bugün

o kadar paylaşırsınız, o kadar yakınlaşırsınız ama bir gün "ben eski sevgilimle barıştım. onunla evlenmeyi düşünüyorum" deyip çeker gider.
yazlık bir beldeden dönerken ( neresi olduğunu anımsamıyorum ) benzin almak için mola verdiğimizde benzinlikte çalışan özürlü bi genç fark etmiştim. diğer normal diye bahsettiğimiz insanlardan çok daha iyi çalıştığını anlamak için benzin almak kadar kısa bir zaman yetiyodu. üstelik bahşişte kabul etmiyordu. öyle bir gülümsemesi vardı ki içinde tarifi imkansız bi çok şey saklıyordu sanki. benzin depoya doldu araba hareket etti. geriye dönüp baktığımda arkamızdan el sallıyordu. ona bakıp bakmadığımız umrunda değildi. o bizi yolculuyordu. bende döndüm el salladım. ve bin kat daha anlamlı bir gülümseme belirdi yüzünde. içim burkuldu... nedenini çözemedim ama içim burkuldu. hoş insanların hayatlarına belkide onların hiç tatmadıkları hüzünler oturtarak kendime yçalıntı acılar yaratabilmeyi başarabilen bir insanım ben ama.. o gün akıttığım iki damla göz yaşının nedenini hiç çözemedim.
görüldüğü, duyulduğu vakit insanın boğazının düğümlenmesine neden olan olaylardır. büyük bir ihtimalle çocukları tarafından sokağa atılmış yaşlı bir dedenin, karnını doyurması için çöpleri karıştırması, kış günü üstü yırtık ve kirli bir sokak çocuğuyla göz göze gelmek.
(#1478913)
(#927481)
(#1584744)
(#1584746)
(#1522181) *
(#1006836)
(#1033218)
(#1060856)
seni ilk gördüğümde..
parktaki bankta kabak çekirdeği çıtlatıyordun..

son gördüğümdeyse en doğrusu bu , seni özleyeceğim diyordun..
şimdi o banktayım ben..
yerlerde dudaklarının değdiği kabuklar arıyorum..
(#1540866)
yan odada ev arkadaşın hatunu bafilerden sen git uludağ sözlüğe entry gir...bi de bana neden yüksek sesle müzik dinliyorsun diyolar, sizi mi dinliycem lan...
manisada yeşilliğin birine sereserpe uzanmış,yüzü gözü buruşmuş,seksene yaklaşmış adamın biri görür ranger'i.dünyanın en mutlu adamını kıskandıracak şekilde gülümser ve hiç tanımadığı gence,elini göğsüne koyarak bir selam çakar:

-merhaba..
itü sözlükten alıntıdır.

--spoiler--
8 yaşına kadar mardin'den hatta oturduğun devlet lojmanından dahi dışarı çıkamamışsındır, okulu bile lojman sahasına yapmışlardır. malum terör olayları had safhadadır, topun lojman sahasından dışarıya çıktığı zaman bile geri dönüşümü asla yoktur. böyle daracık bir dünyada yaşar iken, bir gün istanbul'a gidileceği söylenmiş ve hazırlıklara başlanmıştır. millet için çile gibi gelen 24 saat otobüs yolculuğu senin için dünya keşifi halini almıştır. akrabanın evine gidilir, gezilir, tozulur… annen ise senin o yaşa kadar çok şeyden geride kaldığını bildiği için elinden geldiği tüm çabası ile seni sağa sola götürür, anlatır neyin ne olduğunu, adaptasyonunu çabuklaştırmaya çalışır. fenerbahçe'de piramit isimli eğlence merkezine götürür seni, bir poşet jetonu alır, cebine koyar. sen o çılgınlık ile o makineye bu makineye saldırırsın, ne yapacağını bilemez halde kurcalar durursun hepsini. bir makinenin karşısına gider, incelersin ''bu nasıl oynanıyor acaba'' diye. yanda iki tane sopa, makinenin düz olan kısımlarında periyodik delikler. sonra çözersin olayı, oradan bir şeyler çıkacak, sen kafasına geçireceksin sopayı. tam o sırada annen gelir, ''gel beraber oynayalım oğlum'' der ama sen sonradan görme, götü kalkmış bir ibne olduğundan ''hayır ya, git başımdan'' dersin. hayvanlar gibi jetonları harcar, salyaların sağa sola uçuşmaktadır, annen ise bir köşede 2-3 saattir seni beklemektedir. artık zevkin doruğuna ulaştığından ve jetonların bittiğinden, az önce git başımdan dediğin annenin gölgesi altına sığınırsın hemen. 1-2 gün sonra senin dünya keşifinin başlangıç noktası olan istanbul, anneni sorgusuz sualsiz alır bu dünyadan.
4-5 sene sonra aklın artık yerindedir, bazı şeyleri sorgulamaktasındır ve o anı hatırlarsın. kadıncağızın ''gel beraber oynayalım oğlum'' deyişini senin ise yaptığın göt verenliği. iç burkan detay mıdır yoksa bilmem kaç senedir rüyalarının baş teması bu mudur bilinmez...

yazar: ferrari ye arkadan çarpan kaskosuz şahin
--spoiler--
Bu olaylar daha siz bebekken baslayabilir: mesela cok sevidiginiz siz de kalmasindan pek mutlu oldugunuz bir nine evine gider, size yarin yine gelecegine dair soz verir, pencere arkasinda bastonun sesini duyabilmek icin beklersiniz. gelmez, gecikir, yarin degil daha uzun zaman sonra gelecektir. geldigi zaman size, mesela babanizin sizi uzdugu icin evine gittigini soylecektir bu dogrudur babaniz size kizdi diye kusup evine gitmistir. Sonra yine cok sevdiginiz anneanneniz Istanbul'da yasayan evlatlarini ziyarete gider, oysa siz onun varligina o denli ihtiyac duymaktasinizdir ki kolay kolay gecmez icinizdeki burukluk. buyudunuz, iyi kotu ama zor bir iste calistiniz, universite mezusunuz, iki de dil bilirsiniz. calistiginiz surece maasinizdan iki sandiga dort kalem kesinti odediniz. emekli oldunuz artik iki
sandiktan maas alacaginizdan calisirken aldiginiz kadar emekli maasiniz olacak rahat edeceksiniz. oyle mi? calistiginiz yerin adi bankadir batirirlar, bankanin emekli sandigini guc bela ssk ya devrederler, ikinci sandiga da, o sandigin yoneticileri el koyar "burada biriken parayi artik calisanlar paylasacak siz emekli olurken ikramiye almistiniz o yuzden emekliye buradan pay yok." derler, siz ssk nin asgari emekli maasina kalirsiniz.evinize hirsiz girer yillarca biriktirdiginiz ne varsa alir gider. memlekette babadan kalma bir binaniz vardir, ev filan degil,
dort duvar depo. eh buyuklugu ve cephesi elverislidir bir gun muteahhite verirseniz uc dort daireniz olacaktir. Sonunda bir gun bunu yapmaya kalkistiginizda dort duvardan ibaret catisi gocmus duvarlari da yagmurdan yavas yavas gocecek binanin bulundugu sokagin birinci derece sit alani kapsamina alindigini ogrenirsiniz, o yapiya artik yapilabilecek hic bir sey yoktur. gulumsersiniz, "allah benden var zannettigim oysa aslinda yok olanlari" aliyor dersiniz. Bunlar fani ve maddi seylerdir gecer...
bazı çocuklar için savaş, izleyecekleri dizi öncesinde ana haber bülteninde gördükleri belki de pek anlam içermeyen rutin haberler olmuşken bazıları * için her an tehlike altında yaşamak, annesinin ondan, onun annesinden ayrılmasına neden olacak şey olması, ölümün soğuk nefesini daha yaşamının ilk yıllarında enselerinde hisstemesi.
belki günümüz gençliği tarzı bi başlık altına da girebilirdim bu entry i ama sanırım burası da uygun.

az önce bir kanalda ana haber bülteninde bir haber yayınlanıyordu. halkın arasına karışmış bir muhabir deişik meslek ve yaş gruplarından pekçok insana seçimlerle ilgili düşüncelerini soruyor. bazıları önceki seçimlerden mutsuz, bazıları kararını vermiş, bazıları vermemiş ya da söylemek istemiyor. buraya akdar her şey normal. ancak mikrofon gençlere tutulduğunda söyledikleri içler acısı. ilk genç öss'den dolayı bu tarz şeylere yeterince dikkat ve ilgi gösteremediklerini söylüyor. evet bu eğitim sistemimizin doğurduğu kötü sonuçlardan biri ve yine bir yere kadar artık alışkın olduğumuz bir durum. bu sefer muhabir 2 tane gence çeviriyor mikrofonunu.

-gençler temmuz ayındaki seçimlerle ilgili ne düşünüyorsunuz.
+biz pek ilgilenmiyoruz seçimlerle. pek bir fikrimiz yok.
-peki neden bu kadar ilgisizsiniz.
+başka şeylerle ilgili olduğumuz için ona çok fazla ilgi gösteremiyoruz tabi.
-nedir acaba ilginizi çeken şeyler öğrenebilir miyiz?
+mesela biz breakdance yapıyoruz. o tarz şeyler yani...

resmen tüylerim diken diken oldu bunları duyunca. tabi ki de bir genç olarak dansla, müzikle ya da başka şeylerle ilgilenebilir bu çok doğal. ama bunu siyasetle veya ülkenin geleceğiyle aynı konumda görmesi içler acısı. ülkenin geleceğiyle ilgilenmek bir hobi değil bir insanlık görevi. tabi pek çok okulda ya da arkadaş ortamında gençler siyaseti popüler olma yöntemi olarak kullandığı için, babalarından duyduklarını aynen anlattıkları için hobiden ileriye gidemiyor gençler arası siyaset. (tabi ki gerçekten ilgilenenler de olabilir siyasetle fakat ne kadar azınlıkta aldığını hepimiz biliyoruz.)
yalnızlığın tadına bakıldığı andır..
hayata dair iç burkan detaylardır. işte o kadar birşeydir.

sokakta dilenen çocuklara, beşiktaş'taki üsküdar motor iskelesi'nin önündeki mendil satan yaşlı amcaya, emekli kuyruğunda saatlerce bekleyen yaşlı teyzelere, ağustos'un ortasında, o sıcakta hayatını kebapçılık yaparak kazanan ve doğal olarak bütün gün ocağın başında duran adamlara, daracık kaldırımda kaplumbağa gibi yavaş yürüyüp yolumuzu tıkayan yaşlılara...

bütün bunlara bakarız ve içimiz burkulur. bir an için gözlerimiz bile dolar belki. ama sonra?. sonra evimize gider, kanepeye kurulur satlerce televizyon izleriz. sonra bilgisayarın başına kurulup çöpçatan sitelerinden hatun/herif kaldırmak için binbir takla atarız. domuz gibi tıkınırız, yatırım olsun diye residence'lardan beş yüz metrekarelik daireler kapatırız. gün gelir daha pahalıya satarız diye. sonra haberlerde, soğuktan donan bir evsizin dramını görünce boğazımız düğümlenir. ağlayacak gibi oluruz. hemen değiştiririz kanalı. maç başlamak üzeredir çünkü. maç bittikten sonra da hemen sözlüğe girip en son hangi entrymizin oylandığına bakarız.
haftaiçi anne, haftasonu ise babası ile takılmak zorunda kalan, parçalanmış aile kurbanı bir çocuk için, pazar akşamı çocuğu eve bırakan babanın, apartman boşluğundan, yüzünde minik bir tebessüm ile el sallayan imajıdırki kişi 65 yaşına merdiven dayasa da, o anı her hatırlayışında içinin burkulmasına neden olur.
bir sonraki 8 ay boyunca kardeşi göremeyeceğini bilerek, sözle ifade etmeye korkulan ayrılık acısını hissetmemek uğruna havaanalındaki son birkaç saati türlü şaklabanlıklar yapıp, komik ve alakasız şeylerden konuşarak geçirmek, ayrılık anı gelip çattığında ise çok sıkı sarılınırsa asla ayrılamayacağından korkulduğundan yüzeyel bir sarılma ve omuz pışpışlamanın ardından arkayı dönüp uzaklaşmak, gözlerden umutsuzca süzülen yaşların, uzaktan bakıldığında görülmesinin imkansızlaştığı bir mesafede durup, mutlu, gülen, fakat sahte bir yüz ifadesi ile son bir kez geriye dönüp el sallamak, bağıra bağıra zırlamamak, koşarak geri dönmemek için kendini zor tutmak.
değişen insanlar, kaybedilen zamanlar, boşuna yapılan uğraşlar, mutsuzluklardır hayata dair iç burkan detaylar..
(bkz: ölüm)**
konuyla alakalı yazılan bazı şeylerin ne kadar ben merkezli olduğunu görmek.
o babaniz var ya babaniz. hani $u kucukken avucuna kolunuzun bile sigidigi adam, evet o. onu 3 m2 lik bir alana * tikiyorlar sonsuza kadar. ustune de bir suru toprak. icinde gubre de oluyor bocek de...
engelli çocukları yada bir uzuvu olmayan güzel, gencecik kızları görmek.
http://www.hcguzel.net/27_01_2005.htm
valla gugılda bir şey ararken rastladım. iyi ki de rastlamışım bu hayatta bazı insanların ne kadar görmezden gelindiğini öğrendim.