bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

bu muydu aşk dedikleri şey, acı çekmek mi, sabahlara kadar ağladığın duyulması diye başını yastığına gömüp nefes alamamak mı, ölümü tek çare görmek mi...

ama öyle değildi filmlerde, öyle değildi... kandırdılar beni, yalan söylediler. küçücük bir çocukken pamuk prensesle yakışıklı prensin aşkına inanmamış mıydım ben? nerdesin adamım, neden gittin bir veda bile etmeden, neden gittin arkanda beni gözü yaşlı bırakıp...

daha 16 yaşındaydım ben, gözünü açtım seni gördüm, sana inandım. o kadar inandım ki altı yılımı verdim sana, altı koca yıl... neler gördük, neler geçirdik biz seninle, ne vadireler atlattık, sonuna kadar dedik, çocuklarımıza isimler seçtik, evimizin duvarları ne renk olsun diye tatlı kavgalar ettik... ne çok sevdik birbirimizi, ya da ben öyle sandım.

her şey iyi güzel de, bir şey soramadım ya sana çok içimde kaldı, ben bir vedayı hak etmedim mi? hadi benden geçtim, beraber geçirdiğimiz altı yıl hak etmedi mi o vedayı. her şeyim derdin bana, gözleri yeşillim derdin, peki o çok sevdiğin gözlerim de mi hak etmedi vedayı...

yanlış tanımışım ben seni, benim adamım olamaz bu diyorum kendime aylardır, hayal görmüşüm ben diyorum, altı senemi onunla geçirmedim ben diyorum, uğruna 3 gün komada kaldığımı bile bile arayıp sormayan adamı sevmedim ben diyorum. sen yoksun artık, gittin, bittin, arkanda gözü yaşlı bir angelina bıraktın, ahını aldın onun...

seninle geçirdiğim her ana şimdi yüz bin defa lanet ediyorum, sana verdiklerim, uğruna göze aldıklarım için kendimden nefret ediyorum, senin adaşlarından, beraber her yerini gezdiğimiz bu şehirden, adının ilk harfi olan omzumdaki dövmeden, seninle tanıştığım o deniz kıyısından, senin izini taşıyan her şeyden tiksiniyorum ve artık allah'ıma tek dua'm seni bir daha karşıma çıkarmasın...
güncel Önemli Başlıklar