bugün

'üstü kalsın'dırlar. *
Aaaa

Bir Suleyman gordum hicbir yani kimildamiyor
Oturmus bir iskemleye
Pek de oturmuslugu yok iskemle ayaksiz
.......
.......
Acaba

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
.......
.......
Adını Funda Oteli Koy

Adini funda oteli koy
Aklindan gelip gecen bir yazin
Ve aksam guneslerinde orda burda
.......
.......
adsız bir çiçek

rengini dünyaya ilk defa sunan
adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
sevgilim
bana "sen bir şairsin" dediği zaman

yalnız sana yazıyorum bu şiiri
istersen bir şiir gibi okuma
çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
soğuklar başlayınca havalanıp
millerce yol kat ettikten sonra
güneyi tadan bir kuşun sevinciyle
ve yazmış olacağım bir de
her dönemde her çağda
sevdanın kendine özgü diliyle
.......
.......
Aluminyum Dükkan

Bir goz atiyorum denize
Cin cin otuyor baliklar
Bu bir giyilmis ayakkabidir diyorum
Bu bir sulanmis peynirdir diyorum
Bu bir haslanmis patates elinizdeki
Bu insandaki ezgi
Bu insandaki akil
Bu kanundur kanun
.......
.......
Amerikan Bilardosuyla Penguen !

I.

Elleri el gibi kocaman
Beyazda bir nokta gibi kocaman
Kocaman boşluğun küçülttüğü her şey gibi
Biriyle kendini artırıyor durmadan
Biriyle koyunlar gibi güdüyor ötekini
Ayaklarını gizliyor bir köpekle
Evine dönerken sonsuza geçen
Göğü kullanıyorken maviye
Günümüzden sesler alıyor, sesleri
Sürekli, dingin, acısız
Acımaktan kurtulmuş yerlerine
Sonra duvardan duvara çizilerek
Ölü bir korkunçluğu taşıyor
Sen, hey, duvarlar gibi öldürülmek!
En yeni tam-tamları dünyamızın
Ya da kendisiyle bırakılması insanın
Sizi
Sizleri selamlıyor işte.

Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

II.

Çıkacaksanız çıkın, daha karar vermediniz mi?
Baktıkça bakıyorsunuz kendinize
Yetişir! bu da hiç konuşmayan adam yapıyor sizi
Körükler, dev kapılar, balık solungaçları gibi
Emiyor sizi yalnızlık
Kurtarıp rahata geçirin ellerinizi
işte bir kadın kadına geçiyor yürürken
Sizi alıyor, sizi ölçüyor, sizi yapıyor kendinize
Açığa koyuyor sizi
Bilip de söyleyemediklerinizi
.......
.......
anısındayım

Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilimindeyim
Elmanın kokusundayım
Anısındayım -kimbilir kimin-

Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan
Düşlerde görünen anlamlardır
Özelliklerdir bir de belli belirsiz.

Ve
insansız anı yoktur. Var mıdır?
.......
.......
ARMALAR

-I-

O sabah, orada, bir başıma
Var mıydım, yok muydum, anlamıyordum ki
Kalakalmış gibiydim aklımda.

-II-

Yalnızken ve senden bu kadar uzakta
Öyle soğuk, öyle anlamsız ki her şey
Sevilen bir insan yüzünde ne yoksa.

-III-

Duyuyorum çıtırtısını gözlerimde
Önümde uzayıp giden kumsalın
Bir deniz minaresinin diliyle
Farkındayım sessizliğe ve
Sonsuzluğa çağrıldığımın.

-IV-

Onlar mı, dedim, kendi kendime
Ne olacak deniz kelebekleri işte
Doldurmuşlar erkenden kumsalı
Oyaladı saatlerce beni bu
Görünen bir şeyle görünmeyen bir şeyin pazarlığı.

-V-

Yağmur yağmur yağmur
Uçsuz bucaksız bir deniz
Anısız, sonrasız, bizbizeyiz
Devinimsiz bir yüz gibi terlemekte zaman
.......
.......
bir kadın kendini doğurabilir isterse..
YERÇEKiMLi KARANFiL

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
ilk olarak yky yayınlarının "sonrası da kalır" olarak iki cilt halinde topladığı , daha sonra gün yüzüne çıkan bilgiler dahilinde yky'nin "öncesi de kalır" olarak sunduğu şiirlerdir.
UYANINCA ÇOCUK OLMAK
siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum
bilmem bir testi, bir bakır sahan kolay mı sizinle
çok rahat bir gökyüzü mü var sizinle
güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda
yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde
siz küçük adıyla mı çağırırsınız sessizliği
öyle mi, ya kim uyandırır sizde
bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini
bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'leri
hele bu elleri, ayakları bu
gözleri gözleri.
gidip bir bardak su içiyorum. ağzım benim!
su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi
bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor
senin gözlerin, bizim gözlere, onun gözleri
her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez
ama hiç gerekmez öyle değil mi
armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti
bütün gün çalışıyorum en kötü iş yerlerinde
yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum
birden çarşıyı gösteriyor dallarının inceliği
hem niye saklamalı, çarşıyı gösteriyor işte
bak! şakur şukur şapka satın alan birisi
yusyuvarlak bir kişilik deniyor
pis adam -ne kötü dünya- öyle mi değil mi.

siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli
bir bakın, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim
şu da var: bir sokak en açılmış pencereler dalıyor
dalıyor da söz mü, yatağa uzatıyor otomobillerini
aşk duyan bir kadını
onun kişiliği olan memelerini
gözlerim! hey sokak! geri getiriyor gözlerimi
kimi zaman da bir cam kırılıyor şangur şungur
diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli
öyle mi değil mi.

bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa götürüyor evimizi daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri
maydonoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak
''iyi ama, niye sevmeli her önüne geleni
herkesin, herkese, herkesi
daha dün yepyeni bir son koydumdu şiire
aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi
ama iyi yaptım öyle mi değil mi''
iv

iyi bir gün başlar.
dünyadayız artık.
dünya!
şu tatlı pencereniz.
sizin.
bunu anlamayacak ne var?
pencere
tanıklık ediyor işte.
gün mavisi bir şey.
tanıklık ediyor
pek açık değil.
değil de...
size.
tanıklık ediyor bir de
bunu evrenin sonsuzluğu diye yanıtlar varlığı olmayan bir söz
yok canım!
kimsenin bir şey dediği yok, söylenmiş bazı sözler yaşıyor, o kadar
işte
yaşamış bir kadın yaşıyor orada
yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
var ya
orada
tek imge kayalardır, işte orada
yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
günler de, zamanlar da
-görünen bir zamandır çünkü orada-
bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
değilse bir hareket bu, yalnız orada
orada
bir ayak boyu yerde, bir kadın
bırakılmış gibi yıllarca
tanrım ona bir salıncak!
taş kesilmesin diye taş
donakalmasın diye boşlukta.

hani o balıkçılla yarışan çaylağa
kırpışan gözleriyle bakan gemici
gibi
baksın o da görmeden
ne çıkar ustaymış, erginmiş uzağı görmekte gözleri.

tanrım size bir salıncak!
dört bölümlük çağrılmayan yakup'un ilk bölümü şöyle:
I

Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çagrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
Biri olsun “Yakup!” diye seslenmedi hiç
Yakup!
Diye seslenmedi ki, dönüp arkama bakayım
Ve içimden durgun ve çürük bir suyu düşüreyim
Ceplerimdeki eskimiş kağıt parçalarını atayım
Sonra bir güzel yıkanayım da.
Ben size demedim mi.

Evet, kurbağalara bakmaktan geliyorum
Sanki böyle niye ben oradan geliyorum
Telaslı, aç gözlü kurbağalara
Bakmaktan
Bilmiyorum
Bilmiyorum, bilmiyorum
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? Hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Bazen karıştırıyorum ya, çok uzun bir gündü
Sonra bu çok uzun günün sıcak bir günü
Kediler kırmızı alevler halinde koşuyordu
Onlar işte hep boyuna koşuyordu
Birileri çıkıyordu ordan burdan

Hiç çıkmamak halinde ve olgun
Birileri çıkıyordu
Geceden kalma bir lamba yanıyordu, açık
Bir pencerenin sokağa doğru içinde
Bu uyum korkunçtur Yakup!
Yakubun olması korkunçluğudur bu
Dünyanın insana doğru içinde
Yakup, Yakup!
Burdayım, yani ben.. evet, geliyorum
Lambayı söndürmesinler, geliyorum
Siz bütün lambaları yakın, evet
Ben, yani Yusuf, Yusuf mu dedim? hayır, Yakup
Bazen karıştırıyorum.

Ve kendine bilinmeyenler yaratan Yakubum ben, iyi ya
Durduğum bir gündü, diyorum, bütün ilgiler sizin olsun
Her türlü bir şeyler sizin olsun, ben artık
Hep böyle istiyorum, ayıp degil ya
Durduğum bir gündü, diyorum, yüzümü göğe doğurduğum
Bir gündü ve yaşar gibi kaldığım bir yaşama içinde
Ve yollarda ölü baykuşlar bulduğum
Bir ölünün günü boyayan renginde
Çürük evler bulduğum, içleri sonsuz kayalar
Kayalardan dondurmalar sorduğum
Ben, yani Yakup, Yakubun hiç çağrılmamış şekli
Kim bilir ne diyordum
(Kim bilir ne diyordu bir baykuş yaratıldığına
Bir baykuş tarafından
Ve bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu
Ben ne oluyordum.)

Bütün iskemleler ağır ve hastalıklı
Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak
Bunu Yakup söyledi
Dedi ki, çünkü herkes Yakubu yaşıyordu, bense
Çöllerden ve kızgın güneşlerden icatlar yapıyordum
Kızgın kağıtların üstüne
Ve alevler halinde dünya bana dokunuyordu
Ve ayakta soğuk bir bira içmiş kadar bir anlamım oluyordu bazen
Ölüyordu ve bir de
Bir otobüse bindiğim, biletçinin bilet bile kesmek istemediği ben
Kendimi koruyordum
Bunu bana Yakup söyledi
Öyle bir Yakup ki bu, onca din kitaplarının sözünü bile etmediği
Kimsenin sözünü bile etmediği bir Yakup
Ben
Bunu hep biliyorum
Bunu hep biliyorum ve işte
Özgürüm, cezasız duruyorum.
Ah güzel Ahmet Abim benim. Gördün mü bak dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar. Ve dağılmış pazar yerlerine memleket .
phoenix

ben orda, akşamına orospular dadanan
camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
kadınlarda oluyor kadınsız bakışlarla
başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
ya tanrıya inanır ya da isyana.

kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

orası bir ölümdür şarabımı doyuran
ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
vaftizi gün ışığında bir garip protestan
tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
yeniden doğmak için çıkardığım yangından.
(bkz: yer çekimli karanfil) gönüllerin tacıdır.
Her şiiri güzel olan adamın şiirlerinin bir kısmıdır. Ve ben diyorum ki; dün akşam turuncu bir bulut geçti, sonra bütün bulutlar hep birden geçti. Diyorum ki böylesi gürültüler şiir için gerekli öyle mi değil mi, Edip abi?
hatırlanınca aklımızda kötü bir itibar uyandıran "bezik oynayan kadınlar" şiiri.

(bkz: entellikte kulak yakan sınır)
http://www.youtube.com/watch?v=zfzOX_hDIKc

ve
anılardan anılara sallanan bahçe
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
iyi.
yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
bu sabah bu sabah
oralı olmadı kimse -pazartesi miydi-
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
nasıl?
güllerse güller içinde yani
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok evin içinde
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok
sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
ve göklerden tepelere inen bir sokak
ya da bir akarsuyum ben
denizse
şuralarda..
yok önemi bir iki gün kaldı -martı-
balkonda
deniz de öldü sonra, martı da
iyi iyi.
suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
günler -seni anımsadığım zaman-
birden kurtuluş'tan taksim'e giden bir tramvay görüntüsü
mavi bir elektirik çakımı tellerde
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı'ndayız
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
besbelli gümüşsuyu'ndayız, rus lokantasındayız
-ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
şarap içmişiz, üşüyoruz
dışarda dünya silinmiş
ikimiz ikimiz ikimiz
böyle birkaç defa ikimiz
sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
nasılsa
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
üşümüyorum da
bende herkes var, diyen bir kızın titrek
sesleri dökülüyor kucağıma
dudaklarım kan mavisi bugün.
biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
biz burda kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet, yanılmıyorum ben
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
duvardaki vitray, begonya
begonya, vitray
kurtuluşla asmalımescit birbirine geçiyor
Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
Ön dişleriyle belli belirsiz
Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
Evet mi hayır mı pek anlamadan.

Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
Bir tayın dişinde ince taflan
Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.

Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.
MASA DA MASAYMIŞ HA

Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip CANSEVER
güncel Önemli Başlıklar