bugün

sözcükleri canınızı acıtan şairdir.

''karşılığı yok hiçbir acının'' * der.
bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan,
sevinci yitirmeden bekle.
döneceğim bir gün elbet,
bekle beni.

bahar geldiğinde
kırlara çıkacaksın.
dizboyu otlar üstünde,
koş koşabildiğince
ve sakın yitirme neşeyi...
YALNIZSAN EĞER

Hayatın devraldığı
sessiz bir özsudur acı
birikir yüreğinin kıvrımlarında
ve ağar gözlerine ağır ağır
Bulutlar yere inmiştir artık
ya da gurbettesindir
Unutma!

Bir hayalet gibi kapındadır
yalnızlık denilen şey
ufkun kararabilir birden
için çölleşebilir
'Kaçışın bile bir adımdır
ya da dönüşündür kendine'
Unutma!

Her sayfası kederle kararan
bir hüzün defterine döner günler
ve her sabah 'merhaba hüzün'
"merhaba yalnızlık"
diyerek başlarsın hayata
Ama hayat bağışlamayacaktır seni
Unutma!

Üstelik günlüğü yoktur hüznün
hiçbir zaman da tutulmayacaktır
Serüvenlerin yorgun yeniği
elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün
ya da hasta bir tanıdıktır ancak
hepsi o kadar
Unutma!

ahmet telli.
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için

Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada

Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.

Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil

gece boyu ağlatmış şair.

Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor.
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte.
dudaklarımı kanatırcasına ısrıyorum günlerdir
bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem *
oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
sessizce çekip gidiyorum şimdi,sessiz ve kimliksiz

belki yine gelirim, sesime ses veren olursa birgün
*
acının miladıyla

Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu
yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak
her dönemeçte uğultulu uçurumlar
her şafakta uzun uzun kurt ulumaları
Ey masalcı
otur şu geyik postuna
ve anlat şimdi bütün bunları

Önce yaşadıklarımızı koy ortaya
hatamızı ve sevabımızı anlat
görelim nelere kahretmişiz bunca zaman
nelere göğüs germişiz görelim bir bir
bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim
yaşamak
yeni acılara sürgün etse de bizi

Hayatımız göründüğü kadar basit değil
ama anlaşılmaz gibi de değil öyle
çoğunu unuttuk belki şimdiden
belki bitti birtakım bekleyişler
umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de
ama unutmayalım
zulüm de biter hayatımızda.
HER NASıLSA YALNıZSıN

Her nasılsa yalnızsın
Bir giz gibi deliyor yüreğini
cansıkıntılarının burgusu
ve hep bir şeyler eksik gibi
bir şeyler bekler gibisin

Yeni bozgunlar
yeni yenilgiler peşindesin
Bir bozkır kuraklığına dönmüş için
Oysa yalnız bir öpüştür
gurbeti türkülere dönüştüren

Çoktandır su vermedin
çiçeklere ve yüreğinin çeliğine
Zaman terkisine almış da öpücükleri
koşuyor sessizliğin ve yalnızlığın
iyotlu kıyılarına

Bir yol ayrımı ki yanlışla doğru
hüzünlerle sevinçler kolkola
Sen ki ey kalbim
yanlışları ve hüzünleri taşıdın
bunca zaman

Taşıyamaz yüreğinin batık sandalı
bu yalnızlığı,bu can sıkıntılarını
Yaşam gelincikler gibi beklerken seni
gecenin kapısını çalma
ey kalbim
...mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
ölümdür biraz hep aynı yatakta
aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
kitapları hep aynı raflara sıralamak
aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
soluk soluğa yaşamalı insan
her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
ve cehenneme dönse de bir ömür
mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün...
Hiç kimse bir aşkı
Onarmaya kalkmasın
Kaybedilmeye değer
En güzel anında bitirilmişse eğer.

demiş şair, bize düşünmesi kaldı.
--- alıntı ---

Merhaba Ahmet Telli,
Nasılsın, nicesin; Hepimizin bir duvar önünde durup direndiğimiz günlerdeyiz. Sen atalarının Kafkas' ından rüzgarların keyfine katılıp yollara düşmüşündür çoktan. Yakası açılmadık sokakların, asfalt kokusunda eski yanık kokularını duyup, kurşun seslerine yetişmeye çalışan adımlarınla. Yön duygunu yitirmeden, duvarlara sinen köhnelikten korkmadan. Duvar diplerinde kurşuna dizilmesin yeni delikanlılar genç kızlar diye. Bugün kurşuna dizmek için silah kullanılmasına gerek yok ki. Birbirimizin duvarı olmamız gerek öyleyse. Grevlerde, direnişlerde bir duvarı örmeliyiz birlikte, daha doğrusu bir siperi. Birbirimize yaslanır gibi güvenmeliyiz artık birbirimize, aramızda nice uzaklık olsa da; Hep yaptığın bu, yalnız alanlara çıkarak değil dizelerinle de.. .
Yeni kitabının adı, içinde haykırışı taşıyan bir fısıltı: Nidâ. Dizelerine suyun çürümesine karşı bir isyan sinmiş.. Hangi kayayı delen kaynağın fısıltılarını almışsın yedeğine bellisiz. (Bir kaynak mı ki kayaları delen? Neden bunca susuz duyuyoruz kendimizi) Kayanın sabrıyla suyun direncinin çarpışmasını bir şair bilmezse kim bilecek?
Dağını yitirmiş Çerkeslerden, obasını arayan Avustralya yerlilerine ne çok hikaye biriktirmişsin. Yüreğinde bir delişmen tayın ayak sesleri çınlıyor gibi. Aklındaki görüntüler, ezberindeki öyküler yazılamadan kalacak gibi öfkelisin. Sözcüklere sitemin dayanılmaz:
"Kelimelerse tutukluk yapan bir silah kadar mahcup"
Ahmet Telli, sen 17 yaşında aramızdan koparılanlara salmışsın şiirini. Bir şarkı ya da marş olmaya bırakılmamış haykırışlara. Erdal Eren, Necdet Adalı; Ve daha kim bilir kimler, hepsi de yaşıtındı; elin ne zaman geçmiş ergenliğine değse, onlar adına yaşamanın da telaşındasın. işte bu yüzden elbet nidanı bu gök kubbenin çürümüş mavisine salman.
"Yoldaşlık günleriydi; 'kardeşler!' diyordu içimizden biri
'Dağın geyiği, dilin şiiri tanık olsun, anamızın ak sütü
Tanık olsun ki haklıyız, kazanacağız!' Barikat günleriydi.
Yaralı bir kardeşi taşırken omzumda, cesaret diyordum
Sesimde tereddütsüz geziniyordu en delişmen tay
Vahşi bir vadiden akıyorduk toynaklarımız kan içinde
Alev bir nida idik ve arkadaşlık günleriydi."
Kalbimizin en derininde bir kara sakız yığıntısı, bilirsin biriken irini akıtır. Tıkızlaşıp zonklayan çıbanları. Kendimi tepeden tırnağa çıban saydığım günlerdeyim. Yaşım yaşıtlarım nice acıdan sıyrılırken senin kaynağı belli dağ masallarınla serinledi. Sense unutmanın sesini duyduğunu söylüyorsun. içim sızlıyor. Unutmanın karanlığına bırakmayacağız hiçbir acıyı. Asfalt böyle adsız sokakları dizelere inat kuşattıkça, dizeler arsız sarmaşıklarla boy atacak, biliyorsun.
Nidâ' nı koru!
Sevgiyle..

--- alıntı ---
*

(bkz: sennur sezer)
izmir kitap fuarında imza gününe katıldığım katılmakla kalmayıp kitap imzalattığım onunla da yetinmeyip şiirlerini çok beğendiğimi söylediğim buna karşılık mütavazı bir gülüş ve teşekkürle beni benden alan küçülmeyi başarmış büyük şair.
"soluk soluğa" adlı şiiri okunmalı. okunmalı her gece. okunmalı ve ardından kitap kapağı kapatılıp hayallere dalınmalı. insana büyük heyecan veren bir şiir.
AYRILIK AYRACI

Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde

Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda

Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık

Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü

Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını.

büyük üstaddır. aynı zamanda soyadaşımdır. gurur duydurur.
yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
üşürmüydük nar çiçekleri ürperirken...
ahmet telli
mephisto kitapevinde 27.03.2010 da saat 16.00 - 18.00 arası imza günü olan şair.

ilgililere duyrulur.
http://www.mephisto.com.tr/
Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü,
çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların...
ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru,
-Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm kendimi,
seni ve bütün dünyayı..

zaman kekemeydi .. .
SU ÇÜRÜDÜ

1
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım,
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

2

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama
durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar,
soruyorlar, soruyorlar...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

3

iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek
istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu.
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

4

Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar
deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki
bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış.
Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne
beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının,
vebalının bir rengi vardır. irinin bir rengi... Ölünün bile bir
rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin
rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

5

Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
Soyumun neye benzediğini unuttum. 'insana benziyorlardı'
diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun
halkasında insanlık...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

6

Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek
sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir
yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki
çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla
çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu
damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. ince bir kan şeridi
sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

7

Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür
sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya
dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba
kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum
dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün
vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir
su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir
kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
artık. Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...

Adımdan gayrısını bilmiyorum
AŞK BiTTi

Aşk bitti,
Hepiniz için...
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı,
Dostalara mektup yazmayı,
çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi.. Bitti!
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da...

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi
ve çoktandır ihmal ettiğim dostlara
yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da...
Aşk bitti diyordu ya bir şair;
Aşk bitti işte;
Tam da öyle.

Ahmet TELLi
Çocuksun Sen

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada...
şöyle otursak karşılıklı kim bilir şiirleriyle ilgili olarak kaç saat övgü dolu sözler söylerim kendisine. ben şiir sevmem falan deyip ahmet telli'yi dinlememezlik, okumamazlık etmeyin. çünkü onun şiirlerinde şiirden öte birşeyler var.
son şiir kitabını da bir çırpıda okuduğum, kendi şiirlerini en iyi okuyan, yaşayan en büyük türkiyeli şairlerden biri.
80 döneminin çatışma içerisinde geçen gençliği, o dönemin sıkı dostluk bağları, anılar, hatıralar, ayrılık, kent ve aşk şiirinin ana konularıdır. şiirleri geçmişin sokaklarında dolaşır, kendi anılarından, dostluklarından, sevdalarından izler ve yaralar taşır. sanki hala ilk gençlik yıllarındadır ahmet telli... o dönemdeki dostlarını, arkadaşlarını aramaktadır, izini kaybettiklerinin bugünlerini düşlemektedir ve sanki hala yanındadır onlar, kulağına bazen birkaç dize fısıldarlar. nida'da anadolu kültüründen, bu toprakların binlerce yıllık tarihinden ama en çok da halkın naif söylencelerinden daha çok etkilenmiş ve şiirlerine yansıtmış sanki. oldukça da başarılı olmuş.
zihnine sağlık ahmet telli.
birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını

dizeleri ile akıl alan...
giora feidman eşliğinde rakı sofrası eski dostlar arasında çokca dinlenip , pek çok defa şiirleri okunmuş muhterem.
ömrüm diyorum

üzgün bir çocuğun yalnızlığı
kadar saydam kalabilseydim
ömrüm derdim ömrüm nasıl da
dolu geçmiştir ölebilirim artık

ölüm hiç de ürkünç gelmiyor
yaşanmışsa tüm yaşanacaklar
acı yitiriyor anlamını ve renkler
kül oluyor körleşirken gökboşluğu

bu dünya dünya mıdır hani
bildiğimiz o yamyam küresi
ki apis öküzlerinin çekip durduğu
bir cansıkıntısıydı önceleri

hantal ve gürültücü bir tehdit
gibi düşüyorken üstümüze
alaycı bir gülüş takılıyor yalnız
dudaklarımın hüzün kıvamına

ömrüm diyorum şimdi ömrüm
üzgün bir çocuksun sen ve yalnız
öyle kal çünkü bu dünyada
sana en çok mutsuzluk yakışıyor
On beşine bastı mı
dudaklarında bir türkü
elinde bayrak
kavga sokaktaki oyuna benzer artık
çocukluğu
benzemez
çocukluğa

Deniz okşayabilir mi
sarışın bir dağın
rüzgarlı saçlarını
uzanarak yelesine hayatın
tutuklayabilir mi zindanlar
onun
vuruşkan sevdasını

Açar da acının rüzgarına
hüznün solgun yelkenini
ne zindan karanlığı
ne zulüm
ne işkence
indiremez dudaklarındaki gülümsemenin bayrağını

AHMET TELLi.