bugün

artık sana yazacak bir satırım bile yok sevgili...

ne kadar acı, yaşanılanlar yıllarımızı aldı ama artık sana söyleyebilecek tek sözüm bile yok, sevgili...

alkol yine bütün vucudum da, o hiç istemediğin alkol yine bana seni hatırlatıyor ama artık seni sevmiyorum, birisinden nefret etmem gerekiyordu ve ben seni seçtim kusura bakma yaşanılanlara ihanet eden ben değil sendin bende senden nefret ederek kendimi unutuyorum, acılarımı dindiriyorum belki de sadece kendimi kandırıyorum bu kahpe hayatta ayakta durabilmek için...

ben sana çok şey yazdım sevgili ama sen bunların hiçbirini umursamadın, tıpkı sana olan sonsuz, vazgeçilmez sevgimi umursamadığın gibi...

yirmibeş yıldır nefes aldığım bu hayatta bana acı çektirecek birşeyler bıraktığın için senden hem nefret ediyorum hem de vazgeçmiyorum seni hatırlamaktan...

kendimi kandırıyorum sevgili, bazen dostlarımla eğlenerek, bazen başka bedenlerle ama genelde içki şişelerinde...

unutmak kolay olmuyormuş bunu anladım, sana yazmadığım ve başkasına yazılanlarda bile seni özlüyorum aslında...

öyle bir acı bıraktın ki bende ne senden vazgeçebiliyorum ne de senin acınla yaşayabiliyorum bu hayatı...

biliyorum, biliyorum bunları hiç görmeyeceksin zaten bende artık kendimi kandırıyorum ufak mutluluklarla...

sonsuzluğum dediğim için sana pişmanım, çünkü senin sonsuzluğun olamadım olmak için tüm gururumu yerlere sersem de başaramadım...

belki de senin dediğin gibiyimdir ben; "iyi bir insan, kötü bir sevgili..."

Yaşamak zorunda olduğum için varım bu hayatta, yoksa şimdiye kadar gitmiştim bunu çok iyi biliyorsun...

Vazgeçilmezimdin ve sen vazgeçtin benden...

ben bu yazıyı sana yazmadım aslında, yazılanların hiç biri gerçek değil, ne seni unuttum, ne de senden kalanları yok ettim yüreğim de...

unutmak ise seni belki de hiç başaramıyacağım...

Artık gelsen de boş, hayat bana en büyük oyununu senle oynadı, ben ise başrolu olduğum bu oyunda sınıfta kaldım...

Artık ne ben varım, ne de sana olan sevgim...

O büyük günden görüşmek umuduya, sevgiyle kal, sonsuza kadar...

seni sonsuza kadar saklayacağım yüreğimde, tıpkı hastalık izlerim gibi ve bunu sen hiç bilmeyeceksin...
denedim.
denedim ve hakkında bir bok yazmayı istemedim simdi.
işte ben bu yazıyı sana yazdım,benim için.
"ben bu yazıyı değil de 'şu yazı'yı sana yazdım" diyerek katılmak istenen, "sana yazılan yazılar"ın bir arada toplandığı başlık.

söz konusu 'şu yazı' budur:
(#1434293)
bu yazıyı sana yazıyorum mösyö tigana,
lafı dolandırmadan açık ve net konuşacağım. bir daha deldado'yu yok yere oyundan alırsan benzin döker yakarım kendimi, sebebim olursun. topu ileri taşıyabilen tek adamını alma oyundan gözünü seveyim. bi bırak adamı da ne yapacaksa yapsın. burak'ı alabilirsin mesela hatta almalısın. baki konusuna hiç değinmiyorum zaten.
(bkz: ben bu yazıyı deniz baykal a yazdım)
" Seni ilk gördüğüm günü bilir misin? Kaç asır evvel.

Bir defacık gözlerinle gözlerimin içine bakman ve hiç konuşmaksızın, bakışlarınla, seni tanıdım, sen "o"sun, ben de "o"yum, demen lazım.

Yağmur başladı hiç olmamış sevgilim.

Ne denli ılık yağmurlarla uyanıyoruz kimi, zamanı ve mekanı geri saran düşlerimizden. Yeniden çocukmuşuz, yeniden bütün boşluklarımızı doldurmuşuz. Baharmışız yeniden. Hayat törpülememiş bizi, mazur ve masummuşuz. Yazdıklarımızın altına tarih atacak yüreklilikte çökmüşüz, gelecek yıl aynı günden umutluymuşuz.

Ne denli ılık yağmurlarla uyanıyoruz kimi, zamanı ve mekanı geri saran düşlerimizden. Ne denli içimiz sızlıyor da, oysa bir yangınmışız, anlamsızmışız, yokmuşuz.

Neden bazı kimselerin yokluğu, varlıklarında ummadığımız kadar büyük bir boşluk bırakıyor içimizde. "
günleri sayıyorum seni son gördüğüm günden bu yana. tamı tamına 35 gün olmuş sensiz. ne sesini duyabildim ne de yüzünü görebildim. geçmişimize bakıyorum, çokta büyük bir mazimiz yok aslında.. sadece 11 ay olmuş seni tanıyalı. peki gerçekten tanımış mıyım acaba?

işte bu soruyu kendime sorup duruyorum. sürekli seni hayal ediyorum. ararsın diye bekliyorum belki özlersin diye bekliyorum, ama galiba umrunda değilim. 35 gün önce kaçmış galiba her şeyin sihri. birkaç basit msn konuşması ve mesajın dışında hiçbir şey veremedik birbirimize 35 gündür. ben her saniye seni biraz daha fazla özlerken anlıyorum ki senin için her geçen saniye değerimi yitiriyorum.

yokum artık senin için biliyorum. yaşadıklarımız sadece rüyaymış. benim gördüğüm tatlı bir rüya. ve ben 11 ay boyunca her gece o rüyayı görebilecek kadar salakmışım.. ağlamak istiyorum ama ağlayamıyorum. telefona bakmaktan, bilgisayarı izlemekten artık yoruldum. varlığınla yokluğunun hiçbir farkı yok. ve o yüzden ben yokolmak istiyorum!

duyar gibiyim seni: "cehenneme kadar yolun var!" veya sadece paranoya olmuş durumda bende. belki gerçekten hala bağlısın, hala istiyorsun ama.. ne aması?! isteyen elde tutardı diyorum. ben kayıp giderken hiçbir şeyin beni tutmaya çalışmadığını farkediyorum. demek ki gerçekten cehenneme kadar yolum var...

her yaktığım sigarada farklı bir hisse kapılıyorum. çektiğim her nefes başka bir acı, üflediğim her nefes farklı bir portre. her seferinde senin yüzünü görmek zorunda mıyım ben? sen beni bıraktın belki ama ben neden seni bırakamıyorum ha neden?? bu kadar mı güçsüzüm? bu kadar mı elimi kolumu bağladın???

ben hayatımı geri istiyorum. seni geri istiyorum. mutluluğumu geri istiyorum. bana anlattığın hikayeleri, bana tatlı tatlı bakan o koca mavi gözlerini geri istiyorum! çok mu istiyorum? bence çok değil, az bile! senin benden her istediğini ben yaparken, senin için kilometrelerce yol katetmeyi göze alırken, beraber geçireceğimiz bir haftadan sonra belki de bir daha görüşemeyeceğimizi bile bile o riski alırken sen nerdeydin? ben hep elimi uzatırken sen nerdeydin? bu kadar mı önemsizim, bu kadar mı değersizim? öyleymişim demek ki...

belki ben kilometrelerce uzaktayken hep bana yalan söyledin, bilemezdim. ben sana hep dürüst olarak ne kaybettim diye bakıyorum da, hiçbir şey kaybetmemişim. toz pembe rüyamı yaşadım, şimdi de alev kırmızısı cehennemden geçiyorum.

kendime sorduğum soruları hiçbir zaman cevaplayamadım. sana sorduklarımı da sen cevaplamadın. bunu okur musun? belki okursun. okusan anlar mısın? bi bok anlamazsın! hala seni kırmayı göze alamayıp suratına bunları bağıramadığım için buraya yazıyorum zaten!

ben seni hep sevdim ama galiba sen beni hiç sevmemişsin. bir eğlenceden öteye gidememişim senin için. 11 ay boyunca kenarda duran bir oyuncak olmuşum anlaşılan. erkeğin orospusu olur muymuş? böyle olurmuş işte. kullan at, istediğnde çıkar tekrar oyna tekrar at.

bir gün biri gelip sana aynısını yaparsa umarım anlarsın beni nasıl kaybettiğini...

mayıs 2007-ankara
papatyam'a...
kaybettim kendimi, aynaya bakınca soruyorum nerede olduğumu, söylemiyor gördüğüm...

şimdi! ne zaman? saatim yok, takvimim yırtık... ama ânımı söyleyeyim, saat ve takvime bakmaya korkutan bir ân yaşadığım, yaşadığımsa ayrı bir tartışma konusu aslında...

incinmiyorum-incelmiyorum-eğilmiyorum, kırılıyorum mantığımdan...hesabını yapmıyorum hiçbir şeyin, gerek görmüyorum zaten iyice içerideyim hayatta, ne fark edecek ki kesin bir sonuç bulunca? ama yaklaşık olarak, geçmişimden dört ay, geleceğimden geleceğim gitti... dört ay yaşadığımız, geleceğimse yaşayamadığımız, hesapta bir karışıklık olmasın da, öderken zorlanmayayım sonra...

'ben böyleyim- sen öylesin- kısmet değilmiş' deyip, işin içinden çıkmak, soyutlaştırmak çok mantıklı duruyor aslında... denemiyorum sanma ama kocaman, elle tutulur gözle görülür somut bir yalnızlık var önümde, kanmıyor kanayan yerlerim, yediremiyorum o her boku bilen ama sensizlik karşısında ne bok yiyeceğini bilemeyen beynime...

'geçer, bu da geçer' son günlerimin moda sözü... ne geçecek lan diyorum, oturdu işte mideme, ağrıtıyor diyorum; o zaman ne halin varsa gör diyorlar... kırıcıyım galiba, sen de öyle söylüyordun ya... şimdi farkediyorum dibine kadar ukala olduğumu ama iş işe geç kalmış...

düşünemiyorum... odaklanamıyorum... kabul edemiyorum, ya ne güzeldi değil mi? sen de söyledin, neden? tek soru tek cevap! neden? işte orada takılıyorum, bulduğum cevaplar tırtıklı, geçmiyor boğazımdan!

hani sana bütün playlistler den çıkarttım, bir tanesini atlamışım dedim ya, o denk geldi şimdi... bizi ilgilendiren kısmını yazayım sana;

söz vermiştik, yıllar önce! (bir söz değildi, binlercesi vardı tutulması gereken ama sen en önemlisini tutmadın)

yok artık sen de mi beni yaktın gittin söyle? (her şeyi biliyordun, her şeyimi... ona rağmen attın ya ateşlere yine beni, sadece kendini düşünerek... helal olsun)

direnmedim, sustum yine çaresiz (gelirken de bir şey dememiştim... giderken de diyemem, tercih senin hayat senin! tabi benim hayatımın pek bir önemi yok anladığım kadarıyla)

kabullendim sessiz gidişlerini... (ilk gidişin değil ama bunu da sesimi kesip, göz yaşlarımla ısıtmaya çalıştığım yatağımıza uzanıp, sindirmeye çalışıyorum)

gözlerin gibi yalan söyle... (gözlerin çok güzeldi ama yalandı, bir yalan istiyorum sadece bir yalan, yaşamak için bir yalan...)

istersen kabullenme...(ne halin varsa gör, kötü manada değil zira ben göremiyorum da...)

çıkarmadım şarkıyı yine listeden, tek kalacak o... tek olacak... senin gibi... sense, bilmediğim bir şehirde, bilmediğim insanlarla olacaksın... reva mı bu diye bir soru gelmiyor değil aklıma ama cevaplamaya korkuyorum, hatta devamını düşünmeye çalıştıkça kusma isteği beliriyor midemde... o da isyan etmeye başladı son zamanlarda...

'ne bitmeyecek? söylesene ne bitmeyecek?' çok güzel... umarım eğlenmişizdir, oturmaya gelmedik değil mi!
ben bu yazıyı sana yazdım papatyam... aslında söylemek isterdim ama malum artık konuşmayacağız dedik(!)
konuşmayalım... sen nasıl istersen...
zaten hep öyle olmadı mı?
--spoiler--
sen gidince buralardan sessizce
buralar gitmiş peşinden gizlice
bir aldanış ya da kaçış
tenin hala tenimde
dünümdün , düşüm oldun kurtar beni .

kitapların gitti peşinden
sonra kahramanların
çocukluğum kaybolverdi nerdeler
oyuncaklarım
oyuncaklarım
..
--spoiler--
ben bu yazıyı sana yazdım sana yazdığım diğer binlerce yazı gibi, konuşarak dile getiremediklerimi anlatamadıklarımı yazarak anlatmak istedim... ama bunu da okumayacaksın diğerlerini okumayacağın gibi...
sensizliği seninle birlikte yaşıyorum aslında, hem seninleyim hem de o kadar sensizim ki beni yalnız başıma düşüncelerimle beraber bırakıyorsun her seferinde ve bana tekrar gözyaşı döktürüyorsun...
keşke yapmasan böyle, keşke eskisi gibi olsa her şey, keşke beni o kadar çok sevdiğine emin olabilsem...
keşkelerim o kadar çok ki... keşke yaşanan bir çok şey hiç yaşanmasaydı bu ilişkinin saflığını yitirmeseydi, keşke seni o kadar masum o kadar yalansız seviyor olsaydım hala, seni hayatımdaki her şeyden çok seviyorum hala ama gerçekten masum değil bu sevgi, sürekli bir şeyler düşünmek zorundayım sanki...
seni kaç sene boyunca hep herşeye karşı korudum, sana laf söyleyenlere hep karşı çıktım, hep savundum seni, gözüm kapalıydı sonuna kadar inanıyordum söylediklerime, oysa şimdi ne oldu biliyomusun artık seni savunamıyorum, 'olabilir, bilmiyorum, yok ya sanmıyorum' gibi kelimelerle karşı çıktığımı sanıyorum. ama çıkamıyorum galiba olmuyor yapamıyorum çünkü hep onlar haklı çıktı. keşke onları haklı çıkarmasaydın, ben önemli değilim çünkü ben zaten kabullenemiyorum senin hiçbir kötü hareketini.
ama insanlar o kadar acımasız ki... keşke...
keşke...
bakıyorsun yüzüme, gülümsüyorsun, anlamaya çalışıyorsun ama ne düşünüyorum bilmiyorsun. ağzımdan çıkan her sözcüğün, içimden geçenlerin yanında ne kadar saçma kaldığını, aslında "nasılsın?" soruna "iyiyim" diye yalan söylediğimi bilmiyosun. hayır, iyi değilim tabi ki.. dizlerim titriyor seni görünce, dilim dolaşıyor, sesim titriyor..bunları sana belli etmemek için can çekişiyorum.. korkuyorum benden uzaklaşmandan, gördüğünde bi daha yanıma gelmemenden, gülümsememenden.. o yüzden saklıyorum her şeyi.. o yüzden sana değil, başkalarına anlatıyorum hissettiklerimi.. o karanlık günde, hayatıma girdiğinden beri göremiyorum hiçbir şey. her yer simsiyah.. korkuyorum bu karanlıkta, ama kıpırdayamıyorum... elimi attığımda boşluğa dokunmaktan korkuyorum. sadece varlığını hissediyorum, etrafımı, içimi karartan varlığını. kaçamıyorum bu karanlıktan... ve! soruyorum...senin de sorduğun gibi.. "sunny days, where have you gone?"..
(bkz: ayrılık konuşmamı evde hazırladım)
(bkz: sevgili günlük)
hergün biraz daha kırılan umudum artık son buldu,tek tek bütün dallarım o kışların dayanılmaz soğuklarına yenik düştükçe daha da eridim ve tükendim sonunda..
herşeyin müjdecisi bahar gelir gelmez dallarım yeşermeye başladı ki tam yok olduğumu hissettiğim anda.

şuan benden ne kadar uzakta olduğunu tahmin etmek bile çok zor. bedenlerim belki birbirine çok yakın ama ruhumuzun derinliklerinde yıpranan sevgimiz bir o kadar da bizi birbirimizden iter.

belki birbirimizi çok seviyoruz, belki bazı engeller, belki de insanların kendi koydukları kurallar.. ama nerdeydi bu kurallar hangi kitaba göreydi. sevginin kitabı mı vardı, klavuzu mu vardı sevginin. adı üzerinde sevgi..

sevgiydi adı asla ölmeyecek biz ölsekte hep varolacaktı. taa ki biri onu kurallara sığdırmaya çalışıncaya kadar..

evet.. hayat ne kadar kısa ne kadar uzun kimse bilemez, önemli olanda ne kadar yaşadığın değil zaten. yaşadığın sürece neler yaptığındı..nelere sahip çıktığın, neleri elinin tersiyle fırlatıp attığındı. işte hayat buydu; sevgine ömrün boyunca sahip çıkmaktı.

artık ne seni ne de hayallerini yaşıyorum, kaçmıyorum seninle birlikteyken geldiğim yollardan ve en önemlisi inadına yaşıyorum, yaşıyorum.

ve aslında sadece mutlu olmak içinse bütün yaşadıklarım ben zaten ölmüşüm..
burdan birilerine selam ederim, gördüm baktım iki tane daha kalmış silsin hepsini..

--spoiler--
acıtmasın ne seni ne beni, sen geçersin ama ben geçemem senden.. belki aklım başıma gelir günün birinde demek istediklerini anlarım ama git şimdi.. acıtmayalım birbirimizi..

bilmiyorsun aslında yaşadıklarımı, bir yandan anam babam bir yandan sen hayatımın tam orta yerınde kalakaldım bu sebepten.. bilmiyorsun işte yok içimde senden başka yar..

bildiğim çok doğru var ama hatalarım yanlışlarım aldanışlarım da oldu en büyük sebebi ne biliyor musun ''güven'' .. hep isteklerim oldu hayattan, hep geceleri ağladım neden böyle diye, neden böyle herşey her geçen gün biraz daha acıtıyor canımı?

birgün güneş doğacak diye beklerken dünyam birden göz görmez oldu. kalktığımda sendeleyerk yürümeye başladım, elim yüreğimde kanlar içinde yere yığılıp adını tekrar tekrar yazdım kanayan yarama..

şimdi daha da derin açtığın yara sende de var mı aynısından? var mı gözlerinde yaşlar, seninde ellerin boş mu benim gibi sende bu hayata lanet okudun mu en güzel yaşında?

--spoiler--
ben bu yaziyi sana yazdim

ben bu yazıyı sana yazdım; her gün bahçesinin önünden geçip bugün tanışma fırsatı yakaladığım teyzeye.
okul otobüsüne binmek için geçtiğim yolun üstünde bu teyzenin evi. ara sıra birbirimizi gördüğümüzde gülümsemekten ibaretti tanışıklığımız. bugün yine oradan geçerken gördük birbirimizi, gülümsedik. selamlaştık hatta ve teyze bir ricada bulundu benden çekine çekine. masmavi gözleri minicik vücuduyla o kadar tatlıydı ki. "tabi teyze dedim yardımcı olabileceğim bir şeyse yaparım." yaprak saracakmış biraz yaprak toplamamı istedi benden. topladım. çok memnun oldu, bahçesindeki erik ağacından erik almamı söyledi, yolda giderken yiyeyim diye. istediğim zaman gelip erik toplayabileceğimi de belirtti. "olur gelirim" dedim. tam gidecekken baktım teyzenin söyleyecekleri bitmemiş. kendisinin oğlu olmadığını , iki kızından birinin ve eşinin vefat ettiğini, yalnız yaşadığını ara sıra uğrarsam mutlu olacağını söyledi. "tabi gelirim teyzecim" diyerek ayrıldım yanından.
duraktan kız arkadaşımı alıp yolda yürürken, durağa giderken aklımdan geçen düşünceyle birlikte teyzeyle olan diyaloğu anlattım. bugün anneler günüydü ve tek başına yaşayan o teyzenin anneler gününü kutlamalıydım. bir çiçek alıp gittik teyzenin evine. kapı aralıktı. "teyze merhaba" dedim. kalktı hemen şaşkınlıkla. "oğlum utandırdın beni" dedi elimdeki çiçekten dolayı. "bu benim arkadaşım " dedim kız arkadaşımı göstererek. içeri aldı bizi. gözleri doldu teyzenin aynı şekilde kız arkadaşımın da. kız arkadaşıma sarıldı teyze. neden ağladığını sordu. kız arkadaşım anneannesini hatırladığını söyledi teyzeye. konuştukça teyzenin mavi gözleri, duvardaki resimleri, koskoca evdeki yalnızlığı içime işledi. keşke daha önce tanısaymışım teyzeyi dedim içimden. rumların zulmünden kaçıp gelmişler lefkoşa ya. ellerinde koca bir hiçle, arkalarında herşeylerini bırakmak zorunda kalarak. kızlarından bahsetti, torunlarından. psikoloz muş birisi. diğeri ingilizce öğretmeni. ingiltere delermiş. yılda bir kaç gün gelebiliyorlarmış sadece. özlem kokuyordu teyze buram buram.
bize de sorular sordu, neler yaptığımızı, nereden geldiğimizi. bol bol öğüt verdi yılların verdiği yaşanmışlıkla. kız arkadaşıma üzülmemesini tembihledi. kendini yıpratmaktan başka bir işe yaramaz dedi. çok da doğru dedi. birbirimize sahip çıkmamızı söyledi.
mor elbisesi ve aynı renk yeleği, tül çorabı ve terlikleriyle uzun zamandır hissetmediğim özlem duygusunu bana da hissettirdi havva teyze. gözlerindeki memnuniyet her şeye bedeldi.
evden çıktıktan sonra bir süre sessiz kaldık kız arkadaşım da ben de. bir cümleyle kutladığımız annelerimizin anneler gününün önemini anladık belki de.
onun asla bu yazıdan haberi olmayacak da olsa; ben buradan seslenmek istiyorum dünyalar tatlısı havva teyze ye. anneler günün kutlu olsun, sen de benim bir annemsin artık.
koca bir mağara gibi karanlık ve soğuk gözlerim. senin gölgen altında barındırdığım düşlerimin evi gibi sözlerin. yeller ülkesine yolculuğum, sevgi demetinin kusursuz biçimlenişiyle uyanan ölünesi ölümsüz masalların içindedir sana olan aşkım.
saatlerdir yürüyordum...
yürüyor ve düşünüyor. nereye kadar bu kaçış ve nereye uzanacaktı bu sanrıların sonu?
mutluluktum ya ben, izler bırakıyordum geçtiğim her yere.

bir balıkçı kahvesinden kalma eski bir iskemle gibiydi ruhumda barındırdıklarım. ah ruhum, alabildiğine özgür bir o kadar da kelepçelenmiş ruhum.

kendimi izlerken buluyorum aynada ki aksimde. göz bebeklerimde barındırdığım ışığımı görüyorum. görüyor ve daha bir anlamlı baktığımı fark ediyorum.

sen oluyorum birden, bana bıraktığın izler tek tek çıkıyordu yerlerinden.
çocuksu sevinçlerimizde heyecanlandığımız zamanki gibi atmaya başlıyor yüreğim. yüreğim atıyor ya nefes aldığımı hissediyorum. her nesefte senin nefesini hissediyor ve sana daha da bir çoğalıyorum.

yüzüme bakıyor, dokunuyor ve parmak uçlarımda hissediyorum her zerreni. titriyorum ama güçlü bir titreyiş bu. kadınlığımı buluyorum.

saçlarım daha bir parlak, bakışlarım derin ve delici. hele o muzip kendimden emin gülümseyişim yok mu, ben bile hayranlıkla izliyorum kendimi.

kokunu içime çekiyorum. kokun diyorum çünkü tenimde barındırdığım senin bana bahşettiğin kadınsı kokum.

kadınınım ya gelsen ve hiç gitmesen diyorum... *
Hep imrenmişimdir üniversitede okuyup tatil zamanlarında ,sınav haftalarında evlerine dönenlere. Bir dönüş bu kadar mı umutlandırır, heyecanlandırır diye. Bir evin 10 çocuğu da olunca özlenenin dönüşü beklenirken bambaşka olur o bekleyişler. Yemekler hazırlanır ,planlar yapılır ... Menüler bellidir : "onun sevdikleri " Azı çoğu düşünülmez hiçbir zaman. Gönlü olsun , aklı kalmasın , "-keşke" li cümleler kurmasındır beklenen. Yarım kalmasındır kendinden... Acıdır yarım kalmak...

Beklenen içinde ayrı bir heyecandır bu hani. Kavuşmak ... Kavuşuyorum sana , toprağıma ,evime ,sıcaklığıma ... Ellerine dokunabilmek için günleri ,saatleri ,dakikaları sayıyor aklım . Engel olamıyorum buna . Senin heyecanın diğerlerine benzemiyor işte...

"- Seviliyor ve seviyorum üstat ! " demiştin ya bir gün o can dostuna ... Beni sevdiğini ilk o gün duymuştum senden . "-Seviliyor ve seviyorum..." Ve yine senden duyduğum her güzel söz gibi defalarca tekrarladım bunu ... Seni ve kendimi ,kendimi ve seni ,sen - ben ... ben - sen...

Yollar ,kilometreler... Kendimle ( seninle ) baş başa kaldığım, hasretliklerimin son bulacağı yollar ... Bitmek nedir bilmezler hani "kısacık! " deyipte hafife aldıklarım... Hafife almamayı da öğreniyorum bütün huysuzluğumla ... Bir şeyleri kabullenmek zorunda olmak ,çaresizlik huysuzlandırıyor beni... Gidişinde de öyle olmuştu... "Asla ! " demiştim ardından. "Onunla bir daha asla! " Bunu da dememeyi öğrendim dönüşünden sonra... Dönüşler umut dolu... Umut senin rengin... Yürek yarası idi ya kabuk bağladığı sanılan,o kabuğun altında saklamışım seni "asla "lı cümlelerimle... Dönmüştün ya.... "- Nasılsın aşk ?! " dediğin yerde kalmıştım oysaki ben . Sen gittiğin halde ben orada kalmıştım. Kulaklarımdan yankısı hiç gitmeyen o iki cümlede. O yankılandıkça ben " asla " diyordum. Sanki içimin acısını dindirecekmiş gibi hep "asla " diyordum... Ama döndüğün gün.... O umut dolu gün. Gözlerinin renginde kaybolduğumu hissettiğim,elimi tuttuğunda yüreğimi titrettiğin gün.... O günden beri bekleyişlerim,dönüşlerim ve varışlarım hep umut dolu... Umut senin rengin... Bu bekleyişler sonunda nereye varırsam varayım sen hep benimlesin... Vardığım ailemde sen, vardığım toprakta sen, vardığım sıcaklıkta yine sen... Sana varışlarım umut dolu,heyecan dolu,tutku dolu. Tutku... Umudumun,dönüşlerimin tutkusu... Senin ( yüreğimin ) tutkun ...

Dönüşlerimi seninle anlamlandırdığım için kimse kırılmıyor artık bana. Biliyorlar çünkü bendeki seni. Umudun renginin nasıl yansıdığını... Senin rengin umut. Dönüşlerin umudu . Benim umudum .

....
sana yazdım dağda ki korkak, şehirde masum halkımı öldüren pislikler.. erkeklik mi savunmasız, işten çıkmış eve giden insanları öldürmek. savaştığın bir ulustan hiç mi öğrenemedin insanlığı, seni yaralı ele geçirdiğinde hastaneye getiren askerden, yakalandığında korkudan ve soğuktan tirtir titrerken sana battaniye verecek kadar yiğit mehmetçikten mertliği.. öğrenemezsin, millet olamadığın gibi insan da olamazsın, hayvandan daha zavallı olarak yaşar ve pislik içinde, cenabet bir şekilde ölürsün, leş kargaları yer cesetini..

not: herkes gibi aşk üzerine yazamadım, bizim aşkımız vatan aşkıdır çünkü..
"sen" ismindeki zenan
-----------------------------

Affedersiniz, ama...

Siz de kimsiniz ?

Tek tek görsem sizi, her birinize "Sen..." derdim herhalde. Kalemi elime alıp, sizi düşündüğümde her biriniz "Sen..." oluyorsunuz çünkü.Ama yanlış anlamayın yine beni; sizi küçültmüyordum gözümde. O kadar büyüyordunuz ki, tersine, sizden başka kimse olmuyordu, hayalimde ve gözlerimde. Sadece "Sen..." kalıyordu kelimelerden geriye.

Oysa ne hakkınız vardı hayatıma girmeye ve beni böyle dağıtmaya ? Tek tek girdiniz hayatıma, bir arada gelseydiniz, elbette, sadece birinize yer olacaktı kalbimde ve alt üst olmayacaktı ruhum boş yere. Bir öncekinin bıraktığı izler ve teker teker "Siz", şu yürekte gitgide büyüyen bir boşluk meydana getirdiniz.

Kiminize "Aşkım..." dedim, kiminize "Dostum...", kiminize "Sevgilim..."... Pek azınıza "Seni seviyorum." dedim. Ama ben hepinizi, hepinizi çok sevdim. Kiminiz, farkında bile değildiniz bu büyük sevginin, kiminiz gözlerime bile bakmadan çekip gittiniz. Kiminiz, ruhumdaki ışığı görüp ya hayret ettiniz, ya da anladınız ki bu büyük sevgi size de yeter, başkalarına da. Ama hiçbiriniz değerini bilemediniz.

Teker teker yaktınız beni. Her yanışımda yeniden doğdum küllerimden ama bir yangın daha bağrına bastı beni her defasında. Yine de tükenmedim, hayret! iyi dayanmışım doğrusu bunca ateşe. Gerçi içinizdekini açık açık söyleseydiniz, yanmazdı canım bu kadar herhalde.

Sizden yadigar defterler biriktirdim, bir çoğu yarıda tükendi. Kelimeler, cümleler, mektuplar, şiirler... Hiç resim saklamadım, pek sevmem çünkü, mutlulukların geride kaldığının kanıtını yüreğimden başka bir yerde barındırmayı. Hafızam, bir fotoğraf albümüne sığacağından daha fazla anı saklıyor ve bazen hiç istemesem de döküyor onları gözlerimin önüne. Eskiyi unuttuğum zamanlar ise, kader, hayatımı işgal edip yeniden sunuyor aynı sevinçleri ve mutluluğun sonrasındaki aynı acıları. Ben alıştım artık, ama yürek ha gitti ha gidecek.

Bedenim de iflas etmenin eşiğinde dolanıyor. Şimdiden unuttum geceleri uyumanın nasıl birşey olduğunu. Ağlamanın kâr etmediğini ise seneler önce öğrenmiştim sizden birini uğurlarken yüreğimden. Artık gözyaşlarını da unuttum galiba, gözyaşına hasret kaldı gözlerim.

Hepinizi uğurladım sanmıştım ama bakın, yine karşıma çıktınız bu soğuk kış gecesinde. Sevda, geliyorum demez. Ama siz de demediniz, garip. Siz sevda değilsiniz, sadece birkaç eski hatırasınız, iyisiyle kötüsüyle. Ama hâlâ burada, bana emanettir bıraktığınız izleriniz.

Yine de, ne iyi ettiniz ! Hoş geldiniz, sevda getirdiniz. Güle güle gittiniz, inşallah kederle dolmamıştır gözleriniz. Yine beklerim sizi. Ben hep burdayım. Eğer, bir gün dönerseniz, büyük ihtimalle, bıraktığınız gibi bulursunuz bu naçizane, bu virane gönlümü.

Ama merak etmeyin, siz nasıl olsa bulursunuz bir gecekondu, o gün gelir de neşeyle dolarsa terkettiğiniz bu hüzün yurdu.

29.12.2006 04.52
bu ben yazıyı sana yazdım, şimdi yazılarımı ve en önemlisi içimdeki seni de alarak senin hiç bulamayacağın bir sıra doğru gidiyorum.

hoşçakal..
izlerimi üstünde taşıyan sen, daha da bir güçlenip dönecek olan ben. bu gidiş bir kaçış değil, bir serzeniş ya da yıkılmışlık hiç değil. biliyor, görüyor, hissediyorsun. *
beklenilen var beklendiğinden habersiz
ben bu yazıyı sana yazdım sende bundan habersiz.
(#1641993)
güncel Önemli Başlıklar