bugün

alışveriş merkezinde sepetin içine oturmuş ,yüzü hani şu çocukların suratını boyayanlar tarafından palyaço şeklinde boyanmış kız çocuğunun türbanlı olması..çocukluk ve kadınlık arasına sıkıştırılmış hayatlar..
çok sevdiğimiz, ayrılamam dediğimiz kişileri* birgün kaybedecek olma düşüncesi.
gecenin bir yarısı, ve belki de hatta sabahın ilk ayazında arkadaşlarınla yiyip içip sıçtığın mekandan yarı sarhoş yarı çakırkeyif bir şekilde eve dönersin ve arabanı park edecek boş yer ararken kenara çekip etrafına bakmaya başlarsın, o sırada farlarının nereyi aydınlattığını bilmeden. sağına soluna bakarken kafan önüne çevrilir istemeden, biraz da alkolün vermiş olduğu rahatsızlıkla, arabanın tam önünde, farların tam kesiştiği yerde birisi vardır, eğilip kalkıyor birşeyler yapıyordur. bu saatte ne yapıyor bu da kim soruları cirit atarken bir bakarsınız çöplerini karıştıran 16 yaşlarında birisi içindeki tenekeleri ayırmakta, onları daha küçük parçalar haline getirip sürüklediği arabasına atmaktadır, ellerinde de kirli sarı işçi eldivenleri vardır. o an kitlenir, ne düşüneceğini bilemezsin. farlarımı kapatsan yoksa çekip gitsen mi ne yapsani allahın cezası mı olsan o an..
baba parası yiyip, hayattaki tek anlamın eğlenmek olduğunu söyleyen ve iki lafı bir araya getiremeyen insan topluluğu.
(bkz: kabız olmak)
bütün bir yıl hasretle beklediğiniz tatil gelmiş, bir yerde bir tatil köyünde herşey dahil bir şekilde uzanmışsınız şezlonga, yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda güneşleniyosunuz. herşey mükemmel, fazlasıyla hakettiniz bu tatili. sigaranızı tellendiriyorsunuz.
herşey dahil. yürümeden, hareket etmeden herşeyi yapabilmeniz için her şey tasarlanmış.şezlongtan doğrulmadan küllerinizi silkeliyorsunuz hemen yanı başınızdaki kül tablasına.

arkadaşlarınızla konuşuyorsunuz akşam ne yapalım, daha fazla nasıl eğlenebiliriz diye. ne de olsa hakettiniz bu tatili. sonra otelin üniformasıyla bakışlarını sürekli kaçıran, gözleri hep yerde bir çocuk geliyor sokuluyor küllüğünüzü boşaltmak için. yere bakıyor çünkü belli ki azar işitmiş o ya da arkadaşlarından bazıları etrafa saçılan bakışları için.onu görünce konuşsam mı acaba diyorsunuz.ama hemen vazgeçiyorsunuz. nerdeyse yerin altına bakıyor. hafifçe kaldırıyor gözlerini, gözgöze geliyorsunuz bir an. ve hemen kaçırıyor.
sizin için herşey dahil olan o tatil köyünde ona hiç bir şey dahil değil. önemli olan sınırsız müşteri memnuniyeti.
siz hala hakettiğinize inanıyorsunuz bu tatili. ama onun da hakettiği bu değil sanki.
sürekli farklı şekillerde karşınıza çıkan yalnızlık. hemen hemen her detayda gizlidir. işten eve geldiğinizde, çay içtiğinizde, bulutlara baktığınızda, tıraş olduğunuzda yada çok farklı herhangi bir eylemde, her yerde...
dogdugunuz ve de buyudugunuz ilk gencliginizin gectigi caglarda yasadiginiz memleketinize * her burnunuza tuttugunde gidememektir.

babanizin mezarina gidememektir.

(bkz: ayaklari geri geri gitmek)
(bkz: satılık bebek patikleri az kullanılmış)
bir zamanlar inandiginiz duslerin real hayatta sadece utopya oldugunu görüp gercek kisiliginizi mezara gömmek zorunda olmaniz ve bunlari hortlamasindaN azap cekmeniz.
annenizin annesinin ölüşüne omzunuzda ağlayarak teselli bulmaya çalışması. vesizin teselliden ziyade anneniz yanınızda olduğu için şükür ile korku arasında gelgitler yaşamanız.
pms döneminde sevgiliyle sevişememek..
seninle aynı derecede hava soluma hakkını, dünyaya gelerek kazanmış olan insanın; soluduğu havaya acımak.
rahatı yerinde, hadsiz, şerefsiz, yüreksiz insanların geniş geniş yaşadığı şu dünyada; sokakta açbilaç gezen insanlara, terkedilmiş yaşlılara, emekli maaşını çekmek için ezilen insanlara üzülmek.
beynini açsam içinden bomboş hava kütlesi çıkacak insanlarla, aynı ortamı paylaşma zorunluluğunda olmak.
evrimini tamamlayamamış ve bin yıl yaşasa da tamamlayamayacak olan inssanlar yerine, masum çocukların ölmesi...
bu dünyayı birilerinin yönetiyor olması.
adalet kavramını bir yere sakladılar; bazılarımızın içinden başka bir yerde bulunmuyor...
hic sevmedigim detaylar bunlar.
ustelik bunlar detay da degil.
onlarcası var etrafımda.
sadece gorunce, tanık olunca kafamı ceviriyorum. bakamıyorum artık.
dusunmemeye calısıyorum.
olmuyor!

gonullu annelik yaptıgım ilk yıl. yuvaya ilk gidisim. yemek yiyor 6 yas ustu cocuklar. oylesine bos bos bakıyorum. bir taraftan kendimi zorluyorum aglamamak icin. bir kız cocugu geldi yanıma. yaklasık 12 yaslarında. bana yemek yedirirmisin dedi. peki dedim. oysa biliyorum ki tek basına yiyebilir. corba var onunde, kasıgı sen tut dedi, sasırdım ve bir bebege mama yedirir gibi yedirdim. sonra bu sarı saclı minik kız yanındaki arkadasına dondu, bak benim annemde aynen boyle yapıyordu bana dedi. sonra arkadası da corabım cıktı giydirirmisin abla dedi. bu cocuklar sırasıyla tek tek benimle ve diger gonullu annelerle temas etme yarısına basladılar. bu kadar muhtaclar ilgiye. hic mutlu olmadım, cıktım bir guzel agladım. simdi bunun neresi detay? hayat boyle bir sey iste. garip.
iki detaydir sadece milyarlarca detaylardan. hayatin kendisi burkucudur zaten. neyse birincisi; uskudar sahilde bogaza tekne duzenleyecen motorlarin yaninda mendil satan ya da dilenen ufak bir kizla aramizda gecen diyalogtur:
- adin ne senin?kac yasindasin?
+ xyz. 6 yasindayim
- okumak istiyor musun?
+ evet istiyorum.
- baban nerde senin simdi?
+ evde.
- ne yapiyor?
+ hiic. oturuyor.
- peki sen buyuyunce ne olmak istiyorsun?
+ ben intihar etmek istiyorum...

ikinci olay ise evli, 5 cocuk babasi, 50 yaslarinda sevilen, sayilan bir amcanin bayramda gelip sizden dusuk bir miktar borc istemesidir. o yastaki birinden beklenmeyecek davranistir ve o kadar paraya ihtiyac duymasi da cok ic burkucudur. o parayi alir gider belki mutlu olur ama ici burkulan siz olursunuz ve ALlaha dua edersiniz sizi bu hallere dusurmemesi icin..
ankara'da yılın ilk karı başladı az önce, bilgisayarda demet akalın'dan mantık evliliği çalıyor *, babam ayağını uzatmış, bir yandan fenerbahçenin maçını izliyor, bir yandan fiyatı neredeyse iki asgari ücrete denk gelen koltuğu alması için ısrarlarıma kızıyor, bende güzel sesimle * bir yandan şarkıya eşlik ederken, bir yandan da sözlükte sonu gelmeyen sağ - sol tartışmaları sürerken yağan karı izlemek istiyor paşa keyfim, camın önüne gidiyorum. nasıl güzel yağıyor, lapa lapa derler ya aynen öyle. şimdi tutsa oynar mıyım acaba diye düşünüyorum, ya izlemek dururken niye çıkıp üşüyeyim diyorum, yoldan geçen arabalar yoldaki karı ezip geçiyor. hala mantık evliliği çalıyor, o anda fenerbahçe gol atıyor, ve bir karartı görüyorum. sokak lambasının altında bir adam çöpleri karıştırıyor, benim akşam yemeğinde markasını beğenmediğim için içmediğim meyve suyunun kutularını ayırıyor adam.
geri dönüp müziği kapatıyorum, canım sıkılıyor.
ben keyif için kartopu oynamaya çıkmazken bu soğukta, adam benim çöpe attığım şeyleri arıyor.
ben kar lapa lapa yağıyor derken, o keşke şu kar yağmasaydı diyor.
ben kar izleme keyfimden geri kalsaydım da keşke, hava bukadar soğuk olmasaydı..
bugun basima gelen bir detaydir. 16 ile 18 arasi bir yasasahip bir bayanin mahallenin bakkalindan borc para istemesi. buraya kadar hersey normal olabilir ama detaylardan sonra durum ic burkucu. zira kizimiz evli ve bir kizi var. parayi da o kizina biskuvit almak icin ariyor. babasi deli, kocasi sehir disinda uzak bir yerde isci ve yakinda bayani bosayacak. bunu soyleyen bayanin kendisi. daha da kotusu kolundaki saati sadece 1,5 dolar borc icin bakkala birakmis olmasi.
yarımlar...keşkeler...neyseler...
eksiden apartılmıs detaylardır. hiç değilse başlıgın bir kelimesi değiştirlseydi dedirtir özgünlük adına. bu detaylar hakkında hergün düşünen bir yazarın fikri budur.
bir cocuk gibi baglanirsin umutlarina, emek verirsin, dunyalari karsina alirsin ama bir bakmissin ki birden kaybolmus butun hersey, calinmistir tum emeklerin, tum umutlarin. delirsende geri getiremezsin sadece daha olgunlasir ve cocuklugunu kaybedersin. herkesin basina gelir bunlar. zaten icin ancak deliligin kadar acir.
'iç burkma' kelimesiyle tam onikiden yakalamış olan başlıktır zannımca. zira kışın ortasında elimde poğaça söylene söylene okula yetişmeye çalışırken ve herşeye ve herkese luzümsuz yere çok kızgınken, karşı kaldırımda soğuk taşın üstünde köpeğine sarılmış uyuyan bir adamı gördüğümde içim tam anlamıyla burkulmuştu. ben üstümde palto, elimde eldivenler ve poğaça aslında çok da şanslıyken söyleniyordum ve o kışın ortasında battaniyesi bile olmadan ayağınızda bot olmasına rağmen bastığınızda ayağınızı üşüten kaldırımda yatıyordu.
yeni yılmış zaman -oysa ben çoktan yılmışım- aslında zaman diye de birşey yokmuş ve yıldızlar ve güneş ve ay ve dünya tüm piçliğiyle salınımlar, tutulmalar, dönmeler ve gidip gelmeler ekseninde cilveleşirmiş gölge oyunlarıyla ve saatlere, aylara, takvimlere bölünürmüş umut, yokmuş başka cehennem, yaşıyormuşuz işte... sonra hep bir yerden bir yerlere yolcu edermiş insanı aynalar -ki yolunurmuş saç'akları kentlerin,acı çektikçe-, nereye gitsen yalnızlığının başkenti orası olurmuş, öyle demiş üstad ve bir serçe ölüsüne takılırmış gözlerin, hani yol bi'yere gitmezmiş ya o serçe ölüsü bi' durma biçimiymiş hayatın ya da z'amansız bir illetin habercisiymiş ve aslında orada gizliymiş s'özü geçmişin... gelmişine geçmişine sövüp kentinin, kendinin ve kalbinin, ana avrat düz gidermiş, bir arpa boyu yol gidermiş anka kuşunun kanatlarında kalan. cam kenarından akıp giden hayatın durdurak bilmez sancısıymış sokaklar ve iki çocuğun parmaklarını keserken elden düşen bıçağın k'an kardeşiymiş sokak lambasından sızan. kaldırım taşlarından ayak izlerini silmeye çalışırmış bir yaşlı adam,- o kadar ki kurulamaya yetmezmiş zaman- yine de varmış ömrüne biçtiği bir yalan. seyrüsefer etmeye ne hacetmiş, aslında bi kitabın arasında kurutulmuş bir baharmış eski yar(a)dan kalan, ya da yetermiş acıyı tartmaya başıbozuk harflere cephelenmiş bir talan.... bir varmış bir yokmuşken...
kendi başınıza oturmuş hayatınızdaki değiştiremediğiniz gerçekleri derin derin düşünürken yada üzgün olduğunuzda arkadaşınızın yanınıza gelip;
- nen var kuzum?
dediğinde aslında sizin üzüntinüzü yada kafanızın takıldığı kısır döngüyü değil sadece yeni bir dedikodu öğrenmek peşinde olduğunu anladığınız andır. zaten ruh haliniz pek sağlıklı değildir bir de hayatta tamamen yanlız olduğunuzu iyice pekiştirirler ama kendi kendinize düşünmeyi bile size çok görürler. *
(bkz: ben üşümüyorum)
eski, küçük hafızalı mp3 çalarımı kardeşime verdim. daha büyüğünü almak için yola çıktım. giderken yolda giysileri yırtık pırtık, ayakkabıları delik deşik, teni soğuk ve sıcağın karışımı olan mor-siyah'a çalan yaşlı, evsiz bir amca gördüm. uyuyordu. ya da belki de ölmek üzereydi. ya da ölmüştü. adımlarımı hızlandırarak yürüken içimden kendi kendime ''ulan eskisi de yetiyordu. ne gerek var şimdi yenisine? insanlar açlıktan ölüyor.'' diye söylendim. anlarsınız işte. üzülmüş olmak için üzüldüm. gittim aldım mp3 çaları. hayırlı olsun.

edit: bi de artı veriyorlar ya.***