumun okuduğu tek kitap. o da ilkokulda öğretmenin baskısıyla, fakat adam öss de rekorları alt üst edip endüstri mühendisi de olmuştur. öss demişken aklıma geldi bakanız sevgili dostlar... (bkz: ösym götümü ye) kaşağıdan, nerelere bağladık, hadi hayırlısı.
at tarağı da denir.
-bu da at tarrağı.
canfeza'dan bursa'da canlı canlı dinlenmesi gereken şarkı. ama nedense bir isteğim var ki öyle kalabalıkta, konser havasında olmasın bu iş. daha sakin bir ortam olsun, sözler de müzik de net duyulsun.
Kaş'ta yaşayan insanların birbirleriyle iletişim kurabilmek için kullandıkları özel network.
bir canfeza şarkısı, şiir.

Az önce yağmuru sen sanıp bi miktar yaşadım
Bi miktar yaşadım seni,hasretin baş aşağı
Elimde kaşağı kağıtlar asil bir at gibi
Kaşıyorum her zerresini seni götüren yasağın

Sen kilitli kasamın anahtarını yuttular
Sıcaklığın azaptır buzla kaplı kuzey kutbuna
Gidişin gözümde o kadar güzel bi renk ki
Bir gün benim olursan şayet geri dönüşünü kutlamam

Hiç görmediğin meyhanemin gıcırdayan parkesi
Zayıflığından ötürü aşk üstünde dar kesim
Binlerce yıllık geçmişin benzetmesi
Arsızlığın koca cumhuriyetin çöküşü,emeklerime darbesin

Sağlığım yerinde ancak sağ değilim sevgilim
Nasıl ay güzellik bazında olamıyorsa sen gibi
En çok sen kadar mutluyum,ne fazla ne eksik
Seni hala dünyanın yarısından çok seviyorum demek ki

Kar şimdi başladı,titriyor sokak lambası
Bu gece yüzü suyu hürmetine tek bi yıldız kaymasın
Lütfen,bana yanında bir yer lûtfet
Zamanın en has oğlu burda çiftiz peki ya orada ay nasıl ?

insan özemeden edemez,duymasan da 'ne' deme
Çocuklar gibi sevinirim duymuş gibi yapsan bile
Sıkıntı denizinin ciğerli balıklarıyız
Oksijenini yardan değil yarı yaradandan dile

Sevmek bir lüks değildir ki haz duyalım
Bak biz burada biz olmuştuk izin ver az duralım
Arzularım küllerinden tutuşacak biz yanacağız
Bizi söndürmeye yetecek mi yer altının saf suları ?

Ölü gibiyken yürüyebilmek her haliyle gariptir
Cam şişeler yokluğunun sahilinde birikti
Biriktim,boşalacak kap kacak yok etrafta
Benim için aya ayak basmak gibiydin,iliktin bir ilktin

Onunla ben gibisin olma,zarar verir
Pek sağlıklı düşünemiyorum delirmiş karakterim
Sensizlik dokularımdan canıma inmiş,
Beni hayattan soğutabilecek güçte dur bilmez bi bakteri

istanbul yolundayım,yolunda solunda
Hız kesmeden gidiyorum fakat küçük bir sorun var
En harika satırların özendiği kadın;
Seni aralıksız sevmek inan ki benim değil aklımın zoruyla

Hala haber bekliyorum,telefonun başında
Bir ömür kiracım ol dudaklarımdan taşınma
Kumlu fırtınaların ortasında da kalsak,
Sıcaktan eriyecekte olsak,sana yetecek kadar aşım var

Ata vurulan gem gibidir,kalbe giren sevda
Yürür şarabın sersemliğinden gördüğün bedbaht
Ormanın ördüğü dev dağ,kurda kuşa sevda
Ben peşinden geleceğim kuşkusuzuz,hele bi sen dal

Sevmek bir lüks değildir ki haz duyalım
Bak biz burada biz olmuştuk izin ver az duralım
Arzularım küllerinden tutuşacak biz yanacağız
Bizi söndürmeye yetecek mi yer altının saf suları ?

Ölü gibiyken yürüyebilmek her haliyle gariptir
Cam şişeler yokluğunun sahilinde birikti
Biriktim,boşalacak kap kacak yok etrafta
Benim için aya ayak basmak gibiydin,iliktin bir ilktin

Başıma gelen bak,başkasıylasın
Elimi bırakman mühim değil de bi başkası nasıl ?
Aşka sır yasım,mutluluğuna gırlasın
Yokluğun var olan herşeyi sil baştan hatırlatır

Hafızam sıfır,sen anne sütüsün
Bozuluyor zaman geçtikçe yüzümün ütüsü
Kırışan alnımın isyanı dilden düşenlerdir
Kurtuluş yok,ölüm senden sen ölümden kötüsün
öemr seyfettinin vicdan muhasebesi yaptıran eseridir.

şöyle ki;

AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, istanbul'a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh'la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı... tık... tıkı... tık... tıpkı bir saat gibi... yerimde duramaz,
- Ben de yapacağım! diye tuttururdum.

O vakit Dadaruh, beni Tosun'un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,

- Hadi yap! derdi.

Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.

- Kuyruğunu sallıyor mu?

- Sallıyor.

- Hani bakayım?..

Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.

Her sabah ahıra gelir gelmez,

- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.

- Yapamazsın.

- Niçin?

- Daha küçüksün de ondan...

- Yapacağım.

- Büyü de öyle.

- Ne zaman?

- Boyun at kadar olduğunda....

At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. içimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh'un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce istanbul'dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun'un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.

- Sanırım acıtıyor? dedim.

Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. istanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.

Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin'le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh'a haykırdı:

- Gel buraya!

Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh,

- Bilmiyorum, dedi.

Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,

- Hasan dedim.

- Hasan mı?

- Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.

- Niye Dadaruh'a haber vermedin?

- Uyuyordu.

- Çağır şunu bakayım.

Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan'ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan'a dedi ki:

- Eğer yalan söylersen seni döverim!

- Söylemem.

- Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın?

Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak,

- Ben kırmadım, dedi.

- Yalan söyleme, diyorum.

- Ben kırmadım.

- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü "Utanmaz yalancı" diye yüzüne bir tokat indirdi.

- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykırdı.

Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, "O yalancı" derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. "Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?" derdi.

Ertesi yıl annem, yazın gene istanbul'a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan'a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. "Kuşpalazı" dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.

Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.

- Niye ağlıyorsun? diye sordum.

- Kardeşin hasta.

- iyi olacak.

- iyi olmayacak.

- Ya ne olacak?

- Kardeşin ölecek! dedi.

- Ölecek mi?

Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin'in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan'ın hayali gözümün önüne geliyor "iftiracı! iftiracı!" diye karşımda ağlıyordu.

Pervin'i uyandırdım.

- Ben Hasan'ın yanına gideceğim, dedim.

- Niçin?

- Babama bir şey söyleyeceğim.

- Ne söyleyeceksin?

- Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.

- Hangi kaşağıyı?

- Geçen yılki. Hani babamın Hasan'a darıldığı...

Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin'e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.

- Yarın söylersin, dedi.

- Hayır,. şimdi gideceğim.

- Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.

- Pekala!

- Haydi şimdi uyu!

Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin'i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh'u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı.
Küçükken okuyup okuyup salya sümük ağladığım eser. Beni çok etkilerdi.
iftira atmanın nelere sebep olacağını anlatan eser.
bazen yalnizca kaşinmak istersin ve sahip oldugun tek tirnaklardir..

aga saga az da sola, ohh.
Bir omer seyfettin kitabidir.