bugün

hepimiz iyi veya kötü bir evlilik hayali kurduk veya kuruyoruz an itibarı ile değil mi? önce buradan hareket edelim. kimimiz gönlünü biraz varoşlara gezdirdikten sonra, kimimiz işini gücünü ele aldıktan sonra, kimimiz ise yolları ve tüm ufukları yakacak o kişiyi bulduğu zaman bi şekilde evlenecek. ben şimdiye kadar evliliği, “sevdicekle birlikte bir hayatın toplum tarafından kabul edilmiş hali” olarak gördüm. zaten normal olan da bu olması lazım. çünkü ben öyle düşünüyorum. en çok beni kıstas alacaksınız, saksı değilim ben! döner pıçaklarıynan dalalım abieey!..

peki evlilikten beklentilerimiz neler sevgili okur? en başta güzel bi realite yemini çekelim: yalancının ve riyakarın yedi sülalesini, soyunu sopunu pilastik topunu cümle gelmiş geçmiş insan evladı gondiklesin...

şimdi tekrar soruyorum: nedir evlilik idealimiz?
*bol gondikli yaz akşamları: bol gondikli, çünkü ergenlikten 11 yaşında çıkıp 15 yıl “nöbet” tutan bir yaşam çizelgemiz var toplum itibariyle. yaz akşamları, çünkü yaz iyidir. östrojenin tavan yapıp salgı bezlerinin çılgın attığı bir dönem yaz ayları. (ordan çok abaza göründüysem affola). açık seçik hepimizin düşüncesi bu demi lan. sevgili olurken de, evlenirken de bunu hayal ediyor her iki taraf. hayat ne güzel, hep gondikleşmeler falan...

*kuruyemiş tabağından elele fıstık almalı tv izlemeler: bunu terim olarak ben uydurdum ama anlaşıldığını gözlerinizdeki pırıl pırıl yansımalardan anlıyorum. romantik bir akşam, işten dönülmüş, yemek yenmiş, çaylar gelmiş, leğen kadar –hayallerde bari cömert olalım- kuruyemiş tabağı aranızda, 45 derece eğimli çekyata uzanılmış, omuz omuza “les choristes” izlemektir efendim bu da. altyapıyı araştırdığımız zaman ne çıkıyor peki: gamsız kedersiz akşamlar. mesela ben de şöyle sağlam manzaralı balkonumda nargilemi ykıp hazır eden bi hayat yoldaşı istemez miyim, ne diyon sen be, ayaklarına kurban olurum valla...

*hiç bir misafirliğe gitmek zorunda kalmayacağınız, niye geç geldin? nereye gidiyon? kimlerle göt gezdiriyon? sorularının olmadığı bir dünya: evet evet. evde veya pansiyonda –her nerede yaşamış ve bu yaşa gelmiş isek- üzerimize kurulan ve yıllar boyu bizi umarsızcasına baskılayan ailevi vesayetten “azat olduğumuz” bir ev hayali. çok güzel. aldık bunu da kenara.ikidir araya taş çekiyorum, birazdan ortaya okeyi vuracam haberiniz olsun.

*sevimli, sarışın, çakır gözlü, akıllı uslu sevecen, tatlı-yaramaz bir kız veya farketmez erkek çocuğuna sahip olmak. örnek olarak bunu yazıyorum ama anlamamız gereken şey şu: evliliğin meyvesi olan çocuğun dertsiz tasasız kazasız belasız ve mümkün olabildiğince sevimli bir çocuk olması. bunu da aldık bir kenara.

*en genel tanımı ile kaliteli bir hayat: nedir efendim? paraya pula muhtaç olunmayack, istemediğimiz kimseyle hayatımızı kesiştirmeyecek, uzun yıllar boyunca güzel günler geçireceğimiz, ve en önemlisi “yalnız ve bir başımıza yaşlanmayacağımız” bir hayat istiyoruz.

bu taşları ortaya bi sereyim, 101 e işleyeyim teker teker:
*bol gondikli,
*romantik,
*özgür,
*mükemmele yakın bir meyve vermiş,
*ve kaliteli bir hayat
.içeren bir gelecek hayat istiyoruz. en azından ben böyle istiyorum. peki neden böyle bişey istiyorum lan ben.

--neden romantik bir hayat istiyorum? çünkü 7. sınıftan üniversite bitene kadar erkek pansiyonlarında kaldım. “maskülen bir hayat” dedikleri şey var ya, işte ben o terimi uyduranın avradını zikeyim. bildiğin sarımsak aromalı taşak kokusu lan. kaba taslak yazacak olursam, 120 kişilik yurtta başladığım pansiyon hayatına, sırasıyla: yine 120, 750, 150 ve 120 kişilik yurtlarda totalde 12 yıl boyunca öğrencilik, 220 ve 200 kişilik 2 ayrı yurtta “öğrenci işleri sorumluluğu” yapmış bir kişi olarak karşınızdayım. telefon rehberimde 2400 den fazla sap kayıtlı lan benim. whatsapp listesi 8650 kişi olan insan benim. cumalarda bayramlarda telefonu spam sms lerle horon tepen benim. şimdi ben istemez miyim miniminnacık romantik bir hayat. isterim tabi lan, evim lavanta koksun, yatağımı saat 06:00 da toplamak zorunda olmadığım bir evim olsun, aynı odada, öbür odada başka erkek irilerinin yaşamadığı bir evim olsun isterim. isterim çünkü bunun yoksunluğu ve özlemi ile yaşadım.

--neden özgür bir hayat istiyorum? nedeni belli değil mi? aklım erdikten sonraki 12 yıl boyunca babamın “alim olsun da arkamızdan bi fatiha okuyanımız olsun” anlayışı çerçevesinde yıllarca baskı altında “alim olmak amacıyla” gece gündüz dersin başından kaldırılmadan, eve veya çarşıya izne göderilmeden, sabahları ellerinde sopa ile bağıra çağıra bizleri –güya- uyandırmaya gelen şerefsiz belletmenlerce kaldırılarak uyandığım günler, aylar ve yıllar geçirdim. hakkım değil mi sizce de özgür bir hayat istemem? evden çıkarken annem “nereye oğlum eğer market tarafına gidiyorsan iki de ekmek al kepekli” diyor ya, ben nereye oğlum kısmını duyduğum anda neden 800 tane yalanı kafamda canlandırıyorum da sonradan ekmek kısmını duyunca yalanları yedek listesine geri atıyorum. çünkü böyle büyüdük abi biz. şahsen ben her istediğim anda hasta olabilirim. gerçekten tek bir fiziki müdahalde bulunmadan ateşimi çıkarabilir, bademciklerimi şişirebilir, iğne-serum yiyecek hale gelebilirim. nereyi hatırlattı size bu sahneler? hapishaneyi hatırlatsın. revire gidebilmek için kimyasal yutup hasta olan mahkumları hatırlatsın. şimdi ben özgür bir hayat istiyorum. neyi istediğimi biliyorum. çünkü yokluğunu gördüm. neden istediğimi biliyorum. çünkü bana yıllarca dayatılmış bir hayat tarzından kaçıyorum.

--neden güzeller güzeli bir kız çocuğum olsun istiyorum? çünkü evlat diye sevilip bağırlara basılan kız çocukları gördüm. kendi ailemi bırak, sülalemde yok lan öyle bir profil. bizde çocuklar sert yetiştirilir. çocuk, -erkek kız farketmez- ağlamaz, gülmez, büyüklerin lafına karışmaz, saygısızlık etmez, tabağını bitirir, denileni yapar, “denilenden başka hiç bir şey yapmaz”. ben ise tüm bunları geride bırakacak bir çocuk istiyorum. seveyim, kıymet vereyim, nasıl düşünmesi gerektiğini öğrenmede yardımcı olayım, ona kitaplar vereyim, ona şiirler okutayım, geceleri o uyuyana kadar yakınında durayım, bir nevi kendime bağımlı edeyim onu. neden? çünkü ben yıllarca “babam, hocam, belletmenim, kat görevlim, yatakhane başkanım” odadan çıksın gitsin diye yorganın altında bekledim. kimseye dert anlatmadım. anne babamın neler yaşadığını hiç bilmedim. hiç bir zaman dünyalarına ortak olamadım. ama çocuğum başka bir hayat yaşasın istiyorum lan. sevilsin, sevildiğini hissetsin, yüzü gülsün istiyorum.

--neden kaliteli bir hayat istiyorum? nedenini artık açıklamaya gerek yok sanırım. özgür olmak istiyorum ben abicim, kendi planladığım şeyleri yaşamak, üzüleceksem bile kendi tercihlerime üzülmek istiyorum. bundan dolayı da kafamda mükemmel bir sevgili hayal ediyorum. onunla evlenip tüm dertlerden bir anda kurtuluyorum, kırmızı vosvosumu güneşe doğru sürüyorum bir akşam üzeri.

ama aslında bir yarayı kapatmak için o kızla evleniyorum farkettiniz mi. sevgili olurken de aynı şeyleri yapıyoruz. bir yarayı sarmak için sevgili oluyoruz. mesela ben neden bu kadar çok sevdim nazlı yarimi? benden zorla ayırdıkları yarimi? çünkü ondan 9 yıl önce de bir kıza vurulmuştum. tam 7 yıl kıza tek kelime, tek bakış bile olsun açılamamıştım. ve o 7 yıllık platonik sevgilimi defnetmiştim elim bir trafik kazasının ardından. yaramı sarmak için sevdim bu kadar.

yaramızı sarmak için hayaller kuruyoruz. yaralarımızı saracak geleceklere sazan gibi atlıyoruz. sağlıklı değiliz hiç. ne istiyorsak, neye rağbet ediyorsak aslında bir şeylerden kaçıyoruz.

peki evlilik ile alakalı olanları diğerlerinden ayıran nedir? karşımızdaki insana bunu ödetiyor evlilik. hayallerde neleri bekledikse karşımızdaki insandan onları yapmamasını öngörüyoruz. bu da bir yığın külfet onlara.

sevgiliniz size bağırdı mı? a aaa. ne kadar büyük bir sorun. nasıl yapar bunu. yalancı durumuna mı düştünüz onun karşısında? hemen onu ezerek kapatmalısınız arayı. çünkü sizin kendi hayatınız var. oluşturduğunuz, sizi kendiniz yapan bir karakter var. nah var nah. hepsi kendi sapkın geçmişimizin eserleri. kendimiz diye bir şey yok. tecrübe denen şeyi siksinler. hepsi fason iç geçirmelerden ibaret.

neye kızdım neye içlendim bilmiyorum ama haklıyım muhtemelen. hayatta bir şeyleri yanlış yapıyoruz. ama bulacam bir gün o yanlışın ne olduğunu. yaza yaza, okuya okuya, düşüne düşüne bulacam.

son olarak, karar vermeden önce düşünmek başlığında düşünce sistemleri ile alakalı yazdığı yazısı ile kafamın içinde ampul gondiklenmesi yaşatan “justitia” nickli yazara teşekkür ederim. selametle.

eğlenceniz daim,
sevgiliniz kuduruk olsun.

/seriatin kestigi parmak/

7700.
mütemadiyen uzun entryler giren yazarın yine okunası bir yazısı.

kişiden kişiye farklılıklar gösterebilen durum.
aslında en çok da cinsler arasında farklılıkların görülebildiği bir durum.
bir erkek için "genellikle ve ilk olarak" cinsel açlığını doyurmak olabilirken
bir hanım için ilk olarak duygusal açlığı gidermek,
bunu gerek eşinden gerek çocuklarından aldığı ve onlara sunduğu sevgiyle giderme isteği gibi durum söz konusu.

bu da iki cins arasındaki yaratılış farkı.

yaş ilerledikçe, evlilik müessesesi daha bir sempatik geliyor her iki cinse de. farklı gerekçelerle olsa da.
"insanlar çift yaratılmıştır" sözü aslında sanıldığı gibi birbirine benzeyen insanlar için söylenmiş değildir.
"yalnızlık allah'a mahsustur" anlamında, yaratılanın her şeyin bir eşi, bir tamamlayıcısı vardır anlamında.
Yani pek anlamadım ama yine okudum.

Bi yerlerde haklısın.
Amacını çözemedim çünkü bi konu yok. Alelade yazılmış gibi.
Yeri geliyor evlilikten soğutuyor, yeri geliyor evliliğe ısındırıyor ilginç bir yazı.